Şu anda 28 yaşında ve yeni bir anne olan Mariena, insanların günlük güneş kremi kullanımından vazgeçtiklerinde aldıkları riskleri bilmelerini ve hiç beniniz olmadan da melanoma yakalanabileceğinizi bilmelerini istiyor. Mariena, “Artık melanomun ve tedavisinin ne kadar berbat ve yoğun olabileceğini bildiğim için, benimki daha geleneksel bir şekilde ortaya çıkmamış olsa da güneş güvenliği, güneş kremi kullanımı ve bir dermatologla yıllık cilt kontrollerinin büyük bir savunucusuyum” dedi.
CİLT KANSERİ SESSİZCE BÜYÜMÜŞ VE LENF DÜĞÜMLERİNE YAYILMIŞ
Deriye rengini veren melanin adlı renk pigmentleri, melanosit denilen cilt hücreleri tarafından üretiliyor. Bu hücrelerin kontrolsüz şekilde bölünüp çoğalması sonucunda ise melanom meydana geliyor. İnsanlar genellikle ciltlerinde tuhaf görünümlü bir leke oluştuğunda ya da daha önce sahip oldukları bir ben şekil, renk veya boyut değiştirmeye başladığında cilt kanseri olduklarını öğreniyorlar.
Ancak Mariena’da durum böyle olmadı. Genç kadın, doktorların cilt kanserini tanımlamak için kullanabilecekleri bir 'birincil bölge'ye sahip olmayan cilt kanseri hastalarının yüzde 3'ünden biriydi.
Erken teşhis edildiğinde melanom kolayca tedavi edilebiliyor. Ancak Mariena’da kanser sessizce büyümüş, derisinden lenf düğümlerine yayılmış ve doktorlar ilk olarak 2018'de bacağında bir şişlik olarak buldular.
KLİNİK ARAŞTIRMAYA KATILACAKTI AMA…
Doktorlar başlangıçta ona kanserin yayılmaya başladığının bir göstergesi olan 3. evre teşhisi koydular. Genç kadın, diğer tedavilerden daha hızlı işe yarayabileceği umuduyla bir klinik araştırmaya katılmaya çalıştı. Deneysel tedaviye başlaması planlanmadan hemen önce, doktorları midesindeki yeni bir büyümeyi kontrol etmek için çalışmaya katılmasını ertelemek zorunda kaldı.
Mariena’nın doktorlar tarafından çalışmaya katılmasının ertelenmesinin ardından çok ilginç bir gelişme yaşandı; genç kadının doktorları tarafından geciktirildiği süre içinde deneme, kötü yan etkilere neden olması sebebiyle iptal edildi.
Araştırmacılar 2007 ve 2019 yılları arasında İskoçya’daki Ulusal Sağlık Sistemi (NHS) hastanelerinde vajinal yolla ya da planlanmamış sezaryenle doğum yapan 567 bin 216 kadını inceledi. Bu kadınlardan 125 bin 24'ü, ağrıyı engellemek için sırta anestezik bir enjeksiyon yoluyla uygulanan epidural yaptırmıştı.
Glasgow Üniversitesi ve Bristol Üniversitesi tarafından yürütülen çalışmada, epidural uygulanmasının potansiyel olarak yaşamı tehdit eden durumların ortaya çıkma riskini yüzde 35 oranında azalttığı tespit edildi. Ayrıca erken doğum yapan veya daha önce tıbbi veya obstetrik sorunları olan kadınlarda da daha etkiliydi.
KALP KRİZİ VE SEPSİS RİSKİ DAHA DÜŞÜK
Araştırmaya göre, epidural doğum yapan kadınlarda doğum sırasında ve doğumdan sonraki haftalarda sepsis ve kalp krizi gibi rahatsızlıklara yakalanma olasılığı daha düşük. Bulgular, epidurallerin doğum sırasında daha fazla kullanılabilir hale getirilmesinin, anne ölümü ve yaralanma eğilimini tersine çevirmeye yardımcı olabileceğini gösteriyor.
