Ama Artvinlilerin derdine ortak olmak için oralı olmanıza gerek yok. Biraz hesap kitap bilmek yeter.
Çünkü Artvinliler iflas etmiş bir ekonomik aklın ülkemizi sefalete sürüklemesine “Dur!” diyor. Çünkü onlar biliyor; doğal kaynaklarla kalkınma devri bitti! Ben bilmeyenler için açayım.
Doğru, sanayi devriminde doğal kaynaklar olmadan kalkınmak mümkün değildi.
O nedenle sanayi devrimini başarıyla yapan ülkeler doğal kaynaklara ulaşmak için kıtaları yağmalamaktan da kölelik gibi büyük bir insanlık suçu işlemekten de kaçınmadılar.
Ama o devir bitti. Doğal kaynaklarla ekonomik kalkınma arasındaki ilişki teknolojinin ilerlemesiyle yeni bir evreye geçti. Artık kaynak-kalkınma ilişkisi tersine dönmüş durumda. İçinde bulunduğumuz yüksek teknoloji çağında doğal kaynağı çok olan daha az kalkınıyor. Evet, bu bir tezat!
İlk başta dalga geçilen bir soruydu bu. Artık değil! Sanders’ten sözediyorum. Nasıl başardı? Hangi dersleri çıkartabiliriz?
Kapitalizmin beşiğinde sosyalizm rüzgarı!
Önce bir hatırlatma. Amerikan başkanlık seçimleri 100 metre koşusu değil, bir maraton. İki parti eyalet eyalet önseçimle başkan adayını belirliyor. Sonra iki partinin belirlediği adaylar genel seçimde karşı karşıya geliyor. En az 1 yıl süren bu maraton henüz başladı ve ilk iki önseçimin ardından Sanders delege sayımında ilk sırada. Sanders’in uzunca bir zamandır Demokratların garanti adayı görülen Clinton’ı geçmiş olması başlı başına bir devrim.
Sosyalist ama çalışıyor!
3-10 Aralık 2015 tarihleri arasında, Türkiye seçmen nüfusunu temsil eden 1024 kişi ile yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirilen araştırmaya göre artık iki Türkiye var.
Bir tarafta mutlu, müreffeh, umutlu AK Partiler …
Bir tarafta mutlu, müreffeh AK Parti seçmeni, diğer tarafta mutsuz, kaygılı bir yüzde 50. Rakamları paylaşayım:
Kendisini mutlu hissedenlerin oranı AK Parti seçmenlerinde yüzde 44 iken, bu oran CHP seçmenlerinde yüzde 21 ve HDP seçmenlerinde yüzde 7.
İlk seri üretim otomobil Ford Model T’den 112 yıl sonra! Dünya o arada devrim üstüne devrim yapmış ama olsun biz ısrarla bitmiş bir yarışa oyuncu sokmağa çalışıyoruz. Oysa ortada yeni bir yarış var.
Yeni yarışa hazır mıyız?
Geçen hafta yazdım. Dünyada yeni bir ekonomi kuruluyor. Hızla eskiyi altüst eden yeni bir dünya kuruluyor. Fiziksel varlıklarla sanal varlıkların birbirine geçtiği, kökeninde inovasyon olan yeni bir ileri teknoloji yarışı bu. Eski becerilerin işe yaramadığı bu yeni çağda başarılı olmak için eski bildiklerinizi unutmanız gerekiyor. O nedenle ülke olarak bu yarışta şansımız mevcut çünkü diğer ülkeler de bizim gibi yeni başlıyor. En azından arada 100 yıllık fark yok!
2020’de başarılı olmak için gereken 10 beceri nedir?
Bir süredir bas bas bağırıyorum: Yeni bir ekonomi kuruluyor! Bu hafta Davos’ta bu yeni ekonomiye bir ad konuldu: 4. Endüstriyel Devrim. Ya bu devrimin bir parçası olarak çocuklarımıza daha müreffeh bir hayat sunacağız ya da bir kuşak daha bizi basıp geçenlerin arkasından küfredecek!
