Bunun en büyük sebebi ise çok hızlı yayılması ve bir tedavisinin olmaması. Ayrıca bu hastalıkların tedavisinin olmadığı gibi aşıları da yoktu. Ancak Geçtiğimiz 2-3 yıl içinde 11 binden fazla kişinin ölümüne yol açan bu hastalığın aşısına Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından onay verildi. Ebola virüs hastalığı, vücutta akut başlangıçlı yüksek ateş ve gastrointestinal kanamalarla seyreden bir enfeksiyon hastalığı şeklinde karşımıza çıkan viral bir enfeksiyondur. Ebola virüsü, hayatı tehdit eden kanamalara yol açan yüzde 50 ile yüzde 90 vakanın ölümle sonuçlandığı ateşli bir hastalığa neden olmaktadır.
***
Bu virüs filovirüsler ailesinden bir RNA virüsüdür. Hastalık insanlara Ebola virüs ile enfekte olmuş hayvanlarla temas yoluyla veya enfekte olmuş kişinin vücut sıvılarıyla temasla bulaşır. İnsandan insana bulaşma çoğunlukla, enfekte kişilerin kan veya diğer vücut sıvılarının veya sekresyonlarının sağlıklı kişilerin hasarlanmış cildi veya mukoz membranına bulaşması ile olur. Ayrıca enfeksiyonu taşıyan kişilerin vücut sıvıları ile kontamine materyaller veya ortamlar ile temas ile de bulaşma olabilir. Ayrıca EVH’nın cinsel yolla bulaşma yönünden de riski bulunmaktadır. Erkeklerden kadınlara cinsel yolla bulaşması daha güçlü bir olasılıktır.
***
Hastalığın kuluçka süresi 2-21 gündür. İnsanlar, semptomlar ortaya çıkana kadar bulaştırıcı değildirler. Sık görülen belirti ve bulgular; ateş, baş ağrısı, kas ve eklem ağrısı, halsizlik, ishal, kusma, mide ağrısı ve iştahsızlıktır. Hastalık ilerledikçe bulgular ağırlaşır, cilt ve mukozal kanamalar veya organ içine kanamalar görülebilir. Hastalığın ilerleyen safhalarında, göz, burun, kulak, ağız ve rektumdan kan geliyor ve serum iğnesinin ciltte açtığı deliklerden kan akıyor. Temel olarak vücuttan dışarı kan akması hastalığın en tanımlayıcı sendromu olarak görülüyor. Ebola virüsü taşıyan insanlar en sonunda çoklu organ yetmezliğinden hayatlarını kaybediyor. Bunun en büyük nedeni Ebola virüsünün vücuttaki beyaz kan hücrelerini hızla yok ederek bağışıklık sistemini çökertmesi ve insan vücudunun virüse karşı savaşamaz hale gelmesi sonucu organların iflas etmesi.
***
DSÖ, ABD’li ilaç şirketi tarafından geliştirilen Ervebo aşısının kalite, güvenlik ve fayda standartlarını taşıdığını açıklamıştı. Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ndeki Ebola ile mücadele ekibinin başındaki Steve Ahuka Mundeke, gazetecilere yaptığı açıklamada, aşının iki doz halinde Ruanda sınırındaki Goma şehri sakinlerine uygulanacağını söyledi. 30 aşılama uzmanıyla yürütülen kampanyada ilk aşamada 7 bin 500 aşıyla başlanan çalışmalar sonuç alındıkça 250 bin aşıya kadar yükseltildi. Geçtiğimiz günlerde onayını alan Ebola aşısı artık bu virüsün tedavisinde kullanılabilecek.
ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN
Eski yıllarda daha genç görünebilmek için çoğu hasta, cerrahi operasyonları tercih etmekteydi. Ancak şimdilerde yeni gelişen cihazlarla ameliyatsız yüz germe işlemleri çok başarılı sonuçlar veriyor.