EPİDURAL ANALJEZİYE ERİŞİMİN ARTMASI ÇOK ÖNEMLİ
Araştırmacılar, The BMJ'de yayınlanan bulgularının, 'doğum sırasında tüm kadınlar ve özellikle de en yüksek risk altında olanlar için epidural analjeziye erişimin genişletilmesinin anne sağlığını iyileştirebileceğini' gösterdiğini söyledi.
Glasgow Üniversitesi'nden Profesör Rachel Kearns, “Bu bulgu, epidural analjeziye erişimin, özellikle de en savunmasız durumda olanlar yani daha yüksek tıbbi risklerle karşı karşıya olan ya da erken doğum yapan kadınlar için sağlanması gerektiğinin altını çizmektedir” dedi ve ekledi:
PEKMEZİ KEKLERE, TATLILARA KOYUP PİŞİRMEYİN
İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Aytaç Karadağ, “Üzüm, dut, incir gibi meyvelerde fruktoz olarak isimlendirdiğimiz meyve şekeri bolca bulunur. Bu meyvelerin kaynatılarak daha yoğun hale getirilmesiyle elde edilen pekmez, yüzyıllardır enerji ve besin değeri yüksek bir gıda olarak tüketiliyor. Ancak son zamanlarda yapılan araştırmalar pekmezin kanser riski üzerinde olumsuz etkileri olabileceğini ortaya koyuyor” dedi.
Uzun uzun kaynatılarak hazırlanan pekmezin başka tariflerin yapımında kullanılması ve yeniden kaynatılması konusuna da değinen Karadağ, “Sağlıklı mutfaklarda keklere, tatlılara, şekerlemelere şeker yerine doğal olduğu için pekmez, bal, meyve kurusu konulabiliyor. Pekmez ve balın içindeki şekerlerin uzun süre yüksek sıcaklıkta kaynatılması esnasında HMF (hidroksimetil Furfural) adı verilen kanserojen bir bileşik oluşturabilir. HMF, genetik yapıtaşımız olan DNA’mızda hasara neden olarak kanser gelişimini tetikleyebilir” ifadelerine yer verdi.
HMF NEDİR VE HANGİ GIDALARDA BULUNUR?
“HMF pekmez dışında bal, reçel, meyve suyu, süt ve süt ürünleri ile domates salçasında bulunabiliyor” diyen Aytaç Karadağ şu pekmezin kansere sebep olmasıyla ilgili şu detayları verdi:
-- HMF yani Hidroksimetil Furfural, şekerin ısıl işlemle asitli ortamda parçalanmasıyla Maillard reaksiyonu esnasında ortaya çıkan DNA’de mutasyon yaparak kansere yol açabilen zararlı bir üründür.
-- Türk Gıda Kodeksi’ne göre balda 40 mg/kg, sıvı pekmezde en fazla 75 mg/kg, katı pekmezde ise 100 mg/kg’a kadar HMF miktarına izin veriliyor. Buna rağmen bizim geleneksel usul denilen açık kazanlarda kaynatılan pekmezlerde 681,40 mg/kg gibi yüksek değerlerde HMF oluşuyor.
--
HER YIL 6,5 MİLYON AĞAÇ KESİLİYOR
Her yıl kullandığımız 16 milyar kâğıt bardağı üretmek için her yıl 6,5 milyon ağaç kesiliyor. Bir araştırmaya göre, tek bir kâğıt bardak (kâğıt kılıfla servis edilen), yaklaşık 110 g CO2 yayıyor.
Öte yandan parçalanması çok uzun sürdüğü için, şimdiye kadar üretilen 8,3 milyar ton plastiğin çoğu hala varlığını sürdürüyor. Hangi plastik türünden yapıldığına ve nasıl bertaraf edildiğine bağlı olarak, tek kullanımlık bir plastik bardaktan kaynaklanan emisyonlar 10 g ila 30 g CO2 arasında değişiyor.