4. Endüstriyel Devrim nedir?
Dağ başında bir kasabadan bir dünya markası çıkartan Dünya Ekonomik Forum’u manifestosunda şöyle özetlemiş 4. Endüstri Devrimi: Birinci devrimi su ve buhar, ikinci devrimi elektrik, üçüncü devrimi elektronik ve bilgi teknolojileri tetiklemiş. Dördüncü devrimi ise fizik, digital ve biyolojik dünyalar arası duvarları ortadan kaldıran yeni teknolojik füzyon tetiklemiş. Biliyorum çok net değil, açayım.
Bu devirde başarılı olmak için hızla bildiklerinizi unutun!
Değişiklik yaşamak için daha ırağa gitmek gerek. Ben de birkaç yıldır öyle yapıyorum. Her kış New York’tan çıkıp doğduğum köye gidiyorum.
Her insanın bir göğe bakma durağı olmalı
Yoksa o durak arayıp bulmalı. Benimki doğduğum şu ev. Tek katlı, kar biraz daha yağsa beyazın içinde kaybolan bu ince uzun ev. Yıllardır hep aynı yerde olduğu gibi duruyor. Hemen evin önündeki tuz taşı. Söğütler... Şu kıvrılarak akan çay. Bu uçsuz bucaksız uzayan ova. Ve bu şahane tabloyu çerçeveleyen dağların doruklarını kaplamış siyah şeritten ormanlar... Benim için huzurun mekânı işte burası. Ötesi yok. Gerçekten yok...
Üç gündür memleketteyim
Bir yapısal reform önerisi: Milli STEM Seferberliği!
Türkiye 8 yıldır aynı milli gelir seviyesinde çakıldı kaldı. Genç nüfusumuza katma değeri yüksek beceriler kazandırmadan bu orta gelir tuzağından kurtulmamız mümkün değil. Bu becerilere İngilizcedeki kısaltmasıyla STEM yani bilim, tekonoloji, mühendislik ve matematik becerileri deniyor. İşte bu nedenle OECD ve Dünya Bankası gibi büyük ekonomi kuruluşarı STEM becerilerini ölçüyor. Dünya Bankası TIMSS sistemi ile fen ve matematik, yani STEM’i merkez alan bir değerlendirme yapıyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) da PISA ile her 3 yılda bir dünya ekonomisinin yüzde 90’ında aynı becerileri 15 yaş çağındaki gençlerde ölçüyor.
Dünyada STEM becerilerinde neredeyiz?
Hem TİMSS hem de PISA verilerine bakınca STEM becerileri bakımından dünya ortalamasının çok altında olduğumuzu görüyoruz. Hem 4 ve 8. sınıflar üzerinden hem de 15 yaş grubunda yapılan ölçümlerde Türkiyeli öğrenciler fen ve matematik becerileri bakımından dünyadaki akranlarından çok daha geri bir noktada. Daha acı olan PISA üst seviye fen bilgisi testinde başarı oranımız yüzde 0. Evet sıfır! Peki neden çocuklarımızı fen ve matematik alanlarında iyi eğitemiyoruz?
Çoğunluk suya sabuna dokunmadan verilen işi yerine getirme telaşında iken neden birileri çıkıp “Hayır, bu böyle olmak zorunda değil! diye risk alıyor? Herkes geleneklerin huzuruna kendini teslim ederken neden birileri onca baskıya rağmen mahalleyi terk etmeyi göze alıyor? Kendi hikâyesini kendi yazanlar, mucitler, kaşifler, liderler, sanatçılar... Nedir ortak özellikleri?
İtiraz şart!
Hayatın her alanında yeni bir yol açanların hikâyesine bakın her birinin inatçı bir asi olduğunu göreceksiniz. İstediğiniz icadı, istediğiniz keşfi, istediğiniz tarihsel dönüşüm anını, istediğiniz markayı alın. Hepsinin başlangıcında bir itiraz vardır. Çünkü yeni bir şey yapmanın ilk koşulu “Bu böyle olmak zorunda değil!” demektir. Bu eleştirel tavır olmadan bu devirde dünya ile rekabet etmek mümkün değil. Adı ekonomik kalkınma ile anılan OECD bile artık eleştirel düşünceyi ekonomik bir yatırım unsuru olarak ölçüyor. Ve maalesef itiraz kültürü bakımdan bizim durumumuz içler acısı: Gençlerimizin yalnızca yüzde 2.2’si ileri derecede eleştirel düşünce becerisine sahip. Bu oran Güney Kore’de yüzde 28! O nedenle itirazı bol bir 2016 diliyorum.
Önce tahayyül!