Sedat Ergin

Gazi’ye ‘Hayır’ diyen bir belediye başkanı

2 Mayıs 2020
Gazi, masada yanında oturmakta olan Samsun Belediye Reisi Boşnakzade Ahmet Resai Bey’e dönerek şöyle der:

Şimdi, reis beyefendi, zatıâliniz artık feshedilmiş olan bir fırkanın belediye reisi olarak vazifenizde devam etmek istemezsiniz değil mi? İstifa ediniz, yeniden intihap (seçim) yapılsın, belki yine zatıâliniz seçilebilirsiniz...

Tarih 22 Kasım 1930. Atatürk Samsun’u ziyaret etmektedir. Ancak gergin bir atmosfer ortalığa hâkimdir. Çünkü, Samsun’da 20 Ekim 1930 günü sonuçlanan belediye seçimini Fethi Okyar’ın liderliğindeki Serbest Fırka’nın adayı Boşnakzade Ahmet Resai Bey kazanmıştır. Kendisine 3 bin 112 oy çıkarken, CHP adayı ancak 416 oy alabilmiştir.

Seçimden iki ay kadar önce 12 Ağustos’ta kurulan Serbest Fırka, devlet gücünü yanına almış olan CHP’ye karşı girdiği bu seçimde 502 belediyeden Samsun dahil yalnızca 22’sini kazanır. Türkiye’de ilk kez belediyeler için tek dereceli seçim yapılmış, üstelik yine ilk kez kadınlara da seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.

GAZİ’YE VERİLEN İLGİNÇ YANIT

Serbest Fırka’nın siyasi hayatı kuruluşundan üç ay sonra 17 Kasım 1930 tarihinde son bulur. Atatürk’ün Samsun’u ziyareti partinin kapanmasının hemen ertesine rastlamaktadır.

Masaya dönelim. Peki Boşnakzade Ahmet Resai Bey, kendisinden istifa etmesini isteyen Gazi’ye herkesin önünde ne yanıt verir? Şöyle der:

Paşam, reisliğe o fırkanın namzedi olarak seçildiğimi kabul etmiyorum. Bu intisap halkın şahsıma karşı bir itimadı şeklinde tecelli etmiştir. Mesele sırf seçimin serbest olmasından ibarettir. Eğer bu vaziyette istifa edersem halkın bu teveccüh ve itimadına karşı küfranı nimette (nankörlük) bulunmuş olurum. Eğer bendenizin bu işte kalması arzu buyurulmuyorsa, hükümetin elinde kuvvet vardır, Şûra-yı Devlet (Danıştay) vardır, intihabı fesheder. Bendeniz de o zaman halka karşı mahcup vaziyette kalmam.”

Atatürk

Yazının Devamını Oku

Salgın günlerinde Türkiye’nin tartışma konusu

1 Mayıs 2020
Bütün bir insanlık son asırların en büyük felaketlerinden biri tarafından kuşatılmış durumda.

Yerkürenin dört bir tarafında yüz milyonlarca insan evlerine kapanmış, derin kaygılar içinde kendisini bu ölümcül virüsten koruma derdinde.

İşte dünya bu belirsizliği yaşarken Türkiye, koronavirüse karşı cansiperane bir mücadele verdiği sırada aynı zamanda eşcinsellik, zina, ‘meydanlarda cadı diye kadınların yakılması’ gibi başlıkların ön plana çıktığı bir tartışmaya da sahne oluyor. Herhalde COVID-19 salgını döneminde böyle bir gündemle meşgul olan yerküredeki tek ülke olmalıyız.

*

Ortalığı kaplayan toz bulutunu aralarken öncelikle karşımıza çıkan çok temel bir soruna işaret etmek istiyorum. Bunu ‘terazi sorunu’ olarak adlandırmak istiyorum. Terazi ağırlık ölçmeye yarayan bir araç. Terazinin tartma işlevini yerine getirmesini sağlayan hassas ayarlarının, böyle bir zamanlamada ülkenin içinden geçtiği koşulları da hesaba katması gerekiyor.

Sonuçta herkes ağzından çıkan her sözü seçerken, bunun nereye uzanacağını bir değil iki kez tartmak durumunda, özellikle her akşam bütün bir ülkenin televizyon başında tedirginlikle günlük yeni vaka ve ölüm sayılarına ilişkin duyuruları beklediği bir dönemde.

