1- ESNAF EV GİDERİNİ DE YAZACAK
Maliye Bakanı Naci Ağbal, kurumlar vergisi oranları ve kazançlardan düşülen giderlerle ilgili esnafa iki müjde birden verdi. Bir işletme sahibinin ailevi harcamaları dahil bütün giderlerini kazancından düşebilmelerine yönelik çalışma yapacaklarını açıklayan Ağbal, “Diyelim ki bir kunduracı işletme hesabı esaslarına göre defter tutuyor. Onun da belki belli ailevi harcamalarını işletme gelirinden düşmesine imkân verebiliriz. Ama bunun şartları, kuralları ne olabilir, buna bir harcama tavanı getirilebilir mi? Bunu tartışmak lazım. Bu yolla aslında kayıt dışılıkla da mücadele etmiş oluruz. Arkadaşlara talimat verdim özellikle gelirden düşülebilecek harcamaların genişletilmesi ve ailevi harcamaların da belli oranlar dahilinde gelirden düşürebilmesiyle ilgili belli bir çalışma yapacağız” dedi.
2- VERGİ İNDİRİMİ GÜNDEMDE
Maliye Bakanı Ağbal, yüzde 20 seviyesinde bulunan kurumlar vergisi oranlarının düşürülmesi konusunun da yine tartışılması gereken bir konu olduğunu vurguladı. Global krizden sonra ülkelerin arasındaki ekonomik rekabet içerisinde vergi rekabetinin gittikçe önem kazandığına dikkat çeken Ağbal, şunları söyledi: “Yani Trump’ın bir anda kurumlar vergisini düşürmesi tesadüf değil. Biz 2006 yılında kurumlar vergisi oranını yüzde 33’den yüzde 20’ye indirdik. Ama ben geçen gün bir tablo çıkarttım, şimdi bizden daha aşağı olan ülkeler var. Bence tartışmamız lazım. Kurumlar vergisi oranı Türkiye’de son derece önemli bir faktör. Bazı ülkelerde, mesela İrlanda’da yüzde 12, Macaristan’da yüzde 19, farklı farklı oranlar var.”
3- YAPILANDIRMAYANA ZİYARET VAR
Devletin sağladığı bütün olağanüstü imkanlara rağmen adeta devlete meydan okurcasına ‘borcumu ödemiyorum’ diyenlerin üzerine gideceklerini vurgulayan Ağbal, “Bakacağım gerçekten zor durumdaysa bu insanlara yapılandırmaya müracaat etmemiş olsa bile tecil müessesini kullanacağız. Ama gittik baktık durumu gayet güzel, parasını ödeyebiliyor, tıkır tıkır araba alıyor, ev alıyor oh işler çıtırında. İşleri çıtırında olup vergi ödemeyenin üzerine gideriz. Kusura bakmasın benim eğer onun üzerine gitmezsem vatandaş bana hesap sorar” diye konuştu.
4- EDS’YE BÖLGESEL ÖZELLEŞTİRME
Trafik Elektronik Denetleme Sistemi (TEDES) ile ilgili daha önce yaptığı eleştirilerin hatırlatılması üzerine Bakan Ağbal, “Sözlerimin arkasındayım. Gerekli uyarılar ve uyarıcı levhalar konulmadan TEDES uygulamalarının yapılması haksızlıktır. Çok iyi niyetlerle yola çıktık dedik ki, bir kazan kazan. Yani belediyeler bu sistemi kuracak. Ben bir kamu kaynağı harcamadan bir ceza sistemi kuruyorum. Sonra bir gördük ki bunu belediyeler şirketlere devretmiş. Bir de açgözlülük diyeceğim açgözlülük olunca da her yere kurmuşlar onu. İçişleri Bakanlığı ile bu konuda bir farklı fikrimiz yok. Bu elektronik denetim sistemi (EDS) bence doğru bir proje, bu projenin yaygınlaştırılması lazım. Bu projenin iş modelinin aslında belki de belediye belediye değil bölgesel olarak yapılması gerekiyor. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na ‘Bu konuyla ilgili bir çalışın bakalım, buradan bir özelleştirme uygulaması çıkarabilir miyiz’ diye de bir talimatım oldu. Arkadaşlar da şu anda onu çalışıyorlar. Yani bölgesel düzeyde belli kural, kaide ve standartlarla böyle bir uygulamada yapabiliriz. Amaç gelir elde etmek değil aslında, trafik kurallarına uyulmasını sağlamak” diye konuştu.
