Evini terk edenler, geri dönenler, çaydan atlayanlar, Viagra diyerek haftayı geride bıraktık. Sosyologlar, psikologlar, hekimler ve daha pek çok profesyonel, kendi penceresinden olanları değerlendirdi, açıklamaya çalıştı, önerilerde bulundu.
Eşler ve öteki kadınlar, gazetelerin okuyucu köşelerine mektuplar gönderip duygularını paylaştı. Konu bir noktada andropoza ve erkeklik hormonu testosterona geldi dayandı. Ben de diyorum ki, bir hastalığın tedavisi söz konusu olmadığında, "bırakın testosteron düşük kalsın".
Saldırganlık, balıklar ve evrim basamağında onların üzerindeki tüm canlılara, atalarından miras kalan bir davranıştır. Basit bir beden hareketinden, öldürmeye kadar gider. Canlılar, başlıca iki durumda saldırıya geçer. Bunlardan ilki yaşamı, ikincisi soyu sürdürmektir. Yiyecek bulmak, başkalarının saldırısından kurtulmak ya da dişiye sahip olmak amacıyla rakiplerle savaşmak gibi.
İnsan dahil, tüm omurgalı canlıların erkeği, belirgin biçimde dişisinden daha fazla şiddet gösterir. Bu gözlem, erkeklik hormonlarıyla saldırganlık arasında bir ilişki olması gerektiğini düşündürmüş ve günümüzde de süregelen sayısız araştırmanın konusunu oluşturmuştur.
1849’da, kısırlaştırdığı horozların saldırganlık, cinsel dürtü ve ötüşlerinde azalma gözleyen ve testis transplantasyonundan sonra bu özelliklerin geri geldiğini tespit eden Danimarkalı profesör August Berthold, aslında bu etkilerin temel sorumlusunun testosteron adlı bir hormon olduğunu bilmiyordu.
Başlıca sentez yeri testisler olduğundan, adına testosteron denen ve üreme organlarının yanı sıra kaslarla kemiklerin gelişiminden, sesin kalınlaşmasına, sakalın çıkmasına varıncaya dek pek çok özelliği denetleyen steroid yapılı bu sihirli hormonun düzeyi, erkekten erkeğe değişir. Hatta aynı erkekte gün içi ve mevsimler arası farklılıklar bile gösterir. En yüksek düzeyine sabah 7 sularında ulaşan, saat 10’a doğru düşmeye başlayan, ergenlikle artmaya başlayıp, 20 yaşlarında tepe noktasına varan, 40’ından sonra azar azar düşen testosteronun saldırganlıkla ilgisi olduğunu öğrenebilmemiz için, ABD’de Yale Üniversitesi’nden psikolog Dr. Frank A. Beach’in doktora tezini bitirmesi gerekecekti.
Evrenin sırlarını çözmek sabır ister. Horoz deneylerinin üzerinden tam 81 yıl geçmişti. Beach, Yale’deki doktorasından sonra Berkeley Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. Burada bulunduğu 27 yıl, kedi, köpek, kuş, sıçan, sinek, böcek ve daha birçok hayvanın cinsel yaşamı ve saldırganlığına testosteronun etkisini incelemekle geçti. Bu çalışmaları için, sadece Amerikan Sağlık Bakanlığı Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü fonlarından 2 milyon 659 bin 235 dolar destek aldı. 1988’de, bir kalp yetmezliğinden 77 yaşında öldüğünde, ardında "Hormonlar ve Davranış" denilen yepyeni bir araştırma alanı ve hayvan hakları savunucularının sert eleştirileriyle dolu bir yaşam bırakmıştı.
Yarım yüzyıla yayılan hayvan deneyleri, erkeklerdeki şiddetin, tek olmasa bile, başlıca sorumlusunun testosteron olduğunu defalarca kanıtladı. Pratik ve etik nedenlerden ötürü insanların incelenmesinde hep zorluklar yaşanıyor. Elbette insan saldırganlığını, hayvanlardaki gibi sadece biyolojik faktörlere bağlamak doğru olmaz. Çevresel, kültürel ve sosyal faktörler saldırganlığın ortaya çıkmasına ket vurabilir ya da daha çok belirginleştirebilir.
SIÇANLAR KADIN DÖVMEZ
Sıçan ve insan genlerinin yüzde 90’ından fazlası ortaktır. İnsanı anlamakta, sıçan deneylerinin sıkça kullanılmasının nedeni budur. Ancak, konuya saldırganlık açısından bakıldığında, birbirlerinden çok farklı oldukları görülür.
Örneğin, aynı kafese kapatılan iki erkek sıçandan biri, kısa zaman içinde diğerine üstünlük sağlar ve kafese bırakılan yemi önce kendisi yer. Üstünlük sağlayabilenin kan testosteron düzeyleri, diğerininkinden daha yüksektir. Edilgen durumdakine, düzenli biçimde testosteron verilirse, rolleri değişirler, bu kez o, kafeste hüküm sürmeye başlar. Farklı kafeslerde üstünlük sağlamış, testosteron düzeyleri yüksek iki sıçan, aynı kafese konduğunda, ilginç bir durum gözlenir. Birbirlerinin gücünden çekinirler ve ne biri, ne de diğeri yem kabına yaklaşır. Testosteronları düşer, kilo kaybetmeye başlarlar ve bu durum, farelerden biri açlıktan ölünceye kadar sürer.
