Araştırmacılar, emziren kadınlarda kalsiyum kaybına rağmen kemik gücünü koruyan Maternal Beyin Hormonu (CCN3) adlı bir hormon keşfettiler. Bu hormonun, potansiyel olarak osteoporozu tedavi edebileceği ve farklı demografik özelliklerdeki kırıkların iyileşmesine yardımcı olabileceği tahmin ediliyor.
Nature dergisinde yayımlanan sonuçlar, süt üretimini desteklemek için kemiklerden kalsiyum çekilmesine rağmen, emzirme döneminde kadınların kemiklerinin nasıl nispeten sağlam kaldığına dair uzun zamandır devam eden bilmeceyi çözüyor.
Çalışmanın yazarı ve UCSF'de hücresel moleküler farmakoloji profesörü olan Holly Ingraham, “Bu bulgularla ilgili dikkat çekici şeylerden biri, ne yazık ki biyomedikal araştırmalarda norm haline gelen dişi fareleri incelemiyor olsaydık, bu bulguyu tamamen kaçırabilirdik. Biyolojiyi tam olarak anlamak için hem erkek hem de dişi hayvanlara yaşam süreleri boyunca bakmanın ne kadar önemli olduğunu vurguluyor” dedi.
OSTEOPOROZ VE ÖSTROJENİN ROLÜ
Dünya çapında 200 milyondan fazla insan, sık sık kırıklara neden olabilen kemiklerin ciddi şekilde zayıflaması olan osteoporozdan mustarip. Kadınlar, normalde kemik oluşumunu destekleyen östrojen seviyelerinin azalması nedeniyle menopozdan sonra osteoporoz açısından özellikle yüksek risk altında. Emzirme döneminde östrojen seviyeleri de düşük oluyor, ancak bu dönemde osteoporoz ve kemik kırıkları çok daha nadir görülüyor, bu da kemik büyümesini östrojen dışında başka bir şeyin desteklediğini düşündürüyor.
Ingraham'ın laboratuvarı daha önce dişi farelerde, beynin küçük bir bölgesindeki seçili nöronlarda bulunan belirli bir östrojen reseptörünü bloke etmenin kemik kütlesinde büyük artışlara yol açtığını keşfetmişti. Kandaki bir hormonun süper güçlü kemiklerden sorumlu olduğundan şüpheleniyorlardı ancak o zamanlar bunu bulamamışlardı. Bu arayış dünya çapındaki pandemi sırasında daha da uzamıştı.
Yeni çalışmada, Ingraham ve ekibi bu kemik yapıcı hormon için kapsamlı bir arama gerçekleştirdiler ve sonunda CCN3'ü mutant dişilerde sorumlu faktör olarak belirlediler. Başlangıçta ekip bu sonuç karşısında şaşırdı çünkü CCN3 nöronlardan salgılanan bir hormonun tipik profiline uymuyordu.
Emziren dişi farelerde aynı beyin bölgesinde CCN3 bulduktan sonra şüpheleri ortadan kalktı. Bu seçilmiş nöronlarda CCN3 üretimi olmadan, emziren dişi fareler hızla kemik kaybetti ve bebekleri kilo vermeye başladı. Bu da hormonun emzirme sırasında kemik sağlığını korumadaki önemini doğruladı. Bu keşfe dayanarak, artık CCN3'e Anne Beyin Hormonu (MBH) diyorlar.
İngiltere, Reading’te yaşayan Danielle Emery, boğaz ağrısı olduğunu düşündüğü bir hastalıktan mustaripti. Semptomlarını basit bir soğuk algınlığına bağladı. Gün geçtikçe durumu kötüleşmeye ve hatta konuşurken sesi zorlanmaya başladı.
O noktada doktora giden Emery’ye yalnızca larenjit teşhisi kondu. Larenjit, çeşitli nedenlerle ses telleri iltihabı oluşması sonucu boğazda yumru hissi, ağrı ve ses kısıklığının meydana gelmesine sebep olan bir rahatsızlıktır.
Semptomlar geçmeyince ve Danielle’nin durumu kötüleşmeye başlayınca yeniden doktora gitti. Nisan 2019’da yapılan testler, 39 yaşındaki kadında gırtlak kanseri olduğunu ortaya çıkardı.
Doktorları Danielle’nin tedavisi için acil ameliyat önerdi. Daha kanserin şokunu atlatamayan fakat doktorların yönlendirmesi ile bıçak altına yatmaya hazırlanan Danielle ikinci bir şok haber aldı; 11 haftalık hamileydi.
Danielle ve 39 yaşındaki eşi Tony, aktif olarak bebek sahibi olmaya çalışmıyorlardı ve Danielle geç adet görmesinin stresten kaynaklandığını düşünmüştü. Bekledikleri haberden dolayı mutlu olsalar da çiftin sevinci belirsizlikle doluydu.