GEÇTİĞİMİZ çarşamba günü yayınlanan Hürriyet’te bu köşe ‘ekstra’ ibaresiyle yer aldı. Cumartesi günleri yayınladığımız Vatandaşın Ekonomisi’ni acilen yayına almamızın önemli bir sebebi vardı: Emlak Vergileri...
Bu konuda çok sayıda e-posta almam üzerine konuyu incelemiş, ardından özetle şunları yazmıştım:
“Arazinizin, evinizin veya dükkânınızın değeri 4 yıl sonra yeniden belirlendi. Emlak vergisi her yıl, “yeniden değerleme oranın yarısı” kadar artıyor. Ancak emlak değeri 4 yılda bir belirleniyor ve emlak vergisi de bu ‘güncel değer’ üzerinden veriliyor. 2014-2015-2016 ve 2017 yılı emlak vergileri için baz teşkil eden emlak değerleri 2013 yılında belirlenmişti. Aradan dört yıl geçti. Şimdi 2018-2019-2020 ve 2021 yılı için az teşkil edecek emlak değerleri de Takdir Komisyonları tarafından belirlendi ve belediyelere teslim edildi. Yani herkesin, ister evi, ister arsası, ister dükkanı olsun bunların hepsinin değeri yeniden hesaplandı. 2018’de emlak verginizi buna göre vereceksiniz. Takdir Komisyonu’nun belirlediği yeni değerlere itirazınız varsa son günlere girmek üzereyiz, dava açmak için acele etmeniz şart.”
MUHTARLIK VE BELEDİYEYE
İyi de, yeni emlak değerinizi nasıl öğreneceksiniz? Vatandaşın bir an önce muhtarlıklardan veya belediyelerden kendi caddesi veya sokağı yahut arsa- arazisi için belirlenen birim değerini öğrenmesi ve ‘fahiş artış’ görmesi durumunda 30 gün içerisinde vergi mahkemesine başvurması gerekiyor. 31 Temmuz’a kadar bu konuda girişimde bulunmanızda fayda var.”
Bu yazım üzerine okurlarımdan çok sayıda e-posta ve telefon aldım. Bana gelen soruların çoğunda son tarihin belirsiz olduğu ve itirazın nasıl yapılabileceğine ilişkin bilgi talepleri şeklindeydi.
Ben de araştırdım. İşin uzmanı hukukçularla görüştüm, mahkeme kararlarına içtihatlara daldım. Sonuçta kendimi büyük bir bilinmezlikler denizinde buldum. Aslında bu, yasal düzenlemelerin ne kadar yetersiz ve belirsiz olduğunu gösteriyor. Neyse ki imdadıma hukukçu dostlarım yetişti. İşte verdikleri bilgiler ışığında sorduğum sorular ve aldığım cevaplar.
Kesinleşmiş değer nedir?
VATANDAŞIN Ekonomisi köşesine gelen elektronik postalar gösteriyor ki emlak vergilerindeki artış oranları bazı okurlarımızın canını sıkmış. Bu yıl için ödenen vergilerin önümüzdeki birden bire olağanüstü artmasının nedenini soran okurlarımıza öncelikle hatırlatmamızda fayda var. Emlak vergisi her yıl, “yeniden değerleme oranın yarısı” kadar artıyor. Ancak emlak değeri 4 yılda bir belirleniyor ve emlak vergisi de bu ‘güncel değer’ üzerinden veriliyor. 2014-2015-2016 ve 2017 yılı emlak vergileri için baz teşkil eden emlak değerleri 2013 yılında belirlenmişti. Aradan dört yıl geçti. Şimdi 2018-2019-2020 ve 2021 yılı için az teşkil edecek emlak değerleri de Takdir Komisyonları tarafından belirlendi ve belediyelere teslim edildi. Yani herkesin, ister evi, ister arsası, ister dükkanı olsun bunların hepsinin değeri yeniden hesaplandı.
