Sedat Ergin

IRAK’LA İLİŞKİLERDE HAREKETLİLİK (1) Çalkantılarla geçen 40 yılın ardından Irak’la yeni bir dönemin önü açılıyor

22 Ağustos 2024
PKK’nın 15 Ağustos 1984 tarihinde gerçekleştirdiği Eruh ve Şemdinli baskınları, PKK terörünün başlangıç noktası olarak kabul edilir. Özellikle 1984 yılında başlayan ve süreklilik gösteren Türkiye’nin Kuzey Irak’a dönük sınır ötesi harekâtları, her seferinde önemli siyasi ve askeri sonuçlar yaratan bir egzersiz olarak Türkiye’nin gündemine girmiştir.

Aslında sınırdaki bazı sızmalar üzerine küçük ölçekli bir sınır ötesi harekâtın 1983 Mayıs ayında düzenlendiğine bakılırsa, sınırda Kuzey Irak kaynaklı sıkıntıların 1984 eylemleri öncesinde de hissedildiği anlaşılıyor.

Her halükârda, karadan ilk uzun süreli sınır ötesi harekât 1984 yılında gerçekleşmiştir. Irak’a havadan düzenlenen ilk büyük operasyon ise 15 Ağustos 1986 tarihindedir. Sınır bölgesinde Türk askerlerine baskın düzenleyen PKK’lıların Irak’a kaçmaları üzerine icra edilmiştir.

Özetle, Irak’ın kuzey bölgesi ve burada çok zor bir dağlık araziden geçen 378 kilometrelik sınır, geçen 40 yıl boyunca Türkiye’nin tehdit değerlendirmelerindeki en sıkıntılı coğrafi bölgelerden biri olarak karşımıza çıkıyor. En azından 2011 yılında Suriye’de patlak veren iç savaşa kadar en sıkıntılı sahaydı kuşkusuz.

*

Bu coğrafya, geçen süre zarfında Irak’ın sahne olduğu savaşlar, krizler, çalkantılar, istikrarsızlıklarla birlikte Türkiye açısından tehditlerin, jeopolitik denklemlerin sürekli değiştiği çok zor bir bölge olmuştur.

Ancak bütün bu süre içinde Türkiye’nin elini en serbest hissettiği dönemin Saddam Hüseyin’in iktidarındaki yıllar olduğu söylenebilir. Irak lideri Saddam Hüseyin, terör tehdidi karşısında Türkiye’ye genel hatlarıyla yardımcı bir tutum sergilemiştir.

Saddam Hüseyin, Türkiye’nin Irak kaynaklı PKK tehdidine karşılık vermek üzere uluslararası hukuktaki “sıcak takip” hakkına dayanarak gerçekleştirdiği operasyonlara ya izin vermiş ya da göz yummayı tercih etmiştir. İki ülke arasında bu konuda bir dizi mutabakat yapılmıştır.

Irak’ın 2 Ağustos 1990 tarihinde Kuveyt’i işgali ve bu işgale karşı 1991 yılı başında düzenlenen Birinci Körfez Savaşı yepyeni bir durum ortaya çıkarmıştır.

Yazının Devamını Oku

Demokrasinin şiddet karşısındaki sınavı

21 Ağustos 2024
BİR kez daha bütün çirkinliğiyle bir şiddet eylemine tanıklık etmeye maruz kaldık. Şiddet, yine gözümüze sokuldu.

Üstelik, şiddet bu kez Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında sergileniyor ve parlamentonun kürsüsünde konuşan bir milletvekilini hedef alıyordu.

Hani söz ederken sıkça “Gazi Meclis” diyerek Milli Mücadele’deki tarihi rolünü övdüğümüz, bu mücadelenin önemli bir aktörü olan o yüce mekânda...

Sergilenen şiddet sonrasında kürsünün hemen yanındaki beyaz basamakların üzerine saçılan kan lekeleri TBMM görevlileri tarafından silinerek ortadan kaldırılmıştır.