Aslında toplum olarak yardımlaşma ve dayanışmaya bir seferberlik ruhu içinde her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulan bir dönem bu. Toplumun bütün kesimlerini saracak, görüş ayrılıklarının, farklılıkların üstüne çıkacak kuşatıcı bir dil, bu zorlu dönemin aşılması açısından yaşamsal önem taşıyor.

Yeni bölünme konuları üzerinden ayrışmak içinden geçtiğimiz dönemde arzulanacak en son durum olmalı.

*

Yazının Devamını Oku

Covid-19 testlerini yaygınlaştırmak gerekiyor

30 Nisan 2020
Bir süredir koronavirus COVID-19 gelişmeleri çerçevesinde küresel bazdaki verileri izlerken Türkiye’nin özellikle test yapma kapasitesinde dünya sıralamada istikrarlı bir şekilde yukarı doğru çıkmakta olduğunu gözlüyorum.  

Nisan ayının ikinci haftasına girilirken bu kategoride gerilerde, 12’inci sırada olan Türkiye sonraki günlerde test sayısını belirgin bir şekilde güçlendirerek yukarılara doğru tırmandı ve bu hafta itibarıyla altıncılığa kadar yükseldi. 

Küresel sıralamaya bakıldığında ilk beş içinde yaklaşık rakamlarla ABD (5.8 milyon), Rusya (3.3), Almanya (2), İtalya (1.8) ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) (1.1) yer aldığını görüyoruz. Türkiye ise dün akşam açıklanan toplam 991 bin 613 test sayısıyla 1 milyon eşiğini yakalamış sayılır. Test sayısındaki artış oranını koruduğu takdirde Türkiye’nin önümüzdeki günlerde BAE’yi geçerek ilk beş içine girmesi şaşırtıcı olmamalıdır.

 TÜRKİYE TESTİN NÜFUS İÇİNDEKİ  YAYGINLIĞINDA  35. SIRADA

Ayrıca, toplam sayının yanı sıra yapılan testlerin nüfus faktörü ışığında toplumdaki yaygınlığını ölçmek de konuyu değerlendirmek açısından değişik bir bakış çerçevesi sunabilir. Her bir milyon kişilik küme içinde kaç COVID-19 testi yapıldığı sorusu üzerinden bakıldığında, toplam test sayısında altıncılığa yükselen Türkiye, bu göstergede 35’inciliğe iniyor.

Türkiye’de her bir milyon kişilik küme içinde önceki günkü veriler itibarıyla 11 bin 402 test yapılmış görünüyor. Türkiye, bu performansıyla sıralamada kendisini izleyen Birleşik Krallık, Hollanda, Sırbistan, İsveç ve Fransa gibi ülkelerle yakın bir aralık içinde konumlanıyor. Fikir vermek açısından bu sayı Almanya’da bir milyonluk küme içinde yaklaşık 25 bin, Rusya’da 22 bin ve İsrail’de 39 bin dolayındadır. 

Bütün bu verilere bakınca şunu söyleyebiliriz ki, test sayısını anlamlı bir şekilde artırmış olmakla birlikte, Türkiye’nin test kapasitesinin toplum içinde yaygınlaştırılması anlamında kat etmesi gereken hala önemli bir mesafe var.

TEST SAYISINDA İNİŞ ÇIKIŞLAR VAR

Tam bu noktada son iki hafta içinde sık sık günlük 40 bin eşiğini geçmiş olan test sayısının birden düşüş eğilimine girmiş olması, ardından yeniden yukarı doğru toparlaması dikkat çekici bir hareketlilik  olarak beliriyor. Geçen hafta içinde genellikle günlük 38-41 bin bandında seyreden test sayısı 26 Nisan Pazar günü  30 bin 177’ye inmiş,  pazartesi günü ise 20 bin 143’e gerilemiştir. Ancak önceki gün 29 bin 230’a doğru yükselmiştir. Dün açıklanan rakamda  test sayısı bu kez 43 bin 498’e çıkmıştır. Bu sayı günlük test sayısında bugüne kadar kaydedilen en yüksek eşiği gösteriyor. 

Yazının Devamını Oku

Bir sorun: PCR testi kesin sonuç vermezse kesin COVID-19 tanısı nasıl konacak?