TAKDİR KOMİSYONU YETKİLİ
“Benim arsamın, evimin değerini kim belirliyor” derseniz, cevabı Takdir Komisyonu olur. Bu komisyonda Tapu Dairesi, Belediye, Ticaret Odası, Muhtarlık ve Vergi dairelerinden görevli memurlar bulunuyor.
“İyi de doğru hesaplıyorlar mı”, “emlak değer artışı nasıl belirleniyor” derseniz işte orası biraz tartışmalı. Örneğin filanca ilçenin filanca mahallesinde filanca sokakta bir eviniz var. O sokaktaki tüm evlerin değerinin 4 yıl içinde yüzde 100 arttığı varsayılırken hemen karşısındaki sokaktaki evlerin değerinin yüzde 40 arttığı varsayılabiliyor. Geçmişte bu konuda yaşanan çarpıklıklar Hürriyet Yazarı Şükrü Kızılot’un kaleme aldığı birçok yazı sayesinde hala arşivlerde duruyor.
HEMEN İTİRAZ EDİN
Burada en kritik nokta yeni belirlenen oranların 4 yıl boyunca ödeyeceğiniz emlak vergisine baz teşkil etmesi. Yani komisyonun yeni açıkladığı evinizin değerini 100 lira kabul edersek 2018’de 100 lira üzerinden emlak verginizi vereceksiniz. 2019’da 100 liranın üzerine yeniden değerleme oranın yarısı kadar artış ilave olacak. Yeniden değerleme oranı yüzde 8 desek yüzde 4 artışla 104 lira üzerinden vergi vereceksiniz. Sonraki yıl ise 104 liranın üzerine yeniden değerleme oranın yarısı ilave edilecek. Bir sonraki yıl da aynen böyle devam edecek. Yani bugün için belirlenen 100 lira 4 yıl sonra ödeyeceğiniz emlak vergisine de baz teşkil edecek. İyi de yeni emlak değerinizi nasıl öğreneceksiniz? Vatandaşın bir an önce muhtarlıklardan veya belediyelerden kendi caddesi veya sokağı yahut arsa- arazisi için belirlenen birim değerini öğrenmesi ve ‘fahiş artış’ görmesi durumunda 30 gün içerisinde vergi mahkemesine başvurması gerekiyor. 31 Temmuz’a kadar bu konuda girişimde bulunmanızda fayda var.
OKURUM sabahın beşinde çalan telefonunu açtığında annesinin banyoda düştüğünü, kafasının kanlar içinde olduğunu öğreniyor. Telefonun ucundakiÖzel hastanenin acili SGK’lıdan para alır mı kardeşiyle Bakırköy’de annesinin evine çok yakın olan özel hastanede buluşuyorlar. Acilden içeriye sokulan hasta acil doktorunun karşısına çıkarılıyor. 80 yaşındaki kadının nasıl düştüğü, kullandığı ilaçlar vs bilgiler veriliyor. Sonrasında doktor beyin kanaması riski olduğunu bu nedenle MR çekmeleri gerektiğini belirtiyor. Kan testleri vs yapılacak uygulamalar ile ilgili de bilgi veriyor.