Bu hadiseyle ilgili suç dosyası için özel ‘olay yeri inceleme raporu’na da gerek yoktur. Sonradan bezle ne kadar silinmeye çalışılsa da, Türk demokrasisinin ve onun kalbi olan parlamentosunun temsil ettiği bütün değerlerin üzerine düşen o kan izleri Türk toplumunun ortak hafızasına çoktan yerleşmiştir.

*

En baştan belirtmeliyim; bu saldırıyı tetikleyen konuşmanın içeriğine katılmıyorum, dile getirildiği üslubu da onaylamıyorum.

Dahası, bu üslubun geçen cuma günü TBMM Genel Kurulu’nun özel bir gündemle olağanüstü toplanmasının konusu olan TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın mağduriyeti sorununun aşılmasına hiçbir şekilde yardımcı olmadığını da üzülerek görüyorum.

Aksine, o gün yaşanan hadise bir bütün olarak, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ‘ihlal’ kararına rağmen Silivri Cezaevi’nde demir parmaklıklar arkasında alıkonmakta olan

Yazının Devamını Oku

Kıbrıs Barış Harekâtı’nda Kissinger’ın Ecevit’e nükleer tehdidi

17 Ağustos 2024
GERİDE bıraktığımız günler Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50’inci yıldönümü dolayısıyla bir dizi kutlamayı, etkinliği ve tartışmayı da beraberinde getirdi. Bu vesileyle muhtelif kaynakların üzerinden giderken, hem Barış Harekâtı hem de Türk-ABD ilişkileri açısından önem taşıdığını düşündüğüm ama bir şekilde dikkatimden kaçmış olduğunu fark ettiğim bir konuyla karşılaştım.

Bu konu, Türkiye’nin 1974 yılında Birinci Barış Harekâtı’na girişmesinden sonra ABD yönetiminin Türkiye’yi durdurabilmek için Trakya’daki Amerikan nükleer başlıklarını çekme tehdidine başvurmuş olmasıdır.

Tehdidin iletildiğini söyleyen kişi, o dönemde ABD Dışişleri Bakanı koltuğunda oturan Henry Kissinger’dan başkası değildir.

Bugüne kadar Türk kamuoyunda, özellikle dış politika ile ilgili tartışmalarda bu meselenin yeterince üzerinde durulmamış olması ayrıca dikkat çekicidir.

*

Başvuracağım kaynaklar yeni değil. Konu, Kissinger’ın ABD yönetiminde görev yaptığı farklı dönemleri anlattığı iki ayrı hatıratında yer alıyor. Bunlardan biri Kissinger’ın 1982 yılında yayımlanan “Years of Upheaval” (Çalkantılı Yıllar), ikincisi ise 1999 yılında çıkan ve birincisini tamamlayan “Years of Renewal” (Yenilenme Yılları) isimli kitaplarıdır.

Birinci kitap, Cumhuriyetçi Richard Nixon’un başkanlığa geldiği 1969 yılı ocak ayından Watergate skandalı nedeniyle istifa etmek zorunda kaldığı 9 Ağustos 1974 tarihine kadar olan dönemi kapsıyor. İkincisi ise aynı gün Başkan Yardımcısı Gerald Ford’un Nixon’un yerine başkanlığı üstlenip, 20 Ocak 1977 tarihine kadar iki buçuk yıl süreyle bu görevde kaldığı devreyi konu alıyor.

Kissinger, Nixon’un önce ulusal güvenlik danışmanı olarak göreve başlamış, 1973 Eylül ayından itibaren 1977 sonuna kadar da dışişleri bakanı koltuğunda oturmuştur.

Öncelikle altı çizilmesi gereken husus, 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan merkezli

Yazının Devamını Oku

Suriye’de jeopolitik karmaşa/bilmece...

16 Ağustos 2024
İKİ gündür Hatay’a komşu İdlib bölgesi ağırlıklı olarak yaptığımız Suriye değerlendirmelerinin ardından serinin son yazısında bu kez Fırat’ın doğusuna geçtiğimizde, bu coğrafyadaki bir dizi dikkat çekici hadiseye odaklanmamız gerekiyor.