Konuyla alakalı TOBB ETÜ Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Uzm. Dr. Murat Baykır şu bilgileri paylaştı:
“Ameliyatsız yüz germe diye adlandırdığımız bu işlemler; HIFU dediğimiz fokuslu ultrason uygulaması, altın iğne dediğimiz iğneli radyofrekans uygulaması, fraksiyonel lazer uygulaması, PRP uygulamaları, gençlik serumu uygulamaları ve dermapen uygulaması olarak sıralanabilir. HIFU fokuslu ultrason; fokuslanmış bir ses dalgası, özel bir başlık yardımı ile derinin hemen altında yer alan fibroblast dediğimiz hücre gruplarının olduğu bölgede sağlam deri alanları bırakacak şekilde milimetrik kontrollü hasarlar oluşturarak yaklaşık 1.5 mm sıklığında deri üzerinden kaydırılarak uygulanır. Amaç yeni kolajen üretimi başlatıp derinin eski sıkı yapısına geri dönmesini sağlamaktır.
Özellikle yanaklardaki ve gıdıdaki sarkmalarda belirgin toparlayıcı etkisinin olması bu işlemin ‘ameliyatsız yüz germe’ olarak adlandırılan işlemler arasında en önemli uygulama olmasını sağlamaktadır.
Tek seanslık bir uygulama olması da çok tercih edilmesini sağlamaktadır.
Yaklaşık 30-40 dakika süren çok kolay bir uygulamadır. Etkileri 3 ila 6 ay içinde belirgin hale gelecektir. Yavaşça ancak yüksek bir başarı ile sonuç verir.
Son yıllarda estetiğin, hastalar arasında daha öncelikli bir beklenti haline geldiğini görüyoruz. Diş estetiğinde günden güne yenilikler birbirini izliyor ve sürekli yeni bir yöntemle karşı karşıya kalıyoruz. Konuyla ilgili TOBB ETÜ Hastanesi Ağız ve Diş Sağlığı Bölümü’nde ‘Protetik Diş Tedavisi’ alanında çalışan Diş Hekimi Seda Yıldırım’dan bilgi aldık.
ESTETİK GÜLÜŞ NEDİR?
Estetik, göreceli bir kavram olmakla birlikte tanım olarak ‘doğal güzellik’ anlamına gelir. Birçok faktör, gülüş estetiğine hizmet eder: Dişler, dişetleri, diş görünürlüğü, renk gibi...
Gülerken dişetlerinin ne kadar göründüğünün hastalar farkında değildir. Yapılan çalışmalarda, bireyler dişeti görünürlüğünün 3-4 mm’den fazla olduğu gülüşleri sebebini tarif edemese de estetik açıdan kötü bulmuştur. Üst çene ön dişleri; hastanın kare, üçgen veya oval yüz formunu taklit ettiğinde daha doğal bir görünüm sağlanır. Doğalı korumak amacıyla, diş tedavilerinde de ışık geçirgenliği doğal dişe benzeyen yeni üretim kompozit ve porselen materyaller tercih edilir. Dişeti görünürlüğünü azaltmak için dişetlerinde şekillendirmeler yapmak, diş beyazlatma işlemleri, estetik kompozit dolgular, porselen kaplamalar, zirkonyum kaplamalar, lamina porselenler, estetik problemleri olan hastalarımızda tercih ettiğimiz başlıca tedavi yöntemleridir. Estetik kelimesini duyunca, altın orandan söz etmemek olmaz elbette. Antik Yunan matematikçiler tarafından tanımlanan altın oran formülleri diş hekimliğinde de yüz oranları ve diş boyutlarının belirlenmesi için kullanılır. Üst ön dişlerin boyutlarının altın orana yaklaştıkça daha estetik bir algı yarattığı bilinir.
SON YILLARDA SIKÇA DUYDUĞUMUZ GÜLÜŞ TASARIMI NEDİR?
