Paylaş
DB Positive bünyesinde verdiği deneyimsel ‘Hayatın Ritmi’ eğitimi sonrasında bir araya geldiğimiz Özgür Atanur ile iş dünyasında yeniden yazılan aidiyet, motivasyon, verimlilik kavramlarından, eğitimlerde öne çıkmaya başlayan sanatsal deneyimlere uzanan bir sohbet gerçekleştirdik.
- Kariyerinizde yöneticilikten müzisyenliğe kadar pek çok dal bulunuyor. Çalışma hayatınız boyunca nasıl motivasyon sağladınız?
24 yıllık medya profesyoneliyim. Gazetecilikten dergi editörlüğüne, kitap ve dergi yayıncılığından televizyonculuğa, proje içeriklerini koordine etmeye kadar medyanın her kademesinde hem üretici hem yönetici olarak çalıştım. Yaratıcı sektörlerde çalışmanın en zor yanı sürekli üretken, farklı ve proaktif olmak. Bu doğrultuda motivasyon kaynaklarınız tükenme noktasına gelebiliyor. İşte bu aşamalardaki en önemli esneklik ve dayanıklılık kaynağım hep sanat, müzik ve ritim oldu.
- Sanat hayatınızda hep var mıydı?
Profesyonel iş hayatına ‘Sanat İşçisi’ olarak Zafer Diper’in Bizim Tiyatro oluşumuyla başladım. Burada almış olduğum tiyatro eğitimi ve bakış açısı, bir oyunun yazılması, oyunlaştırılması, sahne dekorunun, ışığının, müziğinin, oyuncuların yönetimi süreci iş hayatımda, yöneticiliğimde, proje yönetiminde, ikili ilişkilerimde çok önemli katkılar sağladı. Müzisyenlik de ‘crème de la crème’ diye tanımlayabileceğim kaymak tabakayı oluşturdu.
- Ritim uygulama teknikleri ile nasıl tanıştınız?
Lise yıllarımdan bu yana farklı gruplarda perküsyon ve bateri çalıyorum. Bu tutkum, 5 yaşındayken babamın elime bir darbuka vermesiyle başladı. Beden müziği konusunda dünyaca ünlü Brezilyalı Fernando Barba ve İspanyol Jepp Melendez’den eğitimler aldım.
ALINGAN BİR TOPLUMUZ
- İş dünyası için motivasyon konusunda gözlemleriniz ne oldu?
Motivasyon; zihinsel, fiziksel ve duygusal bataryalarınızın doluluğuyla çok ilgilidir. Bu nedenle bir yönetici, çalışan her güne bir aktör/aktris gibi hazırlık yaparak başlamalı. Ülkemizde çalışanlar buna çok dikkat etmediği için çok çabuk motivasyon kaybı, moral düşüklüğü yaşayabiliyorlar. Deneyimlerim doğrultusunda iş dünyasında alıngan bir toplum olduğumuzu söyleyebiliriz. Pek çok konuyu kişisel algılıyor, varsayımlar üzerinden hareket ederek çok çabuk şekilde demotive olabiliyoruz.
BEDEN MÜZİĞİ AHENGİ SAĞLIYOR
- Sizin çalışma hayatınızda kırılma noktalarınız oldu mu? Nasıl başa çıktınız?
Elbette her çalışan ve yönetici gibi pek çok kırılma noktası var hayatımda. Müzik, insanın duygu durumunu hemen değiştirebildiğinden zor anlardaki en önemli motivasyon ve motive etme kaynaklarımdan biri oldu. Ekiplerle birlikte yaptığımız dinleme seansları, beden müziği uygulamalarıyla sözsüz diyalog çalışmaları, iletişimin çıkmaza girdiği, motivasyonun azaldığı durumlarda ahengi geri yakalamamızda hep faydalı oldu.
- Sizin motivasyon sağlamak konusunda unutamadığınız bir deneyiminiz var mı?