Bunlardan birincisi, yakın zamanda Kobani’de, yani Şanlıurfa Suruç’un hemen karşısındaki bölgede Ruslarla Esad rejiminin birlikte kurmuş oldukları bir askeri üssün devreye girmesidir. Bu üssün kuruluşu Ağustos ayının başında Rusya’nın Suriye’deki Askeri Uzlaştırma Merkezi karargâhı tarafından yapılan bir açıklamayla duyurulmuştu.

Tabii, Kobani’de Rusya ile Esad rejiminin ortak bir üs açmalarının büyük bir sembolizmi var.

Bu durum, kısmen Suriye’de Fırat’ın doğusundaki toprakların büyük ölçüde PKK’nın buradaki uzantısı olan YPG/PYD kadrolarının ipleri ellerinde tuttukları ‘Özerk Yönetim’ bölgesi olarak algılanmasından kaynaklanıyor. Bu yönetim, ABD’nin himayesi altındaki bir yapılanma.

Oysa sahadan gelen son haberler Fırat’ın doğusunda, en azından kuzey bölgesinde Kobani’de rejimin bayrağının da Rus bayrağıyla birlikte dalgalandığını gösteriyor.

Bu görüntüyü nasıl yorumlamalıyız?

*

Tam bu noktada Esad rejiminin, 2011 yılında iç savaşın patlak vermesinden sonra batı cephesini takviye etmek için 2012 yazında Fırat’ın doğusunda bulunan askeri gücünü büyük ölçüde bu bölgeye kaydırmakla birlikte, sınırlı bir gücü yerinde tuttuğunu hatırlayalım.

Bu çerçevede Türkiye sınırına bitişik Kamışlı’daki askeri havaalanı ve aynı zamanda Haseke’deki geniş bir bölge

Yazının Devamını Oku

BM’nin resmi raporuna göre sınırımızın karşısındaki İdlib meselesi

15 Ağustos 2024
MADEM bir süredir Suriye ile normalleşme konusunu tartışıyoruz, o zaman bu tartışmanın bir noktada kaçınılmaz olarak içermesi gereken bazı çetrefil sorunlar üzerinde şimdiden ciddi bir şekilde düşünmeye başlamanın zamanı gelmiş olmalıdır.

Esad rejimi ile bir şekilde masaya oturulup müzakerelere geçildiği takdirde, iki tarafı bekleyen zor başlıklardan biri olarak İdlib meselesi de karşımıza çıkacaktır.

*

Bu mesele bir dizi nedenle önem taşıyor. Bir kere, Suriye’nin birincil ekonomik merkezi olan Halep vilayetinin Akdeniz’e doğrudan çıkışını sağlayacak olan doğu-batı istikametindeki M-4 yolu bugün silahlı muhalefetin kontrolü altında olan İdlib’den geçiyor.

M-4’ün batı hattı muhalefet bölgesinde kaldığı için, Suriye’nin merkezi yönetimi bu yolu kullanamıyor ve Halep’ten sonra İdlib’i güneyden dolaşarak ve bu şekilde yolu uzatarak Akdeniz kıyısındaki Lazkiye’ye ulaşabiliyor.

Meseleyi zorlaştıran bir nokta daha var. Batıda Hatay’a bitişik olan İdlib’de, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin kontrolündeki ‘Fırat Kalkanı’ ve ‘Zeytin Dalı’ gibi harekât bölgelerinden farklı bir tablo beliriyor. Şöyle ki...

Bu harekât bölgelerinde TSK ile birlikte sahada bulunan eski adıyla ‘Özgür Suriye Ordusu’ (ÖSO), yeni adıyla ‘Suriye Milli Ordusu’ (SMO) unsurları, bir şekilde sorunla ilgili aktörlerin önemli bir bölümü tarafından Suriye’deki muhalif örgütler kategorisinde değerlendiriliyor; Esad rejimi bu tanımlamayla mutabık olmasa da...