Gülüş tasarımından bahsetmeden önce estetik diş analizini neden ve nasıl yaptığımızı anlatmalıyız. Tedavinin en önemli aşaması analizdir. Alt ve üst dişlerin birbirilerine göre konumları, şekilleri, rengi ve boyutları değerlendirilir. Öncelikle geleneksel ölçü yöntemiyle veya ağız içi tarayıcılarla hastadan tanı modelleri elde edilir. Ağız içi, ağız dışı, gülüş ve profil fotoğrafları alınır. Hastanın şikâyetleri ve beklentileri göz önünde bulundurularak, dijital tasarım aşamasına geçilir. Elde ettiğimiz tüm kayıtlar, bilgisayar ortamında gülüş tasarım programları kullanılarak bir araya getirilir. Bu programlarda fotoğraflar ve üç boyutlu kayıtlar üzerinde çizim ve değişiklikler yapılabilmektedir. Yapılacak işlemler oluşturulan dijital model üzerine uygulanır ve tedavi sonucuna yakın dijital fotoğraflar oluşturulmuş olur. Gülüş tasarımı sayesinde hastalara işlem yapılmadan önce tedavi sonucuna en yaklaşık görseller elde edilmiş olur. Tanı modelleri üzerinde laboratuarda yapılan çalışmalarla tedavinin bitimini taklit eden modeller hazırlanır. Hasta ağzında geçici materyaller kullanılarak uygulama yapılır. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte, hastalarımıza hiçbir işlem uygulamadan hem fotografik olarak hem de dişleri üstünde yapılabilecekleri değerlendirme şansı sunabiliyoruz.
ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN
Ülkemizde neredeyse 15 milyon kişi, yani her 3 kişiden biri yüksek tansiyon belirtileri taşır. Bu hastaların yaklaşık yüzde 5-6’sı etkili bir tedavi ile sağlığına kavuşabilir. Hipertansiyon birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkan kan basıncı yüksekliğidir. Hipertansiyonun ortaya çıkış nedenleri arasında genetik yatkınlık ve aşırı tuz tüketimi ilk sıralarda yer alır. Ancak hastaların yüzde 95’inde yüksek tansiyon nedeni belli değildir. Mutlaka kontrol altına alınması gereken hipertansiyon, ani tansiyon yükselmelerinde beyin kanaması ve felce neden olabilmektedir. Yüksek tansiyon nedeniyle organları besleyen damarlarda tıkanma, genişleme veya yırtılma meydana gelebilir. Hipertansiyon organlara giden kan akışını bozarak organ yetmezliklerine neden olabilir. Yüksek kan basıncı adıyla da bilinen hipertansiyon, uzun süre belirti vermeden böbrek, beyin, kalp ve damar sistemine verebileceği hasar nedeniyle ‘sessiz düşman’ olarak da anılmaktadır. Kan dolaşımı için gereken basıncın normalden fazla olması anlamına gelen ‘yüksek tansiyon’, mutlaka uzman kontrolünde takip edilmelidir. En belirgin hipertansiyon belirtileri arasında aşırı yüksek kan basıncına bağlı olarak baş ağrısı, baş dönmesi, nefes darlığı, çarpıntı, göğüs ağrısı, görmede bozukluk oluşabilir. Ayrıca hipertansiyon belirtileri arasında; halsizlik, yorgunluk, burun kanaması, kulaklarda çınlama, yürüme ve merdiven çıkmada zorlanma, bazen çok sık idrara çıkma, gece uykudan uyanıp idrar yapma ve bacaklarda şişlik olabilir.
ÇOKLU ÇALIŞMA YAPABİLİYOR
Avustralya’daki New South Wales Üniversitesi ile ortaklaşa yürütülen çalışmalarda kardiyovasküler sistem ile boğazdaki kasları eş zamanlı olarak kontrol eden bir grup beyin hücresi bulundu. Bu hücre grubunun oluşturduğu bağlantı da bütün hayatı etkileyen hipertansiyon ve böbrek yetmezliği gibi hastalıklarda çalışmaz halde duruyor. Uzun süredir yapılan çalışmalar bu etkileşimin sinir sisteminin tam olarak neresinde gerçekleştiğini gösterdi. Aynı hücre grubunun yutma hareketi için de rol alıyor olması; bir hücre grubunun aynı anda birden fazla hayati fonksiyonu kontrol etmek için çoklu çalışma yapabildiğini gösteriyor. Bu da beynin, vücudun o anki ihtiyaçlarına göre adapte olabildiğini gösteriyor. Araştırmacılar bu bulguları ilaçlara direnç gösteren ve dünya çapında kardiyovasküler ölümlere neden olan hipertansiyon hastalarının tedavisinde yeni bir yöntem geliştirilmesine imkân sağlayacağı görüşünde.
ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN
CİLT ÇATLAKLARI
Kadınların çoğunun yaşadığı ve çözüm aradığı bir durum olan cilt çatlaklarındaki en önemli faktör hormonlardır. Normal cilt yüzde 80 kolajen ve yüzde 4 elastinden oluşan lif gözenekli bir ağ yapısına sahip. Cilt yapısında bulunan elastin cilde esnekliğini veren ve gerilmesini mümkün kılan bir protein. Elastin lifleri hasar gördüğünde ise cilt çatlakları ortaya çıkıyor. Bu lifleri en çok etkileyen de bilinenin aksine cilt gerilmesi değil hormonlar. Kadınlarda özellikle regl dönemleri, hamilelik gibi dönemlerde hormonların sık değişiklik göstermesi de erkeklere oranlara daha çok görülmesinin en büyük sebebi. Ergenlik çağında, hamilelik döneminde, hızlı kilo alıp verme gibi durumlarda değişen hormonlar sebebiyle de ciltte çatlaklar görülebilir. Bazı insanlarda çok bazılarında ise az görülme sebebi bu hormonal değişikliğin kişiden kişiye değişmesine ve genetiğe bağlı. Genetik yapı farklılıkları yüzünden çatlakların oranları ve ortaya çıkma olasılıkları kişiden kişiye göre değişir. Derisi esnek olan insanlarda deri çatlakları çok daha az görülür. Bu nedenler dışında, kortizon tedavisi gören kişilerde, hızlı hormonal değişimlerde, hamilelik zamanlarında, kolajen lif eksikliği görülen kişilerde, belirli ilaçlar kullananlar kişilerde, vücut geliştirme yapan kişilerde görülebilir. Çatlakları önlemek için alınabilecek en güzel önlem bol su tüketmek. Cilt elastikiyetini artırdığı için çatlakların önüne büyük oranda geçebiliyor. Aynı zamanda E vitamini içeren gıdaların tüketimi, omega 3 almaya dikkat etmek cilt çatlaklarının oluşumunu büyük oranda önleyebiliyor. Cildi devamlı nemlendirmek de içeriden bakım kadar önemli.
Geleneksel yöntemlerde diş çekildikten 3-6 ay sonra diş implantı yapılmaktaydı şimdilerde ise anında implant, eksik dişlerin yerine hemen yapılabiliyor. Konuyla ilgili TOBB ETÜ Hastanesi Ağız Diş ve Çene Cerrahisi bölümünden Doç. Dr. Ezher Dayısoylu şu bilgileri paylaştı:
ÇENE KEMİĞİ ERİME RİSKİ KALKIYOR
“Diş implantları eksik dişlerin onarımında, sağlıklı dişlerin en sert kısmı olan mine tabakasının küçültülmesine gerek kalmadan fonksiyonun, konuşma ve gülüş estetiğinin sağlanmasında başarılı olarak kullanılıyor.
Geleneksel köprü protezlerinde zaman içinde doku uyumunun bozulması ile sağlıklı dişlerde çürüme ve diş kaybı gibi riskler bulunmasına karşın implantlar ile artık böyle bir risk bulunmuyor. Ayrıca yine geleneksel hareketli protezlerin özellikle kadınlarda hızlı çene kemiği erimesine neden olabileceği biliniyor. Dental implantlar ile bu risk de azaltılabiliyor.
AYNI GÜNDE UYGULANABİLİYOR
Yani hastanede yatan her hasta ‘hastane mikrobu’ ile enfeksiyon kapmaz. Hastane mikrobuna bağlı gelişen hastalıklar zaten bağışıklık sistemi bozuk, uzun süre hastanede yatan, kronik hastalıkları olan hastalardır.
Hastane enfeksiyonu tüm dünyada önemli bir sağlık sorunudur. Hastaların yaklaşık yüzde 8’i, az veya çok hastalık yapma potansiyeline sahiptir.
Bu enfeksiyonlar, hastanın hastaneye yattıktan 48-72 saat sonra veya hasta taburcu olduktan sonra 10 gün içerisinde ortaya çıkan mikroplu hastalıklardır.