Hasta, hastaneye sokulduğu anda SGK’lı olduğunu yetkililere aktaran hasta yakını okurum annesi için endişeli ama işin maddi boyutunu umursamıyor a an. Nasıl olsa acil durumda özel hastaneye gitmek zorunda kalan bir SGK’lının masraflarını kurum karşılıyor. Ancak iş gereken tedavinin yapılması sonrasında hastane ile helalleşmeye geldiğinde büyük bir sürprizle karşılaşıyor. Tamı tamına 2 bin 612 lira 35 kuruşluk bir faturanın ‘acilen’ ödenmesi isteniyor.
Hasta yakını bu konuda açıklamalar yapıldığını ve acile gelen SGK’lıdan ücret alınamayacağına belirtmesine rağmen kendisinden fatura kuruşu kuruşuna tahsil ediliyor. Yetkililerin açıklaması çok kısa ama içeriği hayli muamma: O işler öyle olmuyor. Hastanız ne yazık ki 32 maddelik acil kriterlerini taşımıyor
Okurum soruyor: Banyoda düşen, kafasında açık bir şekilde kanaması olan, beyin kanaması geçirdiğinden şüphelenilen bir hastanın durumu acil değildir de nedir?
Ben de aynı soruyu Ankara bürosunda konunun uzmanı muhabir arkadaşım Hacer Boyacıoğlu’na sordum. O da yetkililerle konuştu, son yasal düzenlemeleri araştırdı. Sonucu Hacer’in tabiriyle aktarayım: Ortada büyük bir kaos, belirsizlik, ciddiyetsizlik ve fırsatçılık var.
Ne kamuda bu işin içinde olanlar ne de meslek örgütlerinde yöneticilik yapanların konuyla ilgili somut bir bilgisi yok. Söylemde acil hastayı SGK karşılıyor görünse de özel hastanenin kapısından girmenizle durum değişiveriyor. Bu konuda oluşturulan şikayet hatlarına yapılan binlerce başvuru var. Ancak netice yok. Acil sorunu kanayan bir yara ve gittikçe de büyüyor.
YASA NE DİYOR?
BİR okurum tatil için gittiği şehirdeki havalimanında teslim almak üzere araç kiralar. Havalimanına varır, araç kiralama bankosunda işlemlerini tamamlar sıra aracı teslim almaya gelir. Tam bu noktada fark eder ki aracın benzin deposu boştur. Görevliye gösterince aldığı yanıta şaşırır: “Biz boş depo teslim ediyoruz, boş depo teslim alıyoruz.”
Araç kiralamada evrensel kuraldır. “Araç dolu depo ile teslim edilir, dolu depo ile teslim alınır.” Aslında mantığı da basittir. Bu sayede kullandığınız kadar akaryakıtın parasını ödemiş olursunuz.
Neyse biz talihsiz okurumuza dönelim. Okurum aracı teslim alır. En yakın akaryakıt istasyonuna gider 50 liralık yakıt alır iki gün o yakıtla işini görür. Aracı teslim etmek için havalimanına gideceği gün bakar ki yakıt lambası yanıyor. En azından hedefe ulaşana kadar yakıtım yetsin düşüncesiyle bir 50 liralık daha yakıt alır. İkaz lambası sönmez. Bir 30 liralık daha yakıt alır, yine sönmez. 20 liralık daha, bir 20 liralık daha... Olur size 120 lira... Yakıt lambası hâlâ yanar durur. 120 lira deyip geçmeyin 23 litre eder. Yani nereden baksanız deponun yarısı. Ama ikaz lambası hiç tınmaz. Bakar olacak gibi değil yarım depo benzin ve yanan ikaz lambasıyla havalimanının yolunu tutar. Aracı teslim alan görevliye durumu anlatır, “kandırıldığını” belirtir ama yapacak bir şey yoktur. Uzun bir kontrol kuyruğu ve kaçmak üzere olan bir uçak vardır. Yanan ikaz lambası, yarım depo benzin yani 120 lira o havalimanında kötü bir hatıra olarak bırakılır...
