Mesih Wilson kimdir?

Hep CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu mu soracak, biz de Başkan Obama’ya soralım dedik! Kim bu Wilson? Sizin için önemi nedir? Onun yolundan mı yürüyorsunuz? Avrupalılar, mazlum halklar onu niye "büyük kurtarıcı" olarak gördü? Aydınlar, İstanbul’da adına neden cemiyet kurdu? Mesih miydi? Hz. İsa olduğuna mı inandırıldı? Zapata’ya, Pancho Villa’ya ne yaptı? İnsanlar sonra niye hayal kırıklığına uğradı? Ve son soru: Ermeni ve Kürt meselesine yaklaşımıyla sizinki aynı mı?..

ADI: Thomas Woodrow Wilson.28 Aralık 1856’da doğdu, 3 Şubat 1924’te öldü. 1913-1921 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı yaptı.

Obama gibi Demokrat Parti’dendi.

Obama gibi hukukçuydu; sonra akademisyenlik yaptı; Princeton Üniversitesi rektörlüğünde bulundu.

Ardından politikaya girdi; başkan oldu.

Bu kısa bilgilerden sonra Başkan Wilson’ın siyasal duruşunu öğrenebilmek için ABD’nin ondan önceki politik doktrinine bakalım:
/images/100/0x0/55eb539cf018fbb8f8ba195a
ABD tarihine baktığınızda dış siyasetinin belirli dönemlere ayrıldığını görürsünüz. 1823 Monroe Doktrini, Amerika dış politikası için bir başlangıç sayılabilir. ABD’nin değişmez "anayasası" olan bu doktrin kabaca şunu içeriyordu:

- Avrupalılar artık topraklarımızda yeni bir koloni kuramaz.

- Kendi siyasal-dini sistemlerinin propagandasını bizim topraklarımızda yapamaz.

Yani diyorlardı ki; biz verimli zengin kıtamızda mutluyuz; ne Avrupa bize karışsın, ne de biz Avrupa’ya karışalım.

ABD bu doktrin sayesinde 19. yüzyıl boyunca Avrupa’nın çatışmalı dünyasından uzak durdu; kendi kıtasında büyüdü; ekonomik gelişme çizgisini kendi duvarları ardında tamamladı. Çok da zenginleşti.

Ve iç pazarını fethetmiş her düzenin/ülkenin dışarıya açılması bir "siyaset yasası"dır; ABD de öyle yaptı, sömürge edinme politikası gütmeye başladı.

İngiltere, Fransa ve ardından Almanya, İtalya, Rusya, Japonya dünyayı paylaşma mücadelesine girmişlerdi. Amerika bu rekabetinin gerisinde kalamazdı.

ABD’de emperyal güç haline gelme politikasını uygulayan dört başkan çıktı:

1897’de İspanya’ya savaş açan gözü kara William McKinley.

1901’de "büyük sopa" politikasını uygulayan popüler Teodore Roosevelt.

1908’de Çin’e ve Latin Amerika’ya "dolar diplomasisi" yürüterek baskı yapan William Taft.

1913’te Birinci Dünya Savaşı’na katılan -bizim Obama’ya sorduğumuz- Thomas Wilson.

ABD bu dört başkan döneminde Monroe Doktrini’ni çöpe attı, "dışarıya açıldı". O tarihten bugüne 100 yıldır süren "globalizm" dönemi başladı. Bunun en önde gelen temsilcisi Wilson’du. Oysa...

Wilson seçimlere sömürgecilik politikasını eleştirerek girdi. Dışa yönelik askeri harcamaların önemli ölçüde kesilmesini, çiftçilere, sanayicilere krediler verilmesini savundu.

"Yeni özgürlük" adıyla bilinen bir ekonomik ve siyasal program açıkladı. Banka ve para sisteminde köklü değişiklikler yapacağını vaat etti. Gümrük tarifelerini düşürecekti.

Uzatmayayım, yıllar sonra seçimi kazanan Demokratlar, Wilson sayesinde Beyaz Saray’a yerleşti.

Gençlerin ve kentli orta sınıfın oylarını alan Wilson, seçim meydanlarında söylediklerini unuttu.

Çünkü reel politika farklıydı.

Büyük kurtarıcı başkan

Başkan Wilson, ABD’nin 100 yıllık politikalarını değiştiren karizmatik siyasi bir lider ve kimilerine göre ise "mesih" olarak dünya siyaset sahnesine çıktı.