29 Nisan 2020
Dr. Erdinç Şahin (50), Silifke’de aile hekimi olarak görev yapıyordu. Rahatsızlanınca kaldırıldığı hastanede COVID-19 bulgularına göre tedavi görürken 23 Nisan günü hayata veda etti.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi’nin açıklamasına göre, COVID-19 şüphesiyle tedavisine başlanan Dr. Şahin’e iki kez PCR testi yapılmıştır. Ancak her iki test de negatif çıkmıştır. Buna karşılık tomografisi ve bütün klinik bulguları COVID-19 ile uyumlu olduğu için tedavisi ve ilaç temini Sağlık Bakanlığı tarafından COVID-19 algoritmasına göre yürütülmüştür.

Peki öldüğünde ölüm raporuna ne yazılmıştır Dr. Şahin’in?

Açıklamaya göre, ölüm şekli “Doğal ölüm” olarak işaretlenmiş, ölüm nedeni kısmına ise “Viral pnömoni (zatürre)” yazılmıştır.

TTB, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya Dr. Şahinin ölümünün her akşam düzenli bir şekilde açıklanan ölüm rakamlarına dahil edilip edilmediğini de sormuştur.

DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ’NÜN KODLARI

Koca’nın son dönemdeki muhtelif açıklamalarından yola çıkarsak, dahil edilmediğini anlamamız gerekiyor. Bunun nedeni, Sağlık Bakanlığı’nın ancak PCR testinde ‘pozitif’ çıkan hastaların ölümünü COVID-19 vakası olarak kabul etmesidir. Bakanlık, testin ‘negatif’ çıkması halinde klinik bulguların varlığını COVID-19’dan raporlama için yeterli görmemektedir.

Bu konuda sürmekte olan tartışmayı alevlendiren, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) içinde bulunduğumuz ayın başında COVID-19’dan ölüm vakalarının raporlanmasına ilişkin belirlediği kodlar olmuştur. Bu kodlardan birincisine göre, PCR testi pozitif çıkan hastalar öldüklerinde COVID-19 tanısı üzerinden raporlanacaktır.

DSÖ’nün ikinci koduna göre, ‘test yapılamadığı’ ya da ‘testin sonuç vermediği’ ancak klinik bulguların bu virüsü desteklediği durumlarda da ölüm nedeni yine COVID-19 olarak gösterilebilecektir. Sağlık Bakanlığı ise yalnızca testin pozitif çıkmasını esas alan birinci kodu geçerli kabul ederek hareket ediyor.

Yazının Devamını Oku

COVID-19’la mücadelede kritik eşik aşılıyor

28 Nisan 2020
Salgının patlak vermesinden sonra galiba ilk kez koronavirüs COVID-19 tehdidi karşısında ihtiyatı elden bırakmadan iyimser olmamızı haklı çıkartabilecek bir tabloyu buluyoruz önümüzde.

Yeni konan tanılardaki azalma eğiliminin sürmesi, raporlanan günlük bazdaki ölümlerin sayıca düşüşe geçmesi, yoğun bakıma alınan ya da entübe edilen hasta sayılarındaki gerileme gibi bütün göstergeleri yan yana getirdiğimizde, kritik dönemecin aşılmakta olduğunu söyleyebilmek mümkün.

ÖLÜM VAKALARINDA DÜŞÜŞ YÖNELİŞİ

 Bu iyimserliği somut veriler üzerinden göstermeye çalışırken vurgulamamız gereken faktörlerden biri, yeni vakaların artış oranının kendisini tekrarlayan bir kalıp içinde düzenli bir düşüş eğrisine girmiş olmasıdır.

Rakamların ilk günden itibaren seyrine bakıldığında, gün başına en çok tanı konan tarih 5 bin 138 vakayla 11 Nisan’dır. Sonrasında 10 Nisan kargaşasının yol açtığı geçici bir hareketlilik istisna tutulursa, yeni vakaların ortaya çıkışı 13-19 Nisan haftasından itibaren genellikle bir düşüş çizgisi izliyor. Günlük yeni tanı sayısı önceki gün itibarıyla 2 bin 357’ye kadar inmiştir. Dün akşam açıklanan rakam 2 bin 131 oldu.

Keza ölüm hadiselerinde günlük olarak en yüksek eşik 127 vakayla 19 Nisan günü kaydedilmiştir. En çok kaybın en çok vakanın tespit edildiği tarihten 8 gün sonra gerçekleşmesi dikkat çekici bir veri olarak not edilmelidir. Ancak önemli olan, günlük kayıpların bu tarihten sonra istikrarlı bir şekilde düşmesidir. Bu sayı ilk kez önceki gün itibarıyla 100 eşiğinin de altına inerek 99 olmuştur.