BÜYÜKLER DOLU DEPOCU
Okurumun mektubu sonrasında araştırdım. Türkiye’de faaliyet gösteren birçok şirket, özellikle de kurumsal ve büyük olanlar internet sitelerinden açıkça dolu depo teslim edip-aldıklarını beyan ediyorlar. Genelde ilgili uyarılar şöyle: “Araçların müşteriye teslimi tam dolu depo benzin ile yapılır. Eksik veya boş depo benzin ile iade edilen araçlarda, yakıt farkı, hizmet ücreti ile birlikte alınır.”
Bazıları dolu depo kuralarına ilave olarak kilometre başına yakıt ücreti alma alternatifi de getirmiş. Mantık aynı, “kullandığın kadarını öde.”
Ama çoğu küçük bazı kiralama şirketleri ise bu evrensel kuralın tam tersini uyguladıklarını beyan etmişler. Hem de açık açık internet sitelerinden. “Boş depo veririz, boş alırız.”
BİL BAKALIM KAÇ LİTRE?
SON yıllarda turizmin en önemli temel taşlarından biri erken rezervasyon oldu. Hem tüketici açısından hem de işletmeciler açısından çok önemli. Erken rezervasyonun faydalarını aşağıda sıralamaya çalıştım. Bu yazı ile sakın erken rezervasyon karşıtı olduğumu düşünmeyin. İşini iyi yapan, tüketiciye karşı dürüst davranan tüm işletmelere diyecek bir şeyim yok. Ancak tatil sezonunun gelmesiyle bana ulaşan çok sayıda şikayeti de görmezden gelemem.
Örneğin Alanya’da bir otel mart ayında erken rezervasyon ilanları vermiş. Erken rezervasyon yaptıran 2 kişinin 4 gecelik tatilini bu otelde yüzde 45 indirimle 2 bin 458 liradan geçirebileceği belirtilmiş. Bir okurum da erken rezervasyon yapıp mart ayından bu otel ile anlaşmış. Buraya kadar her şey normal. 13 Temmuz’da 4 gün için otele gitmeye hazırlanan okurum hafta başında bu otelin yeni ilanlarına bakmış. O da ne? İlanda aynı otelde iki kişinin 4 gece konaklama bedeli 3 bin 68 lira olarak belirtilmiş. Otelin odalarını yüzde 35 indirimle sattığı da vurgulanmış.
Okurum şunları söylüyor: “Ben 4 ay önceden tatil satın aldım. Bunun en büyük nedeni otelin bana yüzde 45 indirimle hizmet sunacağının vaat edilmesiydi. Şimdi aynı otelin odaları yüzde 35 indirimle satılıyor. Bu konuda ben kendimi aldatılmış hissediyorum. Madem indirimler son ana kadar devam edecekti neden erkenden tatilimi satın aldım. Benim buradaki avantajım ne?”
UYGUN ÖDEME KOŞULLARI
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve TÜRSAB öncülüğünde 2009 yılında başlatılan erken rezervasyon kampanyasının ana hedefi, avantajlı ödeme kolaylıkları sağlayarak daha fazla vatandaşın tatil yapmasını sağlamak. Bu yolla iç turizmi canlandırmak ve Türkiye’ye gelen yabancı turistlerin daha uygun ödeme koşulları ile seyahat ettiklerine yönelik yaygın algıyı değiştirmek amaçlandı. TÜRSAB’ın verilerine göre 2009 yılında 300 bin, 2012 yılında 2 milyon, 2013’te 2.5 milyon, 2014 yılında 3 milyon, 2015 yılında 3.5 milyon ve 2016 yılında ise erken rezervasyon kampanyasından yararlanan kişi sayısı 4.2 milyon kişi oldu. 2017 yılında ise kampanyadan yararlanacak olan kişi sayısının
ise 5 milyon civarında beklendiğini açıklandı.
8 BİN LİRA HİÇ OLMADI
Bu yıl aralık ayının sonunda ise 2017 tatilleri için ‘erken rezervasyon’ sezonu açıldı. Birçok tur operatörü ve otel ‘yüzde 50’ye’ varan oranlarda ‘indirimlerle’ tatil satışı gerçekleştirmeye başladıklarını açıkladı.