BİRKAÇ DAKİKADA TANI KONULABİLECEK
Hastane enfeksiyonlarının tanısı zor konur ve testler genelde 2-3 günde çıkar. Ancak son yıllarda bu konuyla ilgili çalışan araştırmacılar yeni yöntemler geliştirmeye başladılar. Ülkemizde de İTÜ’nün Teknoloji Geliştirme Bölgesi’nde, sağlık sektörünün en önemli sorunları arasında gösterilen ‘hastanelerde kapılan enfeksiyonların hızlı tanısı’ üzerine bir buluş geliştirildi. Girişimci Dr. Asiye Karakullukçu, enfeksiyon hastalıklarının tanısı için biyosensör teknolojisiyle geliştirilmiş hızlı tanı cihazı tasarladı. Dr. Karakullukçu’nun buluşu ile birkaç dakika içerisinde hastaya enfeksiyonunun tanısı konulabilecek.
Kadınlarda tüm ölüm nedenleri içinde kalp-damar hastalıkları ilk sıradadır. Her 3 kadından biri kalp-damar hastalıklarından ölmektedir. İşin kötü yanı; kadınlarda kalp-damar hastalıkları her geçen gün artmaktadır. Konuyla ilgili Prof. Dr. Yavuz Yörükoğlu şu bilgileri paylaştı:
KADIN VE ERKEKTE BELİRTİLERİ FARKLI
“Yıllar boyu KAH üzerine yapılan bilimsel araştırmalar, bu hastalığın erkeklerde daha yaygın olduğu varsayımından hareketle, hep erkekler üzerinde yapıldı. Şimdi anlıyoruz ki durum öyle değil ve erkekler üzerinden elde ettiğimiz bilgiler çoğunlukla kadınlar için geçerli değil. Baştan beri tıbbı yanıltan en önemli faktör; kadınlarda KAH belirtilerinin erkeklerden farklı olmasıdır.
KAH’ın klasik belirtisi yol yürümek, merdiven çıkmak gibi yorucu bir faaliyet sırasında gelen göğüs ağrısı, yani ‘Angina Pektoris’tir.
Kadınlarda KAH belirtileri, çabuk yorulma ve halsizlik, çarpıntı, nefes darlığı, boyun, sırt ve karın ağrısı olabiliyor.
İşte bu nedenle kadınlarda KAH teşhisi çok zaman atlanabiliyor. Teşhis gecikince de kadınlarda kalp hastalıklarından ölüm oranı da erkeklere göre daha yüksek oluyor.
60’LI YAŞLARDA FARK KAPANIYOR
Fonksiyonel görüntünüzü eski haline getirmek için bu gibi durumlarda kornea nakli gerekebilmektedir. Konuyla alakalı TOBB ETU Tıp Fakültesi’nden Göz Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Kemal Özülken şu bilgileri paylaştı:
ZARAR GÖRÜRSE GÖRÜŞÜ BOZABİLİR
“Kornea nakli, hastalıklı veya yaralı kornea dokusunu bir organ vericiden alınan sağlıklı doku ile değiştirmektir. Geleneksel, tam kalınlıkta kornea nakli ve arka tabaka kornea nakli olmak üzere başlıca 2 çeşit kornea nakli türü vardır.
İyi görüş için sağlıklı ve net bir kornea gereklidir. Korneanız göz hastalığı veya göz yaralanmasından dolayı zarar görürse, şişebilir, yaralanabilir veya ciddi şekilde şekil değiştirebilir ve görüşünüzü bozabilir. Gözlük veya kontakt lensler yeteri kadar görmenizi iyileştiremiyorsa kornea nakli gerekebilir.
Göz uçuğu veya mantar keratiti gibi enfeksiyonlardan kaynaklanan korneada yara izleri, kirpiklerin içe doğru büyümesi ve korneaya sürtmesi sonucu oluşan kornea yara izleri, kalıtsal kornea hastalıkları, ilerlemiş keratokonus gibi kornea ektazileri kornea yetmezliği riskini artırır.
Korneası uygun olmayan hastalara yapılan lazer cerrahisi sonrası kornea ektazileri, korneanın kimyasal yanıkları veya göz hasarından kaynaklanan hasarlar, korneanın aşırı şişmesi, önceki bir kornea nakli sonrası greft reddi,