“Hamileliğimin oldukça başında olduğum için düşük yapma ihtimalim yüzde 99'du” diyen Danielle yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:
“Ameliyatın hayatımı kurtarmak için ne kadar önemli olduğu anlatıldı. Şimdiye kadar vermem gereken en zor kararı vermek için sadece birkaç dakikam vardı. Kendi hayatım ile bebeğim arasında bir seçim yapmak zorundaydım Ama ben olmasaydım zaten bebek de olmayacaktı. Ameliyata devam etmek gibi cesur bir seçim yaptım. Şanslıydım, doktorlar tüm kanseri başarıyla temizlediler. Bebeğim de iyiydi”.
Ancak çiftin mutluluğu kısa sürdü. Danielle altı aylık hamileyken kanser geri döndü.
UYKUSUZ 24 SAAT
Harvard Tıp Fakültesi Uyku Tıbbı Bölümü'nden Yardımcı Doçent Dr. Rebecca Robbins, “Bir gece uykusuz kalmak alışılmadık bir durum değil. Ancak 24 saat uykusuz kaldıktan sonra, hepimiz mikro uykular göstermeye başlayacağız. Bunlar 10 hatta 20 saniyeye kadar sürebilir ya da otomatik ve kaçınılması zor kısa uyku dönemleri olabilir” dedi.
Kısa süreli uyku yoksunluğunun yol açtığı önemli sağlık sorunları pek görülmese de dikkat ve tepki sürelerimizdeki eksiklikler nedeniyle ciddi sonuçlar doğurabilir.
Örneğin bir çalışma, uykusuz geçen 24 saatin birçok günlük faaliyetin gerçekleştirilmesi için hayati önem taşıyan bilişsel süreçleri etkilediğini, hata ve kaza riskini artırdığını ortaya koymuştur. Bir başka çalışmada ise, kaybedilen her bir saatlik uyku için motorlu taşıt kazası riskinin genel nüfusta yüzde 13, aşırı uykululuk hissi bildirmeyen ve muhtemelen uykusuz kaldıklarının farkında bile olmayan kişilerde ise yüzde 22 arttığı bulunmuştur.
Dr. Sophie Bostock şunları söyledi: “16 ya da 17 saat uyanık kaldıktan sonra bile tepki sürelerinin yüzde 5 oranında düştüğünü görmeye başlarsınız. Bu alanda pek çok araştırma yapıldı ve 24 saat uyanık kaldıktan sonra tepki sürelerinin yüzde 12 oranında düştüğü, hata riskinin dört katına çıktığı ve görevleri öğrenme becerisinin yanı sıra karar verme ve bilgiyi işleme kapasitesinin de bozulduğu tespit edildi. 24 saat uyanık kaldıktan sonra bilişsel işlev ve ruh hali üzerinde zararlı etkiler görülecek ve kaygı düzeyleri de artacaktır.”
UYKUSUZ 36 SAAT
Eğer 36 saat boyunca uyumadıysanız hem bilişsel performans hem de fiziksel sağlık daha ciddi bir şekilde etkilenir.
Dr. Bostock, “Bu noktaya gelindiğinde, tepki verme becerileri zaten bozulmuş olur ve yeni bilgileri işlemek çok daha zorlaşır. Bu yüzden muhtemelen her şey bir kulağınızdan girip diğerinden çıkıyormuş gibi hissedersiniz. Tanıma gibi görsel beceriler bile etkilenir ve bulanık görme yaşayabilirsiniz” dedi.
İşte detay detay soğuk duş ve vücudumuza neler yaptığı...
1- BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİZİ GÜÇLENDİRİYOR
Soğuk duşlarla ilgili en titiz çalışmalardan biri, Hollanda'da 3 bin gönüllünün duşlarının son 30, 60 veya 90 saniyesinde suyu mümkün olduğunca soğuğa çevirmelerini içeriyordu. Bir kontrol grubu ise normal şekilde duş aldı.
Üç ay sonra, sonuçlar duşlarına soğuk su ekleyenlerin, suyun ne kadar süre soğuk olduğuna bakılmaksızın, yüzde 29 daha az hastalık günü geçirdiklerini gösterdi.
Prof. Tipton, “Benim özel hipotezim, deri sıcaklığındaki ani değişimin faydalı değişikliklerin çoğunu tetiklediği yönünde. Bu ani düşüş soğuk şok tepkisi yaratıyor. Bu, savaş ya da kaç tepkisinin bir parçası olduğu için stres hormonlarını harekete geçiriyorsunuz, serotonin yükseliyor ve beta endorfin artıyor. Bu da hastalıklardan korunmak için bağışıklık sistemini güçlendirmeye katkıda bulunuyor” dedi.