ELİNİ YAKAN PLASTİK BARDAKLARDAN SIKILDI, YENİLEBİLİR BARDAK TASARLADI
Tüm dünyada büyük bir krize sebep olan tek kullanımlık bardaklara ‘yenilebilir bardak’ ile “dur” demek istediklerinden bahseden Sinan Siner, “İş ortağımın babası bu ürünleri üretiyor ve bana bu bardaklardan bahsettiğinde çok heyecanlandım, bu ürünü Türkiye'ye getirmeye karar verdim” dedi.
Yenilebilir bardak fikrinin ortaya çıkış hikayesini ise Sinan Siner şu sözlerle anlattı: “Aslında bu fikir, ortağımın babası Miroslav Zapryanov’un üniversite zamanlarında sürekli eli yanan plastik ve karton bardaklardan sıkılmasıyla ortaya çıktı. Daha iyi, yenilikçi ve çevre dostu bir ürün yaratma amacıyla uzun bir araştırma ve çalışmadan sonra ilk bardaklarını üretti. Bu arada ürünümüz Avrupa İnovasyon Ödülü'nü kazandı.”
ORGANİK, VEGAN VE DOĞADA 14 GÜNDE YOK OLUYOR
Evet, yanlış anlamadınız. Bahsettiğimiz bu bardaklar gerçekten yenilebiliyor. Bardakların tam anlamıyla çevre dostu olduğundan ve doğada sadece 14 gün içinde yok olduğundan bahseden Siner, “
5 YILDIR EN SEVDİĞİ YEMEĞİ BİLE YEMİYOR
CNN'in 'Son Alzheimer Hastası' adlı yeni belgeselinde, Alzheimer hastası olan Cici Zerbe, Dr. Dean Ornish'in bitki temelli bir diyete geçmeyi, düzenli egzersiz yapmayı, grup desteğini, yoga ve meditasyonu içeren klinik çalışmasına katıldıktan sonra semptomların tersine döndüğünü söyledi.
Haziran 2024'te 'Alzheimer's Research & Therapy' dergisinde yayınlanacak olan çalışma, yoğun yaşam tarzı değişikliklerinin hafif bilişsel bozukluk veya Alzheimer Hastalığına bağlı erken bunama üzerindeki etkilerini araştırıyor.
Alzheimer semptomlarını 'tersine çevirmeye' yardımcı olan faktörler sorulduğunda Zerbe kendinden emin bir şekilde meditasyon, diyet ve egzersizi saydı, eskiden en sevdiği yemek dana pirzola iken beş yıldır hiç yemediğini açıkladı.
‘İKİ OĞLUM VAR, GELECEKTE ONLARLA OLMAK BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ’
Çalışmanın bir başka katılımcısı 55 yaşındaki Simon Nicholls, Zerbe ile benzer bir yolculuğu paylaştı. Nicholls, Alzheimer riskini artıran APOE4 geninin iki kopyasını taşımasına rağmen, yaşam tarzı değişikliklerinden sonra dikkate değer bir geri dönüş yaşadı.
Nicholls, CNN Baş Tıp Muhabiri Dr. Sanjay Gupta'ya 'Son Alzheimer Hastası' belgeselinde “Çok endişeliydim. Üç yaşında ve sekiz yaşında olmak üzere iki oğlum var. Yaşlandıkça gelecekte onların yanında olmaya çalışmak benim için gerçekten çok önemli. Hastalığı geriye itmek ve kendinize daha fazla zaman kazandırmak için yaşam tarzınızda yapabileceğiniz pek çok değişiklik var, ki bir tedavi bulana kadar ihtiyacımız olan tek şey de bu” dedi.
‘ANNEM HAYATININ SON 10 YILINI BİR SANDALYEDE SALLANARAK GEÇİRDİ’
BESİN SIRALAMASI NEDİR?
Fransız biyokimyacı Jessie Inchauspé, “Önce sebzeler, ikinci olarak proteinler ve yağlar, son olarak da nişastalar ve şekerler” dedi. Inchauspé, bu sırayla yemek yemenin kan şekerinde yarattığı ani yükselmeyi yüzde 75'e kadar azaltabileceğini iddia ediyor.