Dominant iki erkek insan aynı kafese kapatıldığında, birbirlerine nasıl davranacağını bilemiyoruz. Büyük bir olasılıkla, biri açlıktan ölmeden önce başka bir çözüm geliştirmiş olurlar. İnsanlarla sıçanlar arasındaki yüzde 10’luk gen farkının bir diğer örneği, erkeklerin dişilere davranışıdır. Erkek sıçanlar, dişilerine çok ender saldırır, halbuki dünyanın neresine giderseniz gidin, insanın erkeğinin, başlıca saldırı hedefi, her nedense kadınlardır.
Aile içi şiddet, genellikle çocuklukta öğrenilmiş bir davranış biçimine ya da alkolün, kişinin kendi üzerindeki kontrolünü ortadan kaldırmasına bağlanır. Gerçi, bir erkeğin karısını ya da çocuklarını dövmesinde her ikisinin de rol oynadığı muhakkak ama, saldırgan erkeklerin en az yüzde 76’sının, eylemleri sırasında alkollü olmadığı, ayrıca yüzde 40’ının çocukluklarında şiddetle karşılaşmadıkları biliniyor. Bu çelişkili durum, aile içi şiddete yol açan başkaca etkenlerin aranmasına yol açmıştır. Tahmin edebileceğiniz gibi, çabuk kızan, en ufak bir söz ya da hareketle sinirlenen, elindekileri oraya buraya fırlatan, durduk yerde kıskançlık krizleri geçiren, eşini döven ve öldüren erkeklerin kan, tükürük ve beyin-omurilik sıvılarındaki testosteron, bu davranışları göstermeyenlerden yüksektir.
TESTOSTERONU DÜŞÜKLER SADIK
Yüksek testosteron, immun sistemi negatif etkileyebiliyor, bir başka deyişle hastalıklara direnci azaltabiliyor. HIV virüsünün Afrika’daki hızlı yayılışını, zenci erkeklerin diğer ırklardan daha yüksek testosteronlarına bağlayanlar var.
İncelenen birçok ülkede, evli erkeklerin daha az hastalanması ve daha uzun yaşaması da testosteronla ilgili olabilir. Çünkü evlilerin testosteron düzeyi, bekarlardan düşük. Çocuklu evlilerinki ise, hepsinden düşük.
Yüksek testosteron, risk almayı cesaretlendirip, birden fazla kadınla beraberliği körükleyebiliyor. Örneğin, Harvard Üniversitesi’nden Peter Gray, Kenya’nın Lamu Adası’nda yaşayan tek eşli Müslüman Svahili erkeklerindeki hormon düzeylerinin, iki eşlilerden daha düşük olduğunu saptamıştı.
Ancak, kerametin evlilikte olmadığını gösteren bir araştırma var. Yine Harvard Üniversitesi’nden Burnham ve ekibi, ister evli olsun, ister olmasın, ister evlilik içi ya da dışı çocuğu olsun ya da olmasın, sadık, uzun süreli ve romantik ilişkiler içerisine girebilen erkeklerin testosteron düzeylerinin, diğer grupların çok altında olduğunu gösterdiler.
İLK DENEKLER MAHKUMLAR VE ASKERLER
Suç ile testosteron düzeyleri arasındaki bağlantı, önce mahkumlarda araştırılmıştır. 1980’lerin sonunda Georgia Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden James Dabbs, suçun içerdiği şiddetin boyutuyla, kan testosteron düzeylerinin doğru orantılı olduğunu, ayrıca ırza geçme, adam öldürme nedeniyle hüküm giyenlerin hormon düzeylerinin, hırsızlık, sahtecilik, uyuşturucu kullanımı suçları işleyenlerden yüksek olduğunu gösterdi. Cezaevi kurallarına uymayanların testosteronları, diğerlerininkinden fazlaydı. 1990’larda, ABD ordusunun 30 ila 40 yaşlarındaki 4 bin 462 mensubu incelendi. Kavgaya karışan, alkol ve uyuşturucu kullanmaya meyilli, küçükken öğretmenleriyle başları derde giren ya da çok eş değiştirmiş askerlerin testosteronları yüksek bulundu. 2000’li yıllara gelindiğinde, Kanada’dan Finlandiya’ya, Nijerya’dan Çin’e binlerce erkek incelenmişti ve artık kimsenin kuşkusu yoktu. Testosteron yüksekliği, tehlike çanlarının çalacağına işaretti.
Testislerin çıkarılmasına son verildi, şimdi iğne ile kimyasal kısırlaştırma var
1 Ocak 1997’de Kaliforniya eyaleti kararını verdi. Bundan böyle, pedofiller öncelikli olmak üzere, cinsel suç işleyenlere, şartlı tahliye edildiklerinde haftada bir kez Depo-Provera iğnesi yapılacaktı. Suçu ilk kez işlemişlerin gönüllü olması bekleniyordu. Tekrarlayanlara ise zorunluydu. Kimyasal kısırlaştırma yasası çıkartılmadan önce defalarca denenmiş ve düzenli biçimde Depo-Provera yapılan cinsel suç faillerinin, bu suçu yeniden işlemedikleri görülmüştü. İlacın etkisi basitti. Testosteron salgılanmasını durduruyordu.
