Küçük dokunuşlar

İZMİR çok güzel bir kent.

Haberin Devamı

Hatta, biz “Akdeniz’in incisi” diyoruz, ama dünya ölçeğinde “en yaşanılası kentler” sıralamasında esamemiz bile okunmuyor.

Böylesi bir klasmana terfi edebilmek pek çok faktöre bağlı.
Havası, suyu, körfezi, tarihi dokusu... Bu konularda yaptığımız yanlışlar ortada.
Artık hepimiz daha dikkatli olmaya çalışıyoruz.
Bu kentin tarihi binlerce yıl öteye gitmesine rağmen günümüze yansıyan geleneklerimiz yok gibi...
Maalesef, bilinen sebeplerle Cumhuriyet öncesi geçmişimizi pek sahiplenmemişiz.
Oysa; Hristiyan, Yahudi, Antik Yunan, Çaka Bey, Şeyh Bedrettin, Osmanlı... Muazzam bir mirasın üzerinde oturuluyor.
İzmir’i anlatan pek çok Hristiyan gezginin kitapları, henüz dilimize çevrilmedi.
Buralarda, “rivayet” ağırlığında bile olsa, enteresan kent efsanelerini gün ışığına çıkartıp, pazarlamak mümkündür.
İzmir’in bu neviden tekniklerle “renklendirilmeye” ihtiyacı var.
“Hıdırellez” Çingene kimliğimizle bizim olan müthiş bir potansiyel.
500 yıllık boyoz ya da Kemeraltı’ndaki 9 sinagog üzerinden Yahudi boyutumuz neden yeterince parlatılmaz?
Metropolit atama töreninde Sayın Patrik’in o içimize işleyen konuşması üzerinden niçin Rum geçmişimizle kaygısız, kompleksiz, iç içe geçerek Ortadoks turizmi yaratmayız?
Bu memlekete düşen ve yaşam sevincimizi tetikleyen üç “cemre”, neden ait olduğu günlerin bir karnavala dönüştürülmesine sebep olmaz?
Mesela, Özgörkey Ailesi’nin de desteği ile “eski otomobiller resmi geçidi” neden uluslararası boyuta taşınamaz?
Kabotaj Bayramı, üzerinde dev caz-band’ların kurulduğu “mavnalarla” turistleri kendinden geçiren bir etkinliğe dönüştürülmez?
Dünyaya meydan okuyan “Türk Dizilerinin” Altın Portakalı, hatta Oscar’ı niçin İzmir’de festivale dönüştürülmez...
Diyeceğimiz, “büyük değişim, küçük dokunuşların toplamıdır.”

-----

Senyörle takışmak olmaz

Haberin Devamı

EKONOMİDE “altın kural” diye ifade edilen bir ilke vardır.
“Altını olan kuralı koyar.”
Bugünün dünyasında “kural koyucu” ABD’dir.
Üstelik, karşılığında altın falan koymadan, matbaada bastığı dolarlara takdir ettiği değeri kimseye sormak ihtiyacı içinde değildir.
Buna, “Senyoraj” hakkı deniyor.
Bizim gibilere ise acıdır, haddini bilmek kalıyor.
Haa, orta gelir tuzağına kapaklanmasaydık, yapısal reformları ısrarla ertelemeseydik, demokrasi standartlarımızı yerle bir etmeseydik, ekonomi ile ilgili konularda, bir parça lafımız dinlenir olabilirdi.
Açık söylemek gerekirse, global düzene ilişkin yeni yaklaşımlar getirmeye çalışmamızın hiç bir karşılığı yok. Diğer deyişle “boş konuşuyoruz”, bağlı olarak, ciddiye alınmadığımız gibi, ödeyeceğimiz bedeli de arttırıyoruz.
Hayat keşke Cumhurbaşkanının söylediği gibi olsa.
Bu söylemler belki iç siyasette işe yarar, onun sınırı da sıradan insanların olumsuz etkilemeye başladığı noktaya kadardır.

-----

100-150 yıllık bulut

Haberin Devamı

TÜRKİYE’de, öyle konjoktürel addedilecek, kısa vadeli bir “değişim” yaşanmıyor.
Yani “Laikler”, diyelim bir sabah kötü bir kabustan uyanacaklar ve ülkenin başına yine, mesela İsmail Cem tarzı birileri gelecek. Böyle bir dünya yok.
Farkında olsak da olmasak da bu coğrafyalarda, 1839’lar da başlamış “batılılaşma treni”nin lokomotifi sökülmeye başlandı.
Hal böyle olunca, Avrupa Birliği değerleri ile mesafemiz açılıyor.
Bu “ayrı düşmüşlük” durumu, teokratik bir modele dönüşür mü?
Bu yaklaşıma banko “hayır” diyebiliriz.
Hani iktidarın, TV’lerde vahabi yorumlar yapan marjinallere ses çıkartmamasını abartmayın.
Laiklerin telaşla kaynamasından “Hınzır bir keyif” alıyorlar.
Yoksa, hiçbir iktidar; mezhep, tarikat hiyerarşisine dahil olup, gücünü paylaşacak kadar cömert değildir.
Konumuza dönersek, vazgeçilen “batılılaşma”dan murat nedir?
Bakınız, batı medeniyeti, istikametinizi oraya çevirdiğinizde, odağına “insanın” oturtulduğu bir evrensel demokrasi tercihidir.
Türkiye’yi hali hazırda yönetenler “dini ve milli kimliği”, “insan kimliğinin” önünde tutarak farklı bir anlayışa yöneldiler.
Kuvvetler ayrılığı, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar, yerlerini, dağınıklık ve zaman kaybına geçit vermeyen bir güçlendirilmiş “otorite”, vatan hainlerinin yok edilmesi, devletin bekasının her şeyin üstünde olması gibi “demokrasi dışı” değerlerin geçerli olduğu modellere terk etmeye başladı.
Tabii ki, geniş halk kitlelerinin desteğini sağlamak için İslami ve Milliyetçi sos, ağır bir kıvamla otoriterliğin üstüne sıvanacaktır.
Bu ülke yönünü “uzun” vadede tekrar “muasır medeniyete” çevirir. Zira “huzur” oradadır. Ancak, “orta” vadede “evrensel değerlerden uzaklaşmış”, “kısa” vadede “çalkantılı” bir Türkiye fotoğrafı, an itibariyle gerçekçi duruyor.
Kısa vadeden kastımız, önümüzdeki 10-15 yıldır.
Orta vade, bu süre geçtikten sonra takip eden 100-150 yıldır.
Sonrası ise “uzun” vadedir.
Nasıl derler, torunlarımızın torunları itibariyle “enseyi karartmak” gerekmiyor.

Yazarın Tüm Yazıları