Dışarıdan bakıldığında diğer kulüp başkanlarına göre daha gösterişsiz bir imaj çizen, sessizliği ile dikkat çeken Dursun Özbek beni şaşırttı desem yanlış olmaz. Karşımda ne yaptığını bilen, iş dünyasındaki tecrübelerini, mali disiplin anlayışını Galatasaray’a da taşımaya çalışan tecrübeli bir iş insanı buldum.
Bence Dursun Özbek Galatasaray tarihinin en zor dönemlerinden birinde kimsenin o gömleği giymekten itina ettiği bir dönemde başkan oldu. Borcun tavana vurduğu, UEFA’dan kırmızı kartın çıktığı, kulübün Çinlilere satılmasının bile teklif edildiği bu dönemde Dursun Özbek Florya, Riva gibi yıllar içinde efsaneye dönüşen projeleri hayata geçirmeyi göze aldı. Başkan Özbek’in stratejisinin başarılı olup olmayacağını zaman gösterecek. Ben şimdi bu stratejiyi biraz daha anlaşılır bir dille anlatmaya çalışacağım.
Galatasaray’ın elinde iki önemli varlık var. Florya ve Riva. Galatasaray her iki arazi için de önce Emlak Konut GYO ile anlaşma imzaladı. Amaç bu iki araziyi satmak yerine hasılat paylaşımı ile daha fazla gelir elde etmek. Galatasaray Florya tesislerini terk edip Kemerburgaz’da 120 dönümlük bir araziye taşınacak. Buraya 5-6 saha inşa edilecek. Her gün değişik bir sahada antrenman yapılabileceği için çimlerinin bozulması ve futbolcuların sakatlanması engellenecek. Florya ve Riva için anlaşma imzaladığında Emlak Konut’tan hemen 380 milyon liralık temlik alındığını belirtelim. Bu temlik borç kapatma için kullanılmış bile ve Galatasaray Sportif A.Ş. ve Galatasaray Kulübü’nün banka ve finans kuruluşlarına olan 265 milyon dolarlık borcu ilk aşamada 92 milyon dolar azalarak 173 milyon dolara inmiş. Sıra geçen hafta ihalesi yapılan Riva projesine gelmiş.
ÖZBEK’TEN SÜREN’E SİTEM
Bu noktada Özbek’in Galatasaray’ın efsane başkanı Faruk Süren’e olan sitemini de belirtmem gerekiyor. Süren’in Galatasaray’ın haziran ayında yaptığı divan kurulu konuşmasının Riva ihalesinin hemen öncesine denk geldiğini belirten Özbek, “Başkan özetle Riva projesinin başarısız olacağını öne sürdü. Ben ihaleden önce böyle bir konuşma yerine o projenin değerini yükseltecek açıklamalar ve destek beklerdim” dedi.
Neyse, biz rakamlara dönelim... Ne demiştik bugün banka ve finans kuruluşlarına borç 173 milyon dolardı. Riva’da satış değeri 3.1 milyar TL olan bir proje gerçekleşecek. Galatasaray’ın buradan kasasına en az girecek para 942 milyon TL olacak. Kulüp bunun için de Emlak Konut’tan 542 milyon TL’lik bir temlik daha alacak. Başkan bunun karşılığının da 110 milyon dolar olmasını bekliyor. Bankaya bir kereliğine ödenecek komisyon karşılığında temliğin hemen nakte çevrilmesiyle Galatasaray önümüzdeki günlerde 110 milyon dolar daha borç kapatacak. Böylece banka ve finans kuruluşlarına kalan borç 63 milyon dolara inecek. Özbek Riva projesinin satışı geçmesiyle birlikte oradaki konut ve ticari birimlerin fiyatlarının artmasını bekliyor. Emlak Konut’un benzer satışlarından bize gösterdiği örnekler gerçekten de fiyatların 2 kata yakın yükseliş yaşadığını ortaya koyuyor. Bu durumda ihaleyi kazanan firma Riva’daki ev ve dükkanları daha pahalıya satmayı başarırsa bundan hem kendileri, hem Emlak Konut hem de Galatasaray kârlı çıkacak. Böylece kalacak 63 milyon dolarlık borcun kapatılması da hayal olmayacak.
