NOBEL ödüllü büyük Amerikan yazarı Saul Bellow 15 Şubat 1959 tarihinde ‘‘The New York Times Book Review’’ dergisinde ‘‘Deep readers of the World, Beware!’’ başlığını attığı bir kapak yazısı yazdı.
‘‘Dünyadaki derin okuyucular, dikkat’’ başlığının fikir babası aslında yazar E.M.Forster'dı. Forster Harvard Üniversitesi'ne yaptığı bir ziyaretinde kitaplarını yorumlamaya hevesli çok sayıda ‘‘derin okuyucu’’ olduğundan şikáyet etmişti.
Bellow da yazısında edebiyat eleştirisinin bir ‘‘semboller bulma avına’’ dönüştürülmesini ele alıyordu.
‘‘Moby Dick’’ romanını bir Marksist yorumladığı zaman geminin aslında bir fabrika sembolü olduğunu öne sürüyordu mesela.
Hıristiyan bir eleştirmen ise geminin aslında ‘‘yüzen bir katedral’’ olduğunu belirtmekte sakınca görmüyordu.
Freudcu bir eleştirmene göre ise Kaptan Ahab'da Oedipus kompleksi vardı, avlamakta olduğu balina onun için kafasında bir anne figürüydü.
Bellow bu tür ‘‘derin okumaların’’ edebiyat okumasında ve yazmasında olması gereken tüm keyfi ortadan kaldırdığını düşünüyor.
‘‘Derin okuyucuların’’ edebi masumiyetlerini tamamen kaybettiklerini, içgüdülerine güvenmekten korkmaya başladıklarını, bunun da aslında edebiyatı tamamen yaralayan bir gelişme olduğunu belirtiyor Saul Bellow.
Ve şöyle devam ediyor: ‘‘Sadece sıradan bir okuyucu olmanız bir kitabın güzelliğini görmenize yeterlidir.Sofistike fikirlerle, kültürle, üstünlük hissiyle bir kitabı okumaya başlayacağınıza saflığınızı muhafaza ederek bu işe girişseniz çok daha mutlu olursunuz.’’
İnsanlar romanları kendi hayatlarından bazı parçaları onun içinde arayıp bulmak için okurlar diye devam ediyor Bellow ve bu nedenle de edebiyatın tek amacının hisleri araştırmak olduğunu, başka bir amacı da olmaması gerektiğini söylüyor.
***
‘‘Hisleri araştırmak.’’
Bu güzel bir kavram ve aynı zamanda da romancının işinin ne kadar da zor olduğunu gösteren bir kavram.
Yaşamın karmaşıklığı, insanı ezebilen dramlar, zorluklar, acılar, ani patlamalarla gelen mutluluklar, hızla gelip gidiveren mutluluklar hálá daha eldeymiş gibi ona sarılmaların trajedisi, işte bütün bunları irdeleyecek romancı.
Belki de bu yüzden denilir ki iyi bir edebiyat adamının girebileceği bir depresyonu onunla sadece konuşarak çözebilmek mümkün değildir.
Çünkü edebiyatçı hayatta kötü olduğu, berbat olduğu fikirlere de, insanlara da sempatiyle, onları anlamaya çalışarak yaklaşmak zorundadır.
Bunu yapmazsa roman yazamaz çünkü ve bu nedenle de iyi kötü ayrımını biz sıradan insanlar gibi onun da yapmasını beklemek gerçekçi değildir.
***
Romancı yazmaya başladığı anda romanın nasıl biteceğini, kaleminin kendisini nerelere götüreceğini bilir mi baştan?
Sanmıyorum, zaten hep öyle olsa yazma eylemindeki keyif boyutu tamamen ortadan kalkardı.
Orhan Pamuk bence ‘‘Kar’’ı yazmaya başladığında da kalemin nerelere gideceğini kesin olarak bilmiyordu.
İmkánım olduğu halde sormadım kendisine yazarken neler yaşadığını, çünkü sonuçta yanlış çıksam da kendim çözümlemek istiyorum olayı.
‘‘Derin okuyucu’’ olarak okursanız ‘‘Kar’’ı, onu hissedemezsiniz.
Derin sembolik anlamlar aramayın her cümlede. Akışa bırakın kendinizi.
Orhan Pamuk bu kitabıyla yeni bir üslubun habercisi bence ve bu üslup hem kendisini dünyada daha da meşhur yapacak, hem de dünyada çok satar hale gelecek.
Bunları belirtmek zorundaydım bir sonraki yazıya geçmeden önce.
Yarın Pamuk'un kitabında ‘‘hisleri araştırırken’’ nelere yol açtığını düşünmeye çalışacağım.
(Saul Bellow'un gazetedeki yazısını James Atlas'ın ‘‘Bellow’’ adlı biyografisinden aldım. s.269-270)