Wilson’a göre, Amerikan mallarının gittiği her yere Amerikan -siyasi, iktisadi ve kültürel- düzeninin gitmesi şarttı.

Yıllardır dikensiz gül bahçesinde ekonomisini büyüten ABD’nin ilk hedefinde, Latin Amerika, Pasifik ve savaşlar nedeniyle bitkin düşmüş Avrupa ile Ön Asya vardı.

1917’de Rusya’da Çarlığın devrilmesi; Almanya’nın gittikçe çökmesi; Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu’nun her an yıkılıp dağılacak olması, ABD’nin iştahını kabarttı.

Ve Birinci Dünya Savaşı’nın son yılında "büyük adım" atıp savaşa girdi.

Ancak harbe girişini, "Aman gideyim şu ganimetlerden biraz da ben kapayım" havasında yapmadı. Avrupa topraklarına ateşli silahlarından önce psikolojik silahlarını soktu. Örneğin; Wilson, "savaş kararını aldığı zaman kabinesi önünde hüngür hüngür ağlayan bir devlet adamı" imajıyla tanıtılmaya başlandı.

O kadar barışçıldı yani!

Wilson hemen "büyük kurtarıcı" rolünü üstlendi. İşsiz-evsiz-aç kalan milyonlarca çaresiz insanın umudu olarak gösterildi. Bolşevikler’in Rusya’da iktidara gelmesinden korkanların da güvencesiydi o.

"Kurtarıcılıkta" Lenin’in rakibiydi!

Wilson Prensipleri çalıntı

Tarih: 8 Ocak 1918.

Harbe girme kararı alan ABD Başkanı, kendi adaylı bilinen "Wilson Prensipleri"ni açıkladı.

Sömürge topraklardaki uluslara kendi kaderini tayin hakkı verilmeli; uluslararası bütün ekonomik engeller kaldırılmalı; Avrupa, Ön Asya sınırları yeniden çizilmeli; milletlerarası barış teşkilatı kurulmalı gibi 14 maddeyi kapsıyordu Wilson Prensipleri.

Wilson Prensipleri, başta Avrupa olmak üzere dünyada heyecan dalgası yarattı.

Savaştan çıkmış acılı insanların umudu oldu; dünyaya yeni bir düzen getireceğine inanıldı. Dünyanın ezilenlerinin gözünde Başkan Wilson, yeni dünyadan gelmiş barışçıl bir kahramandı. Wilson ilkeleri sanki ezilen halkların kurtuluş programı idi. Wilson Prensipleri, Lenin’in "ulusların kendi kaderini tayin hakkı" ilkesiyle karşılaştırıldı.

Not eklemeliyim: Aslında Wilson Prensipleri; Bolşevikler’in savaştan çekildiklerini açıklayan 22 Aralık 1917’deki Brest-Litosk Konferansı’ndaki barış programı maddelerinin neredeyse tıpatıp benzeriydi.

Ama bunu kim bilirdi ki...

Sonuçta Wilson, Bolşevikler’in etkisini silmede başarılı oldu ve Rusya Devrimi’ni alkışlayan Avrupa Sosyal Demokratları o günlerden sonra Lenin’den çok Wilson’a yakın oldu. Herkes Wilson’da kendini buldu; sosyal demokratlar Wilson’u "sosyalist"; muhafazakárlar yeni "mesih-peygamber"; ulusal kurtuluş savaşı verenler ise "halkların ağabeyi" olarak gördü. Batı’nın liderliği artık yavaş yavaş Washington’a geçiyordu.

Bu arada bu maddelerin çoğuna da uyulmadığını, Wilson Prensipleri’nin káğıt üzerinde kaldığını yazmalıyım. Fakat buna rağmen Birinci Dünya Savaşı’ndan kazançlı çıkan tek ülke ABD oldu.

Aziz mertebesine çıkarılan başkan

Birinci Dünya Savaşı sonrası Başkan Wilson, milyonlarca kişinin öldüğü, eskimiş ve yıkılmış Avrupa’yı ziyaret etti.

Avrupalılar ellerinde ABD bayraklarıyla Başkan Wilson’u sokaklarda coşkuyla karşıladılar.

Gazeteler, Wilson için "büyük kurtarıcı" manşetleri attı.

Çizilen karikatürlerde; Wilson, Bolşevizm tehdidinden korkan, eskimiş Avrupa’ya güneşi getiren adam olarak tasvir edildi.

Ve sıkı durun...

Wilson pek çok ülkede İsa’ya benzetildi.

Kimi ise ona "Mesih" dedi!