Prof. Tipton, soğuk suya daha uzun süre maruz kalmanın elbette ölümcül olduğunu ve soğuk suda meydana gelen ölümlerin yüzde 60'ını oluşturduğunu söyledi ve ekledi:
“Bu iki ucu keskin bir bıçaktır. Soğuk suda bir dakika kalmak bağışıklık sisteminizi güçlendirebilir, beş dakika kalmak ise bağışıklık sisteminizi zayıflatabilir. Kritik olan soğuğun dozudur.”
2- AKIL SAĞLIĞINI GELİŞTİRİYOR
Morgan Rachal, annesi Cindy ile TikTok’ta gördükleri küçük kızın videolarını inceledikten sonra onları doktoruna gösterdi ve kızıyla olan benzerlikleri anlattı. Yapılan testlerin ardından Lydia'ya Sanfilippo sendromu tip B teşhisi kondu.
‘TÜM GELİŞİM AŞAMALARINA UYUYORDU, HİÇ ENDİŞELENMEDİK’
Natchitoches, Louisiana'da hemşire olan Morgan, “Doktor Lydia doğduğunda onun mükemmel olduğunu söyledi. Tüm gelişim aşamalarına ulaşıyordu. Sonra annemle TikTok’ta bir video gördük ve kızın tıpkı Lydia’ya benzediğini fark ettik. İkiz gibi görünüyorlardı, bu yüzden sendromu daha fazla araştırmaya başladım. Lydia'ya teşhis konulduğu gün hayatımın en kötü günüydü. Yüreğim parçalanıyor…” dedi.
Lydia'yı Ekim 2022'de kucaklarına alan 29 yaşındaki Morgan ve 34 yaşındaki eşi Kirk’in beş yaşında Heidi isimli bir kızı var. Genç çift, dünyaya geldiği andan itibaren Lydia'nın sağlığıyla ilgili hiçbir endişe yaşamadı.
"Sık sık kulak enfeksiyonu geçiriyordu. Kabızdı. Gece boyunca hiç uyumazdı. Tüm bunlar bebeklerde sık görülen şeylerdi” diyen Morgan şunları söyledi:
“Yanlış bir şey görmüyordum. Hiçbir şey için endişelenmedim.Ancak durumu sosyal medya aracılığıyla keşfettiğimde ve çocuk doktorumuzla konuştuğumda, bir hafta içinde Lydia'da NAGLU geninde bir kusur olduğu haberini aldım. Öğrendiğimde gerçekten karanlık bir yerdeydim.”
DENEYSEL İLAÇ KULLANABİLMEYİ UMUT EDİYORLAR
Sanfilippo'nun belirtileri genellikle iki ila altı yaşlarında ortaya çıkıyor. Yavaş gelişim ve bazen davranış sorunlarıyla başlayıp, entelektüel gerileme, şiddetli bunama ve ilerleyici motor hastalığına doğru ilerliyor. Etkilenen bir çocuğun yaşam beklentisi de sınırlı olabiliyor.
Esther Shoebridge, hiçbir zaman doktorunu sebepsiz yere rahatsız eden biri olmadı. Spor salonu müdavimi ve uzun mesafe yürüyüşçüsü olan 59 yaşındaki Esther, formda ve bağımsız olmakla gurur duyuyordu.
Ancak 2020 sonbaharında boynundaki rahatsız edici ağrı geçmeyince, Esther tıbbi bir görüş almak istedi ve aile hekimine gitti. Doktoru ona ciddi bir şey olmadığını söyledi, eve gitmesi, ağrı kesici alması ve rahatsızlığı geçene kadar dinlenmesini tavsiye etti.
Boynundaki ağrı geçmeyince birkaç hafta sonra aile hekimine yaptığı ikinci ziyarette de aynı tavsiyeyle karşılaştı; ağrı kesiciler ve istirahat.
Esther'in şok edici gerçeği keşfetmesi için beş ay daha geçmesi gerekti. Boynundaki bir kemik kırılmıştı ve bu da çektiği acının temel sebebiydi. Ama çok daha kötü haberler vardı…
BOYNUNDAKİ KIRIĞIN SEBEBİ MİYELOM DENEN KAN KANSERİYDİ
Nottingham'daki Queen's Tıp Merkezi'ndeki doktorlar ona kırığın, tedavisi olmayan ve beş yıl içinde onu kesinlikle öldürecek bir kan kanseri olmasından kaynaklandığını söyledi.
Miyelom adı verilen bu hastalık vücuduna yayılmış, kemiklerinde, kafatasında ve omurgasında milyonlarca delik açmış ve onu en ufak bir kayma ya da düşme sonucu daha da fazla hasar görme riskiyle karşı karşıya bırakmıştı.