Kimyasal kısırlaştırma, suçla mücadelede bir devrim olarak algılandı. Çünkü asırlardır kadın ve çocukların ırzına geçenlere uygulanan cerrahi kısırlaştırmadan (örneğin testislerin çıkartılması) çok daha insancıldı. Depo-Provera uygulaması Kaliforniya’dan sonra Florida, Georgia, Louisiana, Montana, Oregon, Teksas, Wisconsin ve diğer eyaletlerde yasalaştı. Ardından Kanada, İsrail, Danimarka, Norveç, İsviçre ve Almanya cerrahi kısırlaşmayı terk edip, bu yönteme geçti.
1980’de Fransa’nın cinsel suçtan hüküm giymiş 1100 mahkumu vardı. Bunlar tüm mahkumların sadece yüzde 5’ini oluşturuyordu. Aradan 14 yıl geçtiğinde, bu suç tipinden ceza alanların sayısı 8 bin 200’e yükseldi. Artık tüm mahkumlar içerisindeki oranları yüzde 22’ydi. İşin kötüsü bunların dörtte üçü, küçük yaştakilere saldırmıştı, pedofildiler. Ocak 2005’te Fransa kararını verdi ve ilk olarak 48 pedofil üzerinde kimyasal kısırlaştırmayı denemeye başladı. Bir yıl sonra Yeni Zelanda.
Şimdi piyasada Decapeptyl-CR (Triptorelin) gibi yeni ilaçlar var. Tahliye olanlara, haftada bir yerine, ayda bir iğne yapılıyor, testosteronları azaltılıyor, böylelikle yeniden birisine tecavüz etmeleri engellenmeye çalışılıyor.
KAZANANIN TESTOSTERONU YÜKSEK
Bir karşılaşmadan hemen önce, erkek sporcuların plazma testosteron düzeyi yükselir. Bu durumun koordinasyona, hareketlerin denetimine ve konsantrasyona yaradığı sanılıyor. Yarışma sonrası, kazananların testosteron düzeyi 1-2 saat yüksek kalıyor, kaybedenlerinki ise düşüyor. Kazananlar, galibiyetin rastlantı olduğuna ya da önemsizliğine inanıyorlarsa, testosteron düzeyi ya hiç yükselmiyor ya da karşılaşma sonrası hemen azalıyor.
Bu durum sadece fiziksel etkinliklerde geçerli değil. Örneğin satranç karşılaşmalarına katılanlar, sözlü tartışmalara girenler, hatta maçlardaki taraftarlar için de geçerli. Testosteron ile saldırganlık arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmalarıyla bilinen Georgia Üniversitesi’nden Dabbs ve ekibi, Brezilya’nın galibiyetiyle sonuçlanan 1994 Dünya Kupası finali sonrasında, maçı televizyondan izleyen Brezilyalı taraftarların testosteron düzeylerinde önemli bir artış, İtalyanlarınkinde azalma saptamıştı.
KADINLARDA ÇOK DÜŞÜK
Kadınlarda, erkeklerin yirmide biri kadar testosteron var. Onların testosteron düzeyleriyle saldırganlık ve hükmetme becerileri arasındaki ilişki, erkeklerdeki gibi belirgin olmamakla birlikte, suç işlemiş genç kadınların testosteronu, suç işlememiş aynı yaşlardaki kadınlara oranla daha yüksek. Yüksek testosteronluların, diğer kadın mahkumlar üzerinde üstünlük kurduğu biliniyor. Buna karşılık spor karşılaşmaları gibi rekabet gerektiren ortamlarda kadınların testosteronlarının değişmemesi, testosteron etkisinin erkeklere özgü olduğunu gösteren bir bulgu.
İKİ ÖNERİ
Tüm bu verilere dayanarak iki öneride bulunulabilir. 1) Erkekler, testosteron düzeyinizi yapay yollarla yükseltmeye çalışmayın, trafikte sinirlenmez, kavga etmez, daha uzun ve sağlıklı yaşarsınız. 2) Kadınlar, testosteron düzeyi düşük erkekler seçin. Sakin ve anlayışlı olacak, size sadık kalacak ve doğum gününüzde çiçek getirmeyi unutmayacaktır.
"Dışardan bakıp, nasıl anlayacağım?" diye sorarsanız, bilim insanları bununla da ilgileniyor. 2004’te Ohio Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Zeynep Benderlioğlu, elleri, ayakları, kulakları asimetrik erkeklerin yüksek testosteronlu ve daha saldırgan olduklarını bulmuş. Tabii bir de yıllardır incelenen işaret ve yüzük parmaklarının birbirine oranı meselesi var. Sağ elin işaret parmağı, yüzük parmağından ne kadar kısaysa, testosteron o kadar yüksekmiş. Benden söylemesi.