"Aziz" Wilson’un fotoğraflarının altında mumlar yakıldı. Önünde diz çökülüp dualar edildi.

Parantez açayım: Wilson başkanlığının son yılında ağır hastalıklarla mücadele etti ve o dönemde kendini "Tanrı’nın resulü; İsa" zannetti! Propagandaya kendisi de inanmıştı.

Neyse... Biz Wilson’un Avrupa’da estirdiği rüzgára geri dönelim.

Çünkü bu oluşturulan hava İstanbul’u da çok etkiledi...

İstanbul’da bir cemiyet

Tarih: 4 Ocak 1919.

Robert Koleji’ndeki toplantılar sonucu İstanbul’daki münevverler "Wilson Prensipleri Cemiyeti"ni kurdu. Bu sivil toplum kuruluşunun merkezi, Nuruosmaniye’deki Zaman Gazetesi bürosuydu.

Kurucuları; Halide Edip, Celaleddin Muhtar, Ali Kemal, Hüseyin Avni, Refik Halit gibi Osmanlı’nın tanınmış münevverleriydi.

Derneğin üyelerinin çoğunluğu gazeteciydi:

Sabah başyazarı Ali Kemal, İkdam başyazarı Celal Nuri, Akşam başyazarı Necmettin Sadak, Yeni Gazete başyazarı Mahmud Sadık, Vatan başyazarı Ahmet Emin, Yeni Gün başyazarı Yunus Nadi, Zaman yazarı Cevat.

Osmanlı münevverleri, Başkan Wilson’u "kurtarıcı" olarak görüp methiyeler yazdılar. O zor koşullar altından kurtuluşun ancak ABD’nin desteğiyle olacağına inandılar.

Bu nedenle bir tür kolonileştirme amacı taşıyan "manda isteriz" taleplerini yazıya döktüler.

Bu düşünceye sahip olmalarının nedeni, Avrupa gazetelerinde okudukları Wilson’u göklere çıkaran makalelerdi.

Doğrusu Başkan Wilson da güzel laflar etmeyi biliyordu. "Barbar ülkelere uygarlık götüreceğini" söylüyordu. Sihirli sözcüğü "özgürlük" ve karizmatik oluşu, Osmanlı münevverlerini mest ediyordu.

Oysa Wilson, Batı’nın iktisadi ve siyasal egemenliğine özünde karşı çıkmıyor, sadece biçimini değiştiriyordu. Manda/kolonileştirme aslında sadece sömürünün biçim değiştirmiş haliydi.

Kuşkusuz insanlık tarihinin böylesine büyük altüstler yaşadığı bir dönemeç noktasında Wilson’un "kurtarıcı" olarak görülmesi anlaşılabilir.

Ancak pek çok mazlum ülke insanı, aydını, burjuva demokratı aldatıldıklarını sonra anladı.

Avrupa’da barışsever gözüken Wilson, Amerika kıtasında diktatördü. Meksika’ya, Dominik Cumhuriyeti’ne, Haiti’ye, Küba’ya, Panama’ya, Nikaragua’ya ve Honduras’a Amerikan askerlerini göndermekten hiç çekinmemişti.

Mazlum halkların lider olarak örnek aldığı Emiliano Zapata’ya, Pancho Villa’ya neler yaptığı; o köylü isyanlarını nasıl bastırdığı Avrupa’da ve Doğu’da ancak zamanla duyulacaktı.

Nobel Barış Ödülü sahibi Wilson’un yumuşak tavırlarının, güler yüzünün altında ne sakladığı sonra görülecekti. "Mesih" Wilson aslında dünyayı ülkesinin çıkarına göre düzenlemek isteyen "Büyük Patron"du, hepsi bu!

21’inci yüzyılın başında birileri (Örn. Amerika’daki İslam ulusu lideri Louis Farrakhan) Obama’nın "mesih" olduğunu iddia ediyor!

Bakalım bu süreç nerelere varacak...

Başkan Obama General Harbord adını hiç duydunuz mu

TARİH: 1 Ağustos 1919. /images/100/0x0/55eb539cf018fbb8f8ba195c

ABD Başkanı Wilson, General James G. Harbord (1866-1947) başkanlığındaki bir heyeti, Ermeni katliamı ve "Ermenistan" mandası konusunda inceleme yapması için görevlendirdi.

General Harbord başkanlığındaki heyet, Washington gemisiyle İstanbul’a geldi.

Ardından Batum üzerinden Ermenistan’a geçti.

