TBMM eski Başkanı Bülent Arınç, Deniz Feneri ve Şaban Dişli konusunda AKP içinde farklı ses veren ilk isim oldu.
Arınç, AKP MKYK toplantısında, Dişli olayında tatmin olmadığını belirterek şu değerlendirmeyi yaptı:
"Dört dönem milletvekilliği yaptım. Meclis Başkanı olarak bir ricam olsa kimse geri çevirmezdi. Başkanlıktan ayrılınca bir araç ihtiyacı doğdu. 102 bin YTL’lik bir AUDI beğendik. Önemli bir siyasetçi olarak yıllar süren birikimlerim sonunda 65 bin YTL ancak çıktı. 40 bin YTL banka kredisi çektim. Ben aptal ya da enayi değilim. Bir siyasetçi kendine dikkat etmeli."
Arınç’ın bu sözlerini okuyunca Abdüllatif Şener’in, mal varlığı tartışmalarının gündemde olduğu bir dönemde NTV’de söylediklerini anımsadım.
ŞENER DE AYNI ŞEYİ SÖYLEMİŞTİ
Şener, bir sorum üzerine, "15 yıllık siyasetçi olarak ancak bir ev parası birikimi yapabildim. Zaten bir siyasetçi bu sürede daha fazlasını yapamaz" dedi.
Şener AKP’den ayrılma kararı verince Arınç, siyaset, yaşam tarzı ve geçmişleriyle ne kadar benzer olduklarına atıfla, "Gitme kal" çağrısı yaptı. Tanıyan herkes mutabık olur ki, siyasi görüşlerine katılıp katılmamak ayrı; ama Şener de, Arınç da akçeli alanda dürüstlükleriyle bilindiler.
O nedenle ikisinin de söylediği gibi, başkaca bir geliri yoksa, bir siyasetçinin siyasi kimliği ile büyük paralar kazanması mümkün değil.
Ama, bu noktada sanırım Arınç ile Şener arasında bir fark var. Kabul, Arınç’ın son çıkışları çok yerinde, bir ağabey çıkışı.
Buna karşın Şener’den farkı, bazı AKP’lilerin siyasetle ticareti birbirine karıştırdığını, çıkar elde etmeyi öne koyduklarını geç fark etmesi.
Acaba Arınç, bu çıkışını, arkadaşımız Çiğdem Toker’in yazdığı Şener’in hayatıyla ilgili kitabı okuduktan sonra mı yapmaya karar verdi? Çünkü, Şener orada çok ciddi iddialarda bulunuyor; AKP ile ayrılığını neredeyse sadece çıkar ilişkilerinden duyduğu rahatsızlığa dayandırıyor.
Arınç, Şener gibi istifa etmeyebilir; ancak, aptal olmadığı kesin de, acaba saf mı, yoksa gözü kapalı mı diye sormadan edilemiyor.
Bir etrafına baksa, kimlerin yaşamlarına ne gibi lüksler girdi çok net görebilir, bunlara karşı da hiç değilse sesini yükseltebilir.
EMRE GÜL’ÜN ANNEYE İFTARI
Cuma akşamı, Ankara’nın yeni gözde mekanı Big Chefs’te yemeğe gittim. İki masa ötemde, Hayrünnisa Hanım’la oğlu Emre Gül vardı. Emre, iş hayatına atılırken sermayesini aldığı annesine, daha önce defalarca gelip beğendiği mekanda iftar yemeği ısmarlıyordu. Bir anne için bundan daha güzel bir duygu olamaz sanırım. Emre, hesabını bizzat ödediği iftarda, fajitas yemeyi yeğlerken anne Gül, mutfağın karışık tadımlıkları ile yetindi. Sanırım daha rahat etmek için en dipteki masa seçildiği, yan masa da korumalara ayrıldığından Hayrünnisa Hanım, yüzü duvara dönük oturdu.
Ayrılırken de gülümseyen bir yüzle, başını selam verir gibi hafif sallamakla yetindiği için mekandaki diğer konuklarla hiç göz teması kuramadı. Hani, orta bir masa seçilse, ayrılırken göz teması kurulsaydı, Hayrünnisa Hanım, eminim etrafta rahatsızlık verecek hiçbir şey olmadığını görecekti. Bu arada Hayrünnisa Hanım, Köşk’ün mutfağından hiç memnun değil ya, gittiği her yerde aşçılardan fikir alıyor, Big Chefs’te de bunu ihmal etmedi.