En önemli deneyimlerden biri, 2015’te G20 Türkiye Zirvesi kapsamında oluşturduğumuz Türkiye’nin kültürel tanıtım alanı ‘Home Culture Zone’ projesiydi. 4 bin metrekarelik alana kurulum ve dört gün sürecek etkinlik organizasyonunu dokuz gün gibi mucizevi bir sürede tamamlamak zorunda kalmıştık. Tüm ekip olarak motivasyonumuzun en üst noktada olması gerekiyordu çünkü en ufak bir zaman kaybı işin başarısızlıkla sonlanması demekti. Zihinsel, fiziksel ve duygusal bataryalarımızı her günün sabahında iyi planlayarak çok az zamanda dünyada çok olumlu etkiler yaratan bir projeyi başarıyla tamamladık.
ÇALIŞANLARIN İÇ DÜNYASINDA AÇILIM
- Çalışanların motivasyonunu sağlamada geleneksel eğitimlerden yaratıcı uygulamalara nasıl bir geçiş oldu?
21. yüzyıla kadar şirketler, yöneticiler çalışanlarının dışsal motivasyon kaynaklarını geliştirmek için çözümler üretmeye ve bu doğrultuda eğitimler vermeye odaklandı. Ne var ki Milenyum Çağı’yla birlikte teknolojinin, mobil çözümlerin, ‘Nesnelerin İnterneti’nin gelişmesiyle birlikte insanlar kendilerini bu hıza adapte etmekte zorlanınca içsel motivasyon kaynaklarının önemi anlaşılmaya başladı. Yaratıcılık, kendini gerçekleştirme, farkındalık, ahenk, akış, ‘resilience’ adı verilen zihinsel, fiziksel ve duygusal dayanıklılık gibi kavramların ve eğitimlerin hayatımıza girmesi sadece iş dünyasında değil insanların iç dünyalarında da açılımlara yol açtı. Bu doğrultuda sadece teknik eğitimlerin tek başına yeterli olmayacağı, çalışanların motivasyonlarını artırmak için farklı çözümlere ihtiyaç olduğu ortaya çıktı.
- Özellikle kullanılan yöntemler nelerdir?
Günümüz dünyasında ve iş hayatında gerekli kişisel gelişim eğitimlerini, sanatsal deneyimler ve atölye çalışmaları yoluyla tamamlıyoruz. Bu yöntemle bireylerin analitik düşünce ve entelektüel gelişimlerine pratik yolla yani sanat ve estetik disiplinle katkıda bulunuyoruz.
YARATICI İLETİŞİM YOLCULUĞU
- Sanatsal deneyimler çalışanların hangi yönlerini harekete geçiriyor?
Hikaye anlatıcılığı, resimle ifade becerileri, ritim perküsyon ve beden müziğiyle yaratıcı iletişim gibi sanatsal yöntemlerle desteklenen teknik beceri eğitimleri ve uygulamaları günümüzde iş dünyasında yaşanan negatif ortama karşılık pozitif bir çözüm getiriyor. Bu pozitif çözüm içinde katılımcılar; elleri, yürekleri ve kafalarıyla birlikte yol alıyor. Bu yaratıcı yolculuk sırasında sezgi, duygu, hayal etme, duyu organları bir arada çalışıyor.
TAKIM OLMAYI SAĞLIYOR
- Siz eğitimlerinizde nasıl bir teknik uyguluyorsunuz?
Doğan Egmont’ta yayın direktörlüğü yaptığım dönemde uluslararası bir programın parçası olarak farklı modüllerde ve ülkelerde yürütülen ‘Genç Liderler’ eğitimine katıldım. Bir liderin, yöneticinin yetişmesinde ihtiyaç duyulan her konuda teknik anlamda çok iyi yetiştirildik. Ne var ki etkili iletişim, farkındalık, yaratıcılığın tetiklenmesi ve farklılık yaratacak bakış açılarını yerleştirmek konusunda bu eğitimlerin eksik kaldığını fark ettim. Tıbbi yöntemlere destek olan alternatif tıp uygulamaları gibi sanatın, müziğin ve ritmin bu eğitimlerdeki çıktıları çok hızlandıracağını kavrayarak eğitim teknikleriyle müziği ve ritmi birleştirdim.