Buna karşılık, İdlib’de sahaya hâkim olan gruplar, istisnalarla birlikte, ağırlıklı olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) “terörist” olarak ilan ettiği ve yaptırım uyguladığı yapılar. Türkiye de ilgili örgütleri bu konudaki BMGK kararları çercevesinde terörist olarak kabul etmektedir.

*

Yazının Devamını Oku

Suriye ile normalleşme arayışlarının gündemi İdlib’e uzanabilir mi?

14 Ağustos 2024
SURİYE ile normalleşme hedefinin gündeme yerleşmesiyle birlikte, terörle mücadele başlığı bu dosyanın en kritik konularından biri olarak karşımıza çıkıyor.

Bu çerçevede PKK’nın Suriye’deki askeri uzantısı olan YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Türkiye açısından en hassas meseleler arasında yer alıyor.

Suriye’de Fırat’ın doğusunda ABD’nin himayesinde ortaya çıkan “Özerk Yönetim”in kilit kadrolarında da PKK’nın Suriye’deki uzantılarının siyasi kanadını temsil eden PYD örgütü baskın bir konumdadır.

Türkiye, PKK’nın uzantıları YPG ile PYD’yi ve bunların baş rolde oldukları Fırat’ın doğusundaki askeri ve siyasi yapılanmaları doğrudan kendisine dönük bir terör tehdidi olarak görüyor. Bu tehditle mücadeleyi aynı zamanda, Suriye’nin toprak bütünlüğü hedefi çerçevesinde, Esad rejimi ile muhtemel bir işbirliği zemininin ortak paydalarından biri olarak değerlendiriyor.

*

Suriye’deki Esad rejimi de Türkiye ile diyalogun başlayabilmesi için ileri sürdüğü koşullar arasında kendisinin terörist olarak tanımladığı grupların durumunu masaya getiriyor.

Muhtelif açıklamalara bakılırsa, rejim, iç savaşta kendisine karşı silahlı mücadele yürütmüş olan eski adıyla ÖSO (Özgür Suriye Ordusu), yeni adıyla SMO (Suriye Milli Ordusu) bünyesindeki grupları da büyük ölçüde terörist olarak niteliyor.

Bu gruplar, bugün Türkiye’nin himaye ettiği ve Suriye’nin kuzeyinde TSK’nın kontrolündeki harekat bölgelerinde sahada görev yapan silahlı unsurlar.

Dolayısıyla, Türkiye ile Suriye arasında kamuoyuna da yansıdığı üzere sancılı bir şekilde seyretmekte olan normalleşme arayışlarında terör tartışmasının dikenli bir mesele olarak ortaya çıkması şaşırtıcı değildir.

Yazının Devamını Oku

MGK açıklamaları üzerinden Suriye ile geçen 13 yılın dökümü 2…  Suriye karşısında artık ‘komşumuz’ söylemi var

4 Ağustos 2024
Yazı dizimizin dünkü bölümünde Suriye’de iç savaşın patlak verdiği 2011 yılından itibaren Milli Güvenlik Kurulu açıklamaları üzerinden Türkiye’nin bu ülke karşısında devlet politikası olarak ifade ettiği siyasetin geçirdiği aşamaları değerlendirmek üzere yola koyulmuştuk.

Bunu yaparken ilk bölümde kronolojik olarak 2011 yılından 2018 yılına kadar olan dokuz yıllık döneme odaklandık.

Bugünkü yazımızda ise 2019 yılından itibaren MGK açıklamalarının yakın zamanda en son 5 Temmuz tarihinde düzenlenen toplantıyı da içeren ikinci bölümünü değerlendirmeye çalışacağız. Bunu yaparken, en başta özellikle son iki- üç yıl zarfında Suriye’ye karşı kullanılan dilin mutedil bir çizgide değiştiği, dönüştüğü tespitini vurgulamalıyız.