Inchauspé ayrıca diğer faydalar arasında çoğu insanın daha tok hissedeceğini, yemek sonrası enerji çöküşünden kaçınacağını (glikoz artışının ve ardından düşüşünün bir yan etkisi olabilir) ve şeker isteğini de önemli ölçüde azaltacağını söyledi ve ekledi: “Dürüst olmak gerekirse, bu çok kolay ve bir kazan-kazan, neden denemeyesiniz?”
PEKİ NASIL ÇALIŞIYOR?
Önce sebze yiyin
Inchauspé, “Sebzeler lif içerir ve bu maddeyi yemeğin başında yemek bağırsağınızın üst kısmında bir ağ oluşturabilir. Bu ağ daha sonra yemek sırasında geri kalan yiyeceklerin emilimini yavaşlatır ve yiyebileceğiniz karbonhidratlardan gelen şeker moleküllerinin kan dolaşımınıza ulaşma hızını yavaşlatır. Sonuç mu? Aynı şeyi yemiş olsanız bile kan şekeri seviyeniz daha istikrarlı olur” diye açıkladı.
Beslenme uzmanı Dr. Federica Amati, karbonhidrattan önce lif açısından zengin sebzeler yemenin, liften önce karbonhidrat yemeye kıyasla daha küçük bir kan şekeri tepkisine yol açtığı görüşünde.
Amati, “Bir dilim beyaz ekmek yerseniz, glikoz seviyelerinizin yükseldiğini görebilirsiniz. Ancak ekmekten önce lif açısından zengin meyve veya sebze yerseniz, daha az bir artış fark edersiniz” dedi.
TÜP BEBEK ÇOCUKLARININ LÖSEMİ RİSKİ YÜZDE 61 DAHA FAZLA
Bilim insanları, dondurulmuş embriyo kullanılarak dünyaya gelen çocukların, doğal yollarla dünyaya gelenlere kıyasla yaşamlarının ilerleyen dönemlerinde kan kanserine yakalanma şansının yüzde 61 daha fazla olduğunu keşfetti. Taze embriyolar kullanılarak IVF yoluyla gebe kalan bebeklerde ise riskin yüzde 41 oranında arttığı sonucuna varıldı.
Ancak uzmanların araştırma sonuçlarına karşı yorumları biraz daha farklı. Teknolojinin kendisinin suçlu olmayabileceğini söyleyen uzmanlara göre, ilk etapta IVF kullanma olasılığı daha yüksek olan yaşlı ve daha az fit çiftlerin genel olarak lösemili çocuk sahibi olma şansının daha yüksek olması bu araştırma sonuçlarını açıklıyor.
8,2 MİLYON ÇOCUK İNCELENDİ
Araştırmada 8,2 milyondan fazla çocuğu izleyen Fransız bilim insanları, bulgularının 'ihtiyatla yorumlanması gerektiğini' söyledi. Çalışmaya katılan çocukların tümü 2010 ve 2021 yılları arasında Fransız Ulusal Anne-Çocuk Kayıtlarına kaydedildi. Bunlardan 2.729'una ortalama altı yıllık bir takip süresi boyunca lösemi teşhisi kondu. Dondurulmuş embriyo kullanılarak dünyaya gelen bebekler, yılda bir milyon çocuk başına 69 vaka ile en yüksek riske sahipti.
Taze embriyolarla gebe kalanlar arasında risk bir milyon çocuk başına 52 vakaydı. Doğal yollarla gebe kalan bebeklerde ise bir milyonda 48 vaka görüldü.
Blood Cancer UK araştırma direktör yardımcısı Dr. Richard Francis, çalışmanın 'iyi yürütülmüş' olmasına rağmen, IVF yoluyla çocuk sahibi olan veya doğurganlık tedavisi görmeyi düşünen ebeveynleri endişelendirmemesi gerektiğinin altını çizdi, “Bu tek çalışmadan elde edilen bulgular, özellikle bizimkinden farklı bir sağlık sisteminde yürütüldüğü ve kan kanserli çocuk sayısı çok az olduğu için dikkatle ele alınmalıdır. Daha da önemlisi, bu çalışma mekanik destekli gebe kalma ile kan kanseri riski arasında doğrudan bir neden olduğunu kanıtlayamamaktadır. Herhangi bir kan kanseri teşhisi konmuş olan herkese mesaj şudur; bu sizin hatanız değildir” ifadelerine yer verdi.
