Paylaş
Keza dış basında, benzer şekilde uluslararası akademik çevrelerde ‘Türkiye’nin bölgesel rolünün güçlendiği’ görüşü üzerinde önemli bir konsensusun varlığından söz etmek mümkündür o dönemde. Özellikle Arap Baharı rüzgârlarının 2011 başından itibaren Ortadoğu’yu sarmasıyla birlikte, Türkiye “rol modeli” olarak giderek yükselen bir profil çizmeye başlamıştır bu çevrelerin bakışında.
* * *
Hatırlanacaktır, o günlerde dış politikaya tuğrasını vuran en önemli söylem “komşularla sıfır sorun” kavramıydı. Bu söylemi, Türkiye’nin bölge ülkelerinin aralarındaki anlaşmazlıklarda üstlendiği arabuluculuk girişimleri tamamlıyordu. AK Parti yönetimindeki Türkiye’nin, yakın çevresindeki coğrafyada oyunun kurallarını belirleme iddiasını taşıyan, aktivist bir bölge gücü haline geldiği genel kabul gören bir algıydı.
Zaman zaman BM’deki İran oylamasında olduğu gibi, Batı’dan uzaklaşma anlamında gündeme gelen “eksen değişikliği” tartışmaları patlak verse de, nihai muhasebede terazide artıların bulunduğu kefe çok daha ağır basmaktaydı.
Oysa Türk dış politikasının bugün itibarıyla bir fotoğrafını çektiğimizde, farklı bir bilançoyla karşılaşıyoruz. Türkiye’nin bölgedeki nüfuzu ve rol modeli konumuna dönük algılar tartışmaya açılırken, dış ilişkiler alanındaki sorunların büyüme, yayılma ve zorlaşma eğilimi gösterdiği gözleniyor. Buna dış politikada mezhepsel ve ideolojik tonların belirginleşmesinin yarattığı mahzurları da ekleyebiliriz.
* * *
Öncelikle, “komşularla sıfır sorun” politikasının artık boşlukta hoş bir sedadan ibaret olduğunu görebilmek için dış politika uzmanı olmak gerekmiyor. Keza, Türkiye bölgedeki anlaşmazlıklarda arabuluculuk rolü oynayan ülke olmaktan çıkmış, bazı komşularıyla ilişkilerinde üçüncü tarafların arabuluculuğundan yararlanan ülke durumuna geçmiştir.
Irak cephesinde, Bağdat’taki Şii kökenli Başbakan Nuri El Maliki ile AK Parti hükümeti arasındaki ilişkilerin kamuoyu önünde karşılıklı atışmalara da yansıyarak kötü bir şekilde seyrettiği dünyanın malumudur. Türkiye’nin kuzeydeki Kürt özerk yönetimi ile giriştiği enerji alanındaki işbirliği projeleri, Bağdat’taki merkezi hükümet ile ilişkilerdeki gerilimi daha da artırmıştır. Bugün Ankara ile Bağdat’ın arasını bulmaya çalışan, ilişkilerin daha fazla kötüleşmesini önlemek için çaba sarf eden aktör, Obama yönetimidir.
Suriye cephesine gelince, Türkiye bu ülkede çok uzun yıllara yayılabileceği anlaşılan kanlı bir içsavaşta bugün açıkça taraf ve müdahil durumdadır. Özgür Suriye Ordusu ve ayrıca bu oluşumun dışındaki El Kaide çizgisindeki radikal savaşçı unsurlar, Türkiye’nin sağladığı muhtelif lojistik destek imkânlarından geniş bir şekilde yararlanmıştır. Savaşa bu şekilde doğrudan karışması, Türkiye’yi, Reyhanlı patlamalarında görüldüğü gibi Beşar Esad rejiminin misillemelerine açık hale getirmiştir. İçsavaşın başında Esad rejiminin kısa zamanda çökeceği yolunda yapılan varsayım vahim derecede hatalı çıkmıştır. Esad’ın durumunu kısmen toparlamakta olduğuna ilişkin işaretler artarken, Suriye sınırının önemli bir bölümü PKK çizgisindeki PYD’nin kontrolüne geçmiş, daha doğrusu Türkiye PKK ile artık komşu hale gelmiştir.
Dahası, Türkiye, bugün Esad rejimini destekleyen İran ve Rusya ile Suriye’de hasım duruma düşmüştür. Ekonomik ilişkiler etkilenmese de, Ankara’nın her iki ülkeyle siyasi ilişkilerinde bu nedenle bariz sıkıntılar hissediliyor.
Mısır’daki darbe, hükümetin Ortadoğu’daki tasavvurlarını altüst eden en son olumsuzluktur. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bölgedeki en önemli stratejik müttefiki olan Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi kaybetmiştir. Bu durum, Türkiye-Mısır-Katar-Suudi Arabistan arasındaki kurulmuş olan ve Erdoğan’ın çok önemsediği Sünni eksenin çökmesine yol açmıştır. İsrail ile ilişkiler ise ABD’nin bütün arabuluculuk çabalarına rağmen bir ilerleme sürecine girememiştir.
* * *
Batı dünyası ile ilişkilerde özellikle Gezi Parkı olayları sonrasında beliren sıkıntılar daha az önemli değildir. İfade ve gösteri özgürlüğüne ilişkin başlıklarda Türk hükümeti ile ABD yönetimi ve Avrupa hükümetleri ve kurumları arasında derin görüş ayrılıkları ortaya çıkmış, Ankara’nın Batı dünyasındaki demokratik sicili ciddi derecede zedelenmiştir. AB ile tam üyelik müzakerelerine yeni bir ivme kazandırma çabası sekteye uğrarken, hiç hesapta olmayan bir hasar ABD ile ilişkilerde yaşanıyor. Daha geçen mayıs ayının ortasında Başbakan Erdoğan’ın Washington ziyareti sırasında parlak bir havaya giren ilişkiler, bugün özgürlükler konusundaki bakış farkları nedeniyle sancılı bir iklime girmiştir.
Hem bölgede hem de Batı ile ilişkilerdeki yaşanan bütün bu gelişmeleri yan yana getirip koyduğunuzda, karşınıza çıkan görüntü Türkiye’nin dış ilişkileri açısından bir istikrar tablosu değildir. Bu tablo, izlenen politikaların ayarları açısından ciddi bir revizyon ihtiyacına dönük alarm işaretleri veriyor.
Paylaş