Burada altını çizmemiz gereken olumlu bir yöneliş, Türkiye’nin test kapasitesi güçlenirken testlerin pozitif çıkma oranının bir ara oturduğu yüzde 15’ler aralığından aşağı düşmesidir. Bu oran geçen hafta yüzde 10’un da altına düşerek yüzde 7.81’e kadar inmiştir.

 ZOR DÖNEMEÇ GERİDE KALIRKEN

 Karşımızdaki tabloda en ferahlatıcı gelişmelerden biri yoğun bakımdaki hasta sayısında gözlenen düşüştür. Yoğun bakımda tedavi görenlerin sayısı 19 Nisan’da 1.922’e çıkarak zirve yaptıktan sonra düzenli bir şekilde gerilemeye başlamış ve önceki gün itibarıyla 1.776’ya inmiştir. Keza ‘entübe edilen’ hasta sayısında da en yüksek eşiğe 1.087 kişiyle 14 Nisan tarihinde ulaşılmıştı. Bu sayıda geçen hafta önce bin, ardından 900 eşiklerinin altına inilmiştir.

Yazının Devamını Oku

Koronavirüs sonrası dönemde demokrasinin geleceği

25 Nisan 2020
Koronavirüs COVID-19 salgını, yerküre üzerindeki bütün insanların sağlığını tehdit edip kitlesel ölümlere yol açarken, aynı zamanda insanlığın pek çok alandaki kazanımları, değerleri ve bunların üzerinde inşa edilmiş olan birikimi üzerinde de ciddi bir tehdit yaratıyor.

Salgına karşı alınması zorunlu önlemler en zengin ülkelerin ekonomilerini de durma noktasına getirirken, en aşağıdan yukarı doğru bütün toplum kesimleri yaşanan sarsıntının sert darbelerine maruz kalıyor. Üretimin durması, yaygın işsizliğin katlanarak büyümesi, insanların yarın nasıl geçinecekleri sorusu en yakıcı mesele haline gelmiştir.

Dünyamız adım adım boyutlarını, derinliğini bugünden öngöremediğimiz bir belirsizlik sarmalının içine giriyor. Girdiğimiz türbülansın dünyayı nereye savuracağını bilmiyoruz. Geçmişte örneği görülmemiş olan bu çapta bir bunalımın büyük altüst oluşlara gebe olmaması düşünülemez.

*

Karşımızda beliren tehlikelerden biri, salgınla birlikte dünyada genel bir otoriterleşme dalgasının ortalığı kaplaması ihtimalidir.

Korkulan, ekonomik krizin yaratmakta olduğu sosyal koşulların, geleceğe dönük belirsizliğin geniş halk kitlelerini kolaylıkla otoriter eğilimleri desteklemeye yöneltmesidir. Bu yöndeki kaygıların ABD’li kanaat önderleri arasında kendi ülkelerine dönük olarak ifade edilmeye başlanması bile yeteri kadar düşündürücüdür.

Şu görüntüde bir paradoks yok mu? Dünyanın dört bir tarafında bilim adamları kapandıkları laboratuvarlarda zamana karşı yarışarak virüsün aşısını bulmaya çalışırken, bir başka düzlemde düşünürler, siyaset bilimciler, yazarlar COVID-19’un demokrasiye ve temsil ettiği değerlere dönük muhtemel etkilerini ölçme çabası içindeler. Bu konuda yayımlanan makaleler, analizler şimdiden yüklü bir külliyat oluşturuyor, koronavirüsle ilgili bilimsel yayınlar kadar çok olmasa da...

Bir tarafta karamsarlar var. Bu tür buhran dönemlerinin çoğunlukla içe kapanmacı, baskıcı yönetim modellerinin zemin kazanmasının önünü açtığını savunuyorlar. Bu arada, otoriterleşmeyi kaçınılmaz kabul eden görüşlerin sıkça dolaşımda olması, kendisini sürekli çoğaltmak suretiyle bu söylemin kanıksanması, içselleştirmesi potansiyelini de içinde barındırıyor.

Öte yandan, bir Avrupa Birliği ülkesi olan Macaristan’da Başbakan

Yazının Devamını