SEÇMEN 7 Haziran günü demokrasiden tek adım geri gidiş istemediğini, otoriter yönetime tamamen kapalı olduğunu açık seçik ortaya koydu. Bunu da muhalefete destek vererek gösterdi, onlara büyük bir görev yükledi. Muhalif partiler AKP’yi ilk kez yenebildi, seçmenin arzusu buydu.
Seçmen, AKP’ye karşı sandıkta gerçek partisine değil, milletvekili dağılımı hesabına göre oy kullandı, çünkü hedefi Erdoğan ve AKP’ydi.
Talebi ise 13 yıllık iktidar döneminde üstü örtülen, yolsuz, haksız, adaletsiz her uygulama ve icraatın saydamlaştırılması, hesaplarının sorulmasıdır.
Yetmedi, soluklanmak isteyen bir geniş seçmen kitlesi var karşımızda.
Ekonominin yeniden rayına oturmasını, kurumlara saygınlık kazandırılmasını, hukukun üstünlüğünü, değerlerin yerli yerine oturmasını istiyor.
Bu görevi de AKP’den mutsuz olduğu için muhalefetin tümüne verdi.
YENİ BİR SEÇİM Mİ
EN baştan şunu söylemeli ki, çok partili yaşama geçildiğinden bu yana, en adaletsiz denebilecek, devletin tüm kurumları ile AKP lehinde ağırlık koyduğu bir seçim sürecini ilk kez yaşadık.
Tarafsızlığı Anayasa hükmü olmasına karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan, itiraf da ettiği gibi ‘devletin parasıyla’ meydanlara inip muhalefeti topa tuttu, AKP için oy istedi, “400 milletvekili verin” dedi.
Çok partili yaşama geçildikten sonra bu da bir ilkti.
Bununla da yetinilmedi, devletin tüm kurumları kendisi için seferber edildi, kamu çalışanlarının mitinglerine katılımı zorunlu kılındı.
Bu mitingler öncesi yerel medyada günlerce ‘milletin adamı geliyor’ sloganı ile reklamlar yapıldı, paraları da valilikler tarafından ödendi.
Saray görevlilerinin her türlü konaklama ve giderleri de böyle.
ADİL OLMAYAN SEÇİM
TÜRKİYE, Cumhurbaşkanı’nın da meydanlara çıkması, muhalefet liderlerinin tümüne etmedik laf bırakmaması, YSK’nın bu konudaki tutumu, devlet olanaklarının seçim amaçlı kullanılması gibi gerekçelerle tarihin belki de en tartışmalı seçimine tanıklık ediyor. Ne ilginç ki 30 yıldır kavgadan bıkmış olan Türkiye, bu seçim öncesinde siyaset meydanlarını daha çok iktidarın sözcüleri üzerinden ‘düşmanlar savaşına, fetih söylemine’ tanıklık etmek zorunda kaldı.
Ancak bu işin bir de 7 Haziran sonrası var, yazık ki o noktada da yine iktidarın hiç kaygısı yokmuş gibi tutum takındığı görülüyor.
Sadece siyasi rakiplerine değil, medyaya, az çok tarafsız kalabilen STK’lara karşı da çok sert, ötekileştirici dil kullanmaya devam ediyor.
AĞIZ DALAŞI YAPMAYACAK
Seçimin son dönemecinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile hem CNN Türk’te hem de dünkü uzun turunda beraber olduk; soru sorduk, yanıtlarımızı aldık, izlenimlerle döndük.
Gezi, gençlerin hareketiydi; bankta nasıl/kiminle oturacaklarını, ne giyineceklerini, hangi evlerde yaşayacaklarını, hangi diziyi izleyip neyi okuyacaklarını siyasilerin dikte ettirmesine karşı çıkıyorlardı.
Kendilerine ‘çapulcu’ dendiğinde kabullendiler, ‘gezi zekâlılar’ diye aşağılayanlara ‘gezi zekâsını’ dünya markası yaparak yanıt verdiler.
Anlayacağınız, tam da Başbakan Davutoğlu’nun 19 Mayıs’ta gençlere hitaben söylediği şu sözlere uygun davranan ‘çapulculardı’ onlar: “Dünyanın öbür köşesinde bile insan onurunu zedeleyen bir davranış varsa gençlerin seslerini yükseltmeleri, gerektiğinde ‘isyan’ duygusuyla harekete geçmekten daha doğal bir şey yoktur. Eğer bir olay oluyor da siz genç olduğunuz halde ona tepki vermiyorsanız, yaş olarak genç, ama psikolojik olarak genç değilsinizdir. Genç denilen insan nerede bir zulüm görürse, ayağa kalkar, ona karşı sesini yükseltir.”