GELİR-GİDER DENK GELECEK
Bu arada Galatasaray borcunu kapattıkça bankalara rehinli diğer varlıklarının da serbest kalacağını bu varlıklara yönelik projelerin de değerlendirilebileceğini hatırlatmak gerekiyor.
FAİZ her dönem gündemin ilk sıralarında yer alır. Parası olan daha çok faiz almak ister, borcu olan faizlerin düşmesini. Son yıllarda siyasilerin de hedefindedir faiz. Özellikle Merkez Bankası faizleri düşürmediği için eleştirilir durulur. Merkez Bankası’nın belirlediği politika faizi dillerden düşmez de peki ya devletin alacaklarına uyguladığı gecikme faizi nedense hiç gündeme gelmez. Ben bu hafta Vatandaşın Ekonomisi’nin projektörlerini işte bu faize yöneltmek istiyorum. Bir de bankaların kredi kartlarına uyguladığı faizlere. Çünkü bu her ikisi de doğrudan vatandaşın cebini ilgilendiriyor ve bizzat devlet eliyle belirleniyor.
Öncelikle vergi ve benzeri kamu alacaklarına karşı uygulanan devletin gecikme faizini ele alalım. Bu faiz Bakanlar Kurulu Kararı ile belirleniyor. Şu anda aylık yüzde 1.40 seviyesinde, yıllığa vurursanız yüzde 16.8’e ulaşıyor.
Bono faizleri şu anda yüzde 11 seviyesinde. Yani devletimiz şu anda piyasadan borçlanmaya kalksa yıllık yüzde 11 maliyetle borçlanıyor. Bankalardan yüzde 11 ile borçlanan devlet vatandaştan alacağına karşılık yılda yüzde 16.8 faiz istiyor. Burada ciddi bir haksızlık var.
Peki ya bu faiz oranı ne zamandır yürürlükte derseniz, cevabım neredeyse 7 yıl olur. 19 Ekim 2010’dan bu yana Bakanlar Kurulu bu faiz oranında bir indirim yapmadı. Devlete olan 100 liralık borcumuz her yıl 16.8 lira arttı. Devletin alacağına karşı bu kadar yüksek faiz uygulamasını caydırıcı olarak yorumlayabilirsiniz? Son vergi, SGK ve diğer borçların yapılandırılmasını göz önüne katarsak devletin uyguladığı bu faiz caydırıcılıktan çok cezalandırıcı olmuş. Ana para haricinde borcunu ödemeye kalkan piyasadaki faizlerin çok üzerinde bir ilave maliyetle borcunu ödemiş. Ardından gelen aflar ise işin maddi boyutu bir tarafa bir de manevi olarak yıkıma neden olmuş. Oysa devlet alacağına makul bir faiz uygulasa belki de bu aflara, yapılandırmalara hiç gerek kalmayacak. 7 yıldır düşürülmeyen gecikme faizi indirilse, cüzdanlar da vicdanlar da rahatlayacak.
MERKEZ BANKASI’NDAN KREDİ KARTINA ŞOK FAİZ
MERKEZ Bankası’nın internet sitesine girecekler ilgili bölümde 26 Kasım tarihli şöyle bir duyuru bulacaklar:
“1 Ocak 2017 tarihinden geçerli olmak üzere kredi kartı işlemlerinde uygulanacak aylık azami akdi faiz oranları Türk lirası için yüzde 1.84, yabancı para için yüzde 1.47, aylık azami gecikme faiz oranları Türk lirası için yüzde 2.34, yabancı para için yüzde 1.97 olarak belirlenmiştir.“