Uzmanlar, kan kanseri için birbiriyle bağlantılı çeşitli risk faktörleri olduğunu; yaş, cinsiyet ve etnik köken gibi şeylerin de önemli bir rol oynadığını söylüyor.
“Hatırlamasam da ilk atağım dört yaşındayken oldu. Bir sabah ayağım çok şiştiği için ayakkabılarımı giyememiştim. Ailem, babamdan miras kalan nadir bir hastalık olan kalıtsal anjiyoödem (HAE) hastası olduğumu bu şekilde öğrendi. HAE, kandaki C1 inhibitörü (C1-INH) eksikliğinden kaynaklanır ve vücudun herhangi bir yerinde büyük şişliklere neden olur. Bir sonraki atağım yedi ya da sekiz yaşımdayken oldu ve elim şişti. Çocukken hiç farklı bir şey bilmiyordum. Babam şöyle derdi: Arada sırada şişeriz ama ben yine de işe giderim, sen de okula gidersin. Ama yüzün şişerse, nefes almanı engelleme ihtimaline karşı hastaneye gitmelisin.”
BABANNEM DOĞUM YAPTIKTAN BEŞ GÜN SORA VEFAT ETMİŞ
Bu sözler nadir görülen bir şişme hastalığı ile mücadele eden Nicky Bowen’a ait. Ailesindeki HAE hakkında çok fazla şey bilmediklerinden bahseden Nicky, ancak noktaları birleştirdiklerinde bir şeyleri anlayabildiklerinden bahsetti, “Babamın annesinin o doğduktan beş gün sonra ölümünden muhtemelen bu hastalığın sorumlu olduğunu söyleyebiliriz. Aile üyeleri, babannemin ellerinin ya da yüzünün şiştiği ve kimsenin nedenini bilmediği komik ataklar geçirdiğini hayal meyal hatırlıyor. Babama annesinin doğumdan sonra ‘karın ağrısı’ ile ilgili komplikasyonlar nedeniyle öldüğü söylenmiş” dedi.
Nicky’nın babası da ara sıra meydana gelen garip şişlikler sebebiyle hastaneye gidiyordu. Bir gün HAE hakkında bir konferansa gitmiş olan bir doktorla karşılaştı ve kan testi yapıldı. Test sonucu bunu doğruladı. Böylece Nicky’nin babası 22 yaşında resmi olarak teşhis almış oldu.
‘ALTI AYLIK HAMİLE GİBİ GÖRÜNÜYORDUM’
Nicky ise yukarıda da anlattığı üzere ilk atağını dört yaşında geçirmiş. Bu hastalık hormonlarla bağlantılı olabileceği için ergenliğe girdiğinde atakları çok daha kötüleşmiş. “O noktada şişlikler karnımdaydı, bu yüzden her ay aniden altı aylık hamile gibi görünüyordum. Kelimenin tam anlamıyla her yarım saatte bir kusuyordum. Ertesi gün bitkin ve tükenmiş oluyordum. Üçüncü gün biraz daha iyi hissediyordum ve dördüncü gün okula geri dönüyordum” diyen Nicky yaşadıklarını şöyle anlattı:
“İlk yüz şişliğimi geçirdiğimde 18 yaşındaydım. Bir gece dışarıdaydım, ardından arkadaşıma gittim ve orada kaldım. Uyandığımda dilimle yanağımın içini hissedemediğimi fark ettim. Aynaya baktım ve ağzımın şişmiş olduğunu gördüm. Şişliğin nefes yoluma ulaşacağından korktum ve panik içinde annemi aradım, beni hastaneye götürdü. Ancak o gün doktor yediğim bir şeye alerjik reaksiyon göstermiş olabileceğime karar verdi ve bana hidrokortizon verdi, bu da şişliği 10 kat büyüttü.”
‘KALP KRİZİ GEÇİRİYORMUŞ GİBİ HİSSEDİYORDUM’