Paylaş
Ülkedeki kutuplaşmaya paralel bir şekilde birbirlerine genellikle çatışma hatları üzerinden bakan siyasi partilerimiz bu kez işbirliği yaparak, 27 Mayıs darbesinin utanç verici sayfalarının en başında gelen Yassıada Mahkemesi’nin bütün tasarruflarını hukuken geçersiz kılan bir teklifin kabulü yönünde hep birlikte el kaldırdılar.
*
Darbeyi gerçekleştiren aktör olarak iktidarı elinde tutan Milli Birlik Komitesi’nin bir kararıyla kurulan, bu komitenin talimatlarıyla hareket eden ‘Yüksek Adalet Divanı’ kimliği altındaki Yassıada Mahkemesi’nin bütün izleri, bu yasayla birlikte hukuken yokluğa sevk edilmiş oluyor.
Böylelikle, aralarında darbeyle devrilmiş olan bir cumhurbaşkanı, bir başbakan, bakanlar, milletvekilleri, bürokratlar, memurlar ve partili sade vatandaşların yer aldığı toplam 592 sanığın muhtelif davalardan yargılandığı bu mahkemenin bütün kararları hükümsüz hale gelmektedir. Adalet Bakanlığı, önümüzdeki iki ay içinde bütün kararların adli sicil ve her türlü arşiv kayıtlarını silmiş olacaktır.
Ayrıca, bu yargılamalardan dolayı zarar görenler ve mirasçılarının kayıplarının karşılanması yönünde de bir düzenleme getiriliyor. Yasa uyarınca maddi ve manevi tazminat başvurularını değerlendirmek üzere Cumhurbaşkanlığı tarafından bir komisyon kurulacaktır.
*
Yassıada’da hukuk adına geçerli olan norm darbecilerin iradesiydi. Demokrat Parti şahsiyetlerini tutuklayıp, önemli bir bölümünü tartaklayarak Yassıada’ya gönderen bu irade kürsüde son sözü de söyleme hakkına da sahipti.
Hukukun darbecilerin elinde keyfi ölçüler içinde bir cezalandırma aracı olarak kullanıldığı yargılamalara tanıklık edildi. ‘Köpek davası’, ‘Bebek davası’ gibi hukukun katledildiği yüz kızartıcı örnekler yaşandı. Bu yönüyle bakıldığında, Yassıada yargılamaları, hukukun bir vesayet odağının elinde araçsallaştırılmasının ibret verici uç örneklerini sergileyen derslerle doludur.
Kabul edilen yasanın hukuki çerçevesi konusunda bazı tartışmalar sürüyor. Ancak burada önem taşıyan, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde TBMM’nin bir büyük ulusal mutabakatla bir askeri darbenin hukuki mirası karşısında bu ölçülerde kuvvetli bir irade sergileyebilmiş olmasıdır.
*
TBMM’nin kabul ettiği yasa aslında 1960’lı yılların ortalarından bu yana 27 Mayıs darbesinin sancılı bir şekilde tasfiyesi yönünde atılmakta olan adımların geldiği en son noktayı gösteriyor. Normalleşme yönünde ilk adımlar aslında 1962 sonrasında sağlık raporu gibi uygulamalar ve muhtelif af düzenlemeleriyle DP’lilerin aşama aşama hapisten çıkartılmalarıyla atılmıştı. Keza 1960’lı yılların ilk yarısında İsmet İnönü’nün başbakanlığı döneminde mahkeme kararlarıyla DP’lilerin müsadere edilen mal varlıklarının serbest bırakılması yönünde de gelişme sağlanmıştı.
Bir başka kayda değer adım 1974 yılında Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki CHP-MSP koalisyonu döneminde çıkartılan af ile DP’lilerin siyasi yasaklarının kaldırılması oldu. Pek çok tanınmış DP şahsiyeti yeniden milletvekili ya da senatör seçilerek siyasete dönebildi. Örneğin, rahmetli Hayrettin Erkmen 1975 yılında senatör seçildikten sonra 1979-1980 yıllarında Dışişleri Bakanlığı gibi kritik bir görevi üstlendi.
Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde 1990 yılında çıkartılan bir yasayla Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın mezarlarının devlet töreniyle İmralı’dan İstanbul’a taşınarak itibarlarının iade edilmesi bir başka dönüm noktası oldu. Ardından 1992 yılında DYP-SHP koalisyonu döneminde DP’nin 27 Mayıs’ta el konulan mal varlığının iade edilmesini öngören yasa çıkartıldı.
Ve nihayet geçen salı günü TBMM’de kabul edilen yasayla 27 Mayıs’ın izlerinin silinmesi sürecindeki son nokta da konmuş bulunmaktadır. Darbenin nihai adımları AK Parti iktidarına denk gelen tasfiye süreci neredeyse 60 yılı bulmuştur.
*
Atılan son adımın düşündürücü pek çok yönü var. Bunlardan biri zamanın kendi içinde hazırladığı sürprizlerle ilgilidir. Yasa teklifi salı günü TBMM’de oylanırken el kaldıran milletvekilleri arasında Yassıada’da yargılanıp mahkûm olduktan sonra hapse atılan siyasetçilerin çocukları, akrabaları, yakınları da vardı. Yassıada, onlar için acıyla geçen çocukluklarında babalarının, amcalarının gördüğü zulmü simgeleyen bir adaydı. Günün birinde Yassıada’daki hukuksuzlukları hükümsüz kılan bir yasa için TBMM’de oy kullanacakları o yıllarda akıllarının ucundan geçemezdi.
Düzenlemenin bir başka yönü doğrudan CHP’yi ilgilendiriyor. CHP’nin yasa teklifine kuvvetli bir destek vermesi ve sözcülerinin 27 Mayıs’ı “darbelerin anası” nitelendirmesi altı çizilmesi gereken bir durumdur. Tarihin o kesitinde DP’nin amansız karşıtı olan CHP’nin 60 yıl geçtikten sonra 27 Mayıs’ı mahkûm eden bir yasada sergilediği bu tutum Türkiye’de demokrasi açısından önemlidir.
Söz konusu yasanın tetiklediği tartışma Türkiye’nin yakın tarihiyle yüzleşmesi ihtiyacını da çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Nitekim, TBMM’deki görüşmeler sırasında özellikle muhalefet kanadından yapılan konuşmalarda, geçmişle hesaplaşmanın yalnızca 27 Mayıs’la sınırlı kalmaması gerektiği, 12 Mart, 12 Eylül gibi askerlerin ipleri elinde tuttuğu tarihin benzer sayfalarının da açılması, bu dönemlerde yaşanan mağduriyetlerin ele alınması, yaşanan acıların paylaşılması yolunda kuvvetli talepler kayda geçirilmiştir.
Görüşmeler sırasında aynı zamanda adil yargılanma ve yargı bağımsızlığı çerçevesinde Türkiye’de bugün yaşanmakta olan sorunlar da muhalefet tarafından geniş bir şekilde gündeme getirilmiştir. Bu yönüyle yapılan tartışmalar hukuk alanında bugünün problemlerinin aşılması yolundaki beklentilerin ifade edilmesine de bir vesile oluşturmuştur.
*
TBMM’nin 27 Mayıs karşısında sergilediği konsensüs herkesi bir muhasebeyle karşı karşıya getirmiştir. Bu muhasebe tarihin hükmünü ne zaman verdiği sorusuyla ilgilidir. Bir büyük siyasi hadise hakkında -meydana geldiği zaman kesiti içinde- verilen hükümler zamanın akışı içinde pekâlâ geçersiz hale gelebiliyor. Bakın, ‘27 Mayıs İhtilali’ neredeyse 20 yıla yakın bir süre bu ülkede ‘Hürriyet ve Anayasa Bayramı’ olarak kutlanmıştı. Oysa o bayramlarda yükselen coşkulu marşlarla darağacında asılan insanların arkasından yas tutanların acısı her seferinde birbirine karışıyordu.
Şimdi görüyoruz ki, neyin bayram olup olmadığı sorusunda en doğru hükmü zaman veriyor. Ve yakın geçmişimiz hâlâ o kadar çok acının yükünü üstünde taşıyor ki...
Paylaş