- Çalışanlar üzerinde görülen etkileri, sonuçlar nelerdir?
Kurumlarla yaptığımız ritim ve beden müziği çalışmalarında da görüldüğü gibi birbiriyle iletişim kurmayan çalışanları kaynaştırmanın, takım olmayı ve yaratıcılık süreçlerini hızlandırmanın, ekipleri motive etmenin, iç potansiyeli keşfetmenin ve en önemlisi ekip arkadaşlarıyla birlikte mutlu olma ve iyi hissetmenin en etkili yolu, birlikte müzik yapmak ya da sanatsal bir çıktı üretmek.
-Yaratıcılığın artırılması iş hayatına nasıl yansıyor?
Şirketlerin gayri safi mutluluk endekslerini çok artırdığı aşikâr. Genel değerlendirmelere ve katılımcıların yüzüne yansıyan sonuçlar hem Türkiye’de hem yurt dışında çok olumlu. Bu atölyeleri Belçika ve Fransa gibi ülkelerdeki beyaz yakalara da uyguladık. Sonuç; müziğin, sanatın evrenselliği doğrultusunda orada da aynı etkiyi yarattı.
HERKES MÜZİSYENDİR
- Sanat aktiviteleri genellikle yetenekle bağdaştırılan şeyledir. Çalışanlarla yaptığınız aktivitelerde yapamam gibi ön yargılarla karşılaşıyor musunuz?
Çok basit bir mottoyla hareket ediyorum: “Herkes müzisyendir”… Her şey etkileşimle başladı. Bir sıvının içinde hayatla ilk ilişkimizi işiterek kurduk. İlk önce annemizin kalbini, organlarının sesini, dış dünyanın uğultusunu, babamızın seslenişlerini duyduk. Müzisyen doğduk… Bu felsefeden hareketle atölyelere ya da eğitimlere katılan herkes unuttuğu müzisyenliğini yeniden yakalama şansı bulduğundan böyle bir önyargı varsa da eğitimin daha başında hemen ortadan kalkıyor. Direnç göstermeye meyilli katılımcılar çalışmanın sonunda en çok coşanlar oluyor.
- Üretkenlik ve mutluluk ne kadar bağlantılı? Bu konuda bir tavsiyeniz var mı?
Mutluluk bir sonuç değil bir süreçtir. Bu doğrultuda üretmeyi de emek ve hazırlık isteyen, sürekliliği koruyabilmek için kondisyon gerektiren bir süreç olarak tanımlayabiliriz. Dolayısıyla kesinlikle bağlantılı. Sadece çalışanlara değil herkese tavsiyem mutluluğun elde edilecek bir sonuç olmadığı sürecin kendisinin asıl mutluluk kaynağı olduğunu unutmamaları.
KLASİK YÖNTEMLER SORGULANIYOR
- Özellikle genç kuşakların çalışma hayatındaki motivasyonu, işe adapte olma konusundaki zorluklar hakkında görüşleriniz nelerdir?
Mevzubahis genç kuşaklar olunca klasik yöntemler tamamıyla yeniden sorgulanır hale geliyor. İnsan felsefesinin, teknolojinin, ekonominin ve hatta bilimin bu kadar kökten değiştiği bir çağda hala basmakalıp İK yöntemleriyle yaratıcı ve verimli sonuçlar almak mümkün değil. Artık zamandan, mekandan bağımsız bir iş dünyası tanımıyla karşı karşıyayız. Bu açıdan aidiyet, motivasyon, adaptasyon ve verimlilik konularının tanımları yeniden yazılıyor. Bu yeni tanımlarla bağlantısallığını kuran şirketler ve bireylerin güçlü yanlarını parlatmaya yönelik İK uygulamaları, stratejik planlarını yapabilir. Uyamayanlar belki 3 yıllık stratejiler çizebilir ama bu stratejileri gerçekleştirecek kişileri yanlarında bulamayabilir.
Paylaş