Ermenistan’da Katolikos’u ve 5. Kevork’u ziyaret etti. Buradan Anadolu’ya geçti; Van’ı, Bitlis’i gördü. Burada 1915 katliamına tanıklık etmiş kişilerle görüştü.

General Harbord 16 Ekim dönüş yolunda gemide raporunu kaleme aldı.

Rapora göre:

Türkler; vakur.

Kürtler; pejmürde kılıklı.

Gürcüler; makul.

Azeriler; kuşkucu.

Ermeniler; yetenekli. /images/100/0x0/55eb539cf018fbb8f8ba195e

Araplar; vahşi idi.

General Harbord’un raporu Türkler hakkında beklenmedik olumlu nitelemelerle doluydu.

Örneğin; bölgedeki Amerikan misyonerleri Ermenileri değil; sempatik, tembel ama zevk düşkünü Türkleri sevdiklerini söylemişlerdi.

Rapor ırk temelinde akraba olmalarına rağmen Ermeni ve Kürtlerin birbirlerinden nefret ettiklerini belirtiyordu.

Harbord’u etkileyen; ister Türk, ister Ermeni, ister Kürt olsun bölgede yaşayan insanların tümünün yoksulluğu, perişanlığı, açlığı oldu. Her milletten ortada kalan yetim çocukların durumları yürek parçalayıcıydı.

Doktor ve ilaç bulunmayan bölgede sadece tifüsten ölen Türk askerlerinin sayısının 600 bin civarında olduğunu bildiren Harbord raporuna; ölüm oranındaki çokluğa, açlık ve yetersiz sağlık koşullarının büyük etkisi olduğunu yazdı.

Kuşkusuz General Harbord raporunda Ermenilere yapılan büyük kıyımlara da değindi. Ancak bunun yanında Ermenilerin yaptığı katliamlardan da bahsetti. Raporunda, Ermenilerin yaptıklarını anlatan gözü yaşlı Kürtlerin sözlerine yer verdi.

Heyet incelemeleri sonunda, Türkler ile Ermenilerin yüzyıllarca bir arada, barış ve güvenlik içinde yaşamış oldukları görüşüne yer verdi. Ayrıca, Türklerin Ermenilere karşı herhangi bir şekilde soykırım hazırlığında bulunmadıklarının altını çizdi. Rus sınırında yığınak yapılmış olduğu ve Erzurum civarında sivil halkın Ermenilere saldırıya hazırlanmakta olduklarına ilişkin en ufak bir kanıta rastlanmadığı da raporda belirtildi.

Tam tersine, sınır bölgesindeki Türklere sınırı aşmamaları için çok sıkı emirler verilmiş olup, buna karşılık, isteyen Ermenilerin, Türk Ermenisi olduklarını kanıtlamak şartıyla Türkiye’ye girişlerinin serbest bırakıldığını gözlemlerine dayanarak yazdılar.

Ermenilerin bir bölümünün evlerine döndüğü, mülklerini yeniden edinmeye başladıkları, hatta bir bölümünün geçmiş zaman için kira almaya başladıkları da raporun tespitleri arasındaydı.

Bölgedeki nüfus meselelerine de değinen General Harbord raporunda, bir iki yer dışında Ermenilerin çoğunluk oluşturmadıklarının altını çizdi.

Ermeni sorununun Ermenistan’da çözülemeyeceğini belirten rapor, Osmanlı ve Rusya’nın nasıl tepki göstereceklerinin önemli olduğunu vurguladıktan sonra; biri Ermenistan’da diğeri Anadolu’da "iki Ermeni mandası" kurulabileceğini ancak bunun da ekonomik olmayacağını öngörüyordu.

Sivas’ta Mustafa Kemal’le de görüşen General Harbord, raporunu ABD Senatosu’na ne zaman sundu dersiniz:

24 Nisan 1920’de!

Yani her yıl dünyayı ayağa kaldıran sözde "Ermeni Soykırımı" günü.

Başkan Obama bakalım, hangi 24 Nisan’ın gerçeğine inanacak?

Diasporanın politik söylemlerine mi, yoksa vatandaşı General Harbord’un raporuna mı?..

Obama’yı zor günler bekliyor

ABD’nin 28. Başkanı Thomas Woodrow Wilson da Barack Obama gibi dünyada olumlu rüzgárlar estirmişti. Ancak birçok insan daha sonra Wilson’un kendilerini aldattığını anladı. Bakalım Obama’nın akıbeti ne olacak?
Yazarın Tüm Yazıları