ADİL, EŞİT, ŞAİBESİZ SEÇİM
Yazık ki AKP, o gün gençlere bu anlayışla yaklaşmadı, Gezi’nin mesajını doğru okumadı, ama gençlerin siyasete kalıcı damga vurmasını da önleyemedi.
Meydanlarda vaatlerini, Türkiye projelerini anlatan CHP, polemiklerden kaçınıyor, 13 yılda yaşanan olumsuzlukları pek dillendirmiyor.
Ne MİT ve Diyanet İşleri Başkanlığı gibi hassas kurumların seçim sürecinde içine düşürüldüğü tablodan; ne TSK, yargı, polis gibi kurumların uğradığı itibar kayıplarından söz ediyor.
Böyle olunca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meydan meydan muhalefet aleyhine propaganda yapması da CHP’den ciddi eleştiri almıyor.
Centilmenlik kurallarının yerle bir edilmesi, hakem olması gereken devletin var gücü ile iktidar tarafını tutması da CHP’nin bu tavrını değiştirmiyor.
KARARSIZLAR VE SANDIK GÜVENLİĞİ
Bu stratejiyi çizen isimlerle dün yine konuştum, ‘Değişiklik yok’ deyip gerekçelerini şöyle anlattılar:
“Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin sorunları ve çözümleri ile meşgul. Çıtası yüksekte, Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a laf yetiştirerek o çıtayı aşağı çekmeyecek. Her ay en az iki anket yaptırıyoruz, ‘ne dedik, ne sonuç aldık’ sürekli görüyor, o verilere göre ilerliyoruz. Halk, Erdoğan ile devletin ne yaptığını, nasıl bir parti devleti kurulduğunu çok iyi anlamış. Bunu tekrar anlatmamıza gerek kalmıyor.”‘Centilmenlik’ dışı tüm uygulamaları AGİT ve AB temsilcilerine ise ayrıntılı anlattıklarını belirten CHP yöneticileri sonuçtan memnunlar.
Sahada dolaşınca ilk fark edilen, HDP’nin seçime parti olarak girme kararı karşısında AKP’nin baraja sarılarak ayağına kurşun sıktığı gerçeğidir.
Barajı düşürmeyerek stratejik hatayı yapan AKP, Kürt seçmeninden kitlesel kopuşa uğrarken, muhalifi Türk seçmenin bir kısmını da HDP’ye yöneltmiş.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile AKP sözcülerinin HDP’ye orantısız yüklenişi de iki koldan ilerleyen bu seçmen kaymasına etki etmiş.
Bu hamle ile HDP’ye barajı aşırtan AKP, oy kopuşuna, kitlesel milletvekili kaybını da ekleyecek gibi; oysa baraj düşürülseydi bu kayıp sınırlı kalabilecekti.
FOTOĞRAFLAR ÜST ÜSTE OTURDU
Herkes kabul ediyor ki, bu seçimin vaat farkını atan partisi CHP oldu.
ÜÇ büyük muhalefet partisinden CHP, bu seçimde meydanlarda neredeyse ‘sıfır siyaset, tamamen vaat’ politikası izlerken, iki zıt uç MHP ve HDP ise Cumhurbaşkanı Erdoğan ile AKP’ye etmedik laf bırakmıyorlar.
Çukurova’da bu iki partinin mitinglerini izledim; Devlet Bahçeli ve Selahattin Demirtaş ile sohbet edebildik, ‘Aynen devam’ dediklerini gördük.
İki partinin de birbirlerine karşı duruşlarında hiçbir değişiklik yok, ancak en azından Çukurova’da kullanılan dilin özenli olduğunu belirtmeli.
HDP’ye yapılan saldırılar sonrası bunun ayrı bir anlam kazandığını görmeli.
ZAMANLAMADAKİ RASTLANTI
Neden mi? Çünkü çok profesyonel bir saldırı ve zamanlama var.
MERAL Akşener, yaklaşık 20 yıldır tanımaktan onur duyduğum bir siyasetçi.
Eşi ile bana sık sık ‘Sizi gidi eski yoldaşlar’ diye takılsa da Tuncer Bey iyi bilir ki ben ailede ‘kız tarafıyım’.
28 Şubat sürecinde, güç sahiplerine meydan okumuş o Akşener’e iftiranın en karasını çalmaya çalışanlara ‘salak’ demek dahi iltifat olur
Öyle bir temiz kayaya çarptılar ki, akılları sıra yaranmak istedikleri dahi Akşener’i savundu, destek çıktı.
Bu desteklere alkış; ama yetmez, deriz.
Neden yetmediğini de yine Akşener’in sözleri üzerinden anlatayım.
28 ŞUBAT DAHA NAİF KALDI