Sonradan öğrendiğine göre, boyun sorunları daha erken bir aşamada ciddiye alınmış olsaydı, kemik hasarını önlemek için tedavi olabilir ve iyi bir yaşam kalitesinin tadını çıkarmak için daha fazla zaman kazanabilirdi.
Güney Afrika'nın Sandton kentinde yaşayan finans yöneticisi Dave Kenber, 2013 yılında kolunda çıkan bir lekenin cilt kanseri belirtisi olup olmadığını kontrol ettirmek için randevu aldı.
Eşi Michele, Dave’in doktora gitmekten nefret ettiğini, her zaman güneşin altında olduğunu ama hiç güneş kremi kullanmadığını söyledi. Cilt kanserinden şüphelenmelerinin nedeni de bunlardı. Sonunda Dave doktor randevusu aldı ve biyopsi için yönlendirildi. Ancak biyopsi randevusu son dakikada iptal edildi ve bir daha asla randevu almadı.
Dave’in kolundaki izin büyümesi durdu fakat bir yıl sonra Michele, eşinin kişiliğinin değişmeye başladığını fark etti. Dave, sadece 12 ay içinde eğlenceli ve sakin biri olmaktan çıkıp kaba ve kıskanç bir insana dönüştü.
‘ONUNLA YAŞAMAK BİR KABUSA DÖNÜŞTÜ’
Michele, “Dave, önceki evliliğimden olan oğlumu seve seve kabul etmişti ve ona resmen tapıyordu. Ancak her şey bir yıl içinde değişti” dedi ve yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Mutluyduk, ikimizin de başarılı kariyerleri vardı, çocuklarımız gelişiyordu, hayatlarımız sosyal ve eğlenceliydi ama sonra onun kişiliğinde değişiklikler fark etmeye başladım. Evliliğimizde hiç kıskançlık yoktu ve birdenbire her konuda paranoyaklaşmaya, ‘neden bunu giyiyorsun’ gibi şeyler söylemeye başladı. Ayrıca çocuklara karşı da çok çabuk sinirlenmeye başladı. Durum o kadar kötüleşti ki onunla yaşamak bir kabusa dönüştü.”
ARABASINA TAKİP CİHAZI BİLE TAKTIRDI, YÜZÜNE SİLAH DOĞRULTTU
Dave’in kıskançlıkları öyle bir noktaya vardı ki, en sonunda Michele’in tüm cihazlarına casus yazılımları yerleştirdi ve arabasına bir takip cihazı koydu. Michele, “
Beslenme uzmanı ve fonksiyonel tıp uygulayıcısı olan Nicola Shubrook, "Mikrobiyom, sağlığımızı iyileştirmek için topluca ve bireysel olarak çalışan çok sayıda 'iyi bakteri' türünden oluşur. Bu mikropların metabolik sağlığımıza, kilo yönetimimize ve ruh sağlığımıza fayda sağladığı giderek daha fazla görülüyor. Kahve, probiyotik faydalı bakterileri büyüme ve işlev için gerekli besinleri sağlayarak besleyen prebiyotik görevi gören birkaç bileşik içeriyor” dedi ve ekledi:
“Kahvenin bağırsak floramız üzerindeki etkisi iki yönlü görünüyor. İlk olarak, kafein kendisi bir uyarıcı görevi görerek bağırsaktaki yararlı bakteri sayısını artırıyor. Sindirim sisteminizdeki çeşitlilik ne kadar fazlaysa o kadar iyi.”
BİTKİ BİLEŞİKLERİ DE İÇERİYOR
Nutrients dergisinde yayınlanan 2023 tarihli bir çalışma, kafein, kahve tüketimi ve kolon mikrobiyomu arasındaki ilişkiyi araştırdı. Sonuçlar, düzenli kahve içenlerde mikrobiyom zenginliğinin daha yüksek olduğunu gösterdi.
Bu kişilerde, karaciğer fibrozu ve kardiyovasküler hastalıklara karşı önleyici etkileri olduğu düşünülen yararlı Alistipes ve Faecalibacterium türlerinin sayısı artmış ve bağırsak sorunlarına neden olan zararlı Erysipelatoclostridium seviyeleri daha düşüktü.
Bu, kahve tüketiminin, lif sindirimine yardımcı olduğu ve enfeksiyonları önlediği düşünülen mikroplar olan bifidobacterium'un artışıyla ilişkili olduğu bulunan daha önceki bir çalışmayı takip ediyor.
Kahve ayrıca meyve, sebze, otlar, baharatlar, çay, bitter çikolata ve şarap gibi bitkisel besinlerde doğal olarak bulunan bir bileşik kategorisi olan polifenoller adı verilen bitki bileşikleri de içeriyor.
Shubrook, "