MGK’nın 2019 ve sonrasındaki Suriye beyanları şöyle bir seyir izliyor:

2019/HEDEF: ‘MİLYONLARCA SURİYELİNİN DÖNÜŞÜNÜ SAĞLAMAK’

2019 yılı MGK açıklamalarının Suriye başlığında en önemli konularından biri Fırat’ın doğusundaki bölgede kurulmak istenen sınıra bitişik güvenli bölgedir. Yılın ilk MGK’sında Türkiye’nin amacının “Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğinin” yanı sıra “ev ve yurtlarını terk etmek zorunda bırakılmış milyonlarca Suriyeli’nin yerlerine dönmelerini sağlamak olduğu” vurgulanıyor. (30 Ocak 2019)

Yine 2019 yılı MGK açıklamalarında, ABD’nin PKK/YPG/PYD’ye eğitim, teçhizat dahil askeri ve siyasi desteği eleştiri konusu yapılıyor, örgütün “çocukları zorla silahlandırmasına” da dikkat çekiliyor. (30 Temmuz 2019)

“Suriyelilerin evlerine dönmeleri” ve “terör koridorunu önleme” hedefleri çerçevesinde “Güvenli Bölge Projesi”ne yapılan atıflar, 2019 yılı ekim ayında gerçekleştirilecek olan ‘Barış Pınarı Harekâtı’nın da habercisidir.

Söz konusu harekât, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Suriye Milli Ordusu

Yazının Devamını Oku

MGK açıklamaları üzerinden Suriye ile geçen 13 yılın dökümü 1…  Suriye ile ilişkilerde yakın döneme dönük çarpıcı bir hafıza tazelemesi

3 Ağustos 2024
Uzun yıllardan sonra Türkiye ile Suriye arasında bir normalleşme döneminin başlaması ihtimaliyle ilgili bir hareketliliğe tanıklık ediyoruz; tabii, geçen yıl seçimden hemen önce yapılan deneme hariç tutulursa...

Bu hareketlilik, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bundan kısa bir süre önce Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile yeniden diyaloğa girmek üzere yaptığı bir dizi çağrıyla birlikte ortaya çıktı.

Henüz diyaloğun başlaması yönünde somut bir gelişme olmamakla birlikte, Rusya’nın iki tarafı bir araya getirmek üzere yoğun bir diplomasi yürüttüğü biliniyor. Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in sözcüsü Dimitri Peskov, geçenlerde yaptığı bir açıklamada, “İki ülkenin temsilcileri arasında muhtelif düzeylerde temas kurulmasını kolaylaştırmaya çalıştıklarını” söyledi.     

Bu açıklama, Rus tarafının liderlerden önce bunun altındaki kademelerde sağlanacak gelişmelerle aşama aşama ilerlemeyi hedefleyen bir diplomasi izlediğine işaret ediyor.

Bu arada, Türkiye ile Suriye’nin yeniden barışıp barışmayacağı sorusu uluslararası alanda büyük bir ilgi yaratmış bulunuyor. Normalleşmenin ihtimali bile dünya basınında sayısız haber ve yoruma kaynaklık etti şimdiden. Özetle, bütün projektörler Ankara -Şam eksenine çevrilmiş durumda. 

Peki geçen 13 yılı aşkın süre içinde Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerde neler yaşandı? İlişkiler nasıl koptu? Bugüne nasıl gelindi? 

İki günlük bu dizide, değişik bir yol izleyerek ilişkilerin bu süre zarfında nasıl bir seyir izlediğini, Ankara’da Milli Güvenlik Konseyi’nin toplantılarından sonra yapılan resmi açıklamalardan hareketle gözlemeye çalışacağız.

Bunu yaparken, Ankara’da Suriye dosyasının Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında bütün ilgili kurumlarca devlet politikası düzeyinde ele alındığı en önemli forum olan MGK’nın açıklamalarını yan yana getireceğiz. Bu döküm, Suriye ile ilişkilerde oldukça çarpıcı bir hafıza tazelemesine de yardımcı oluyor.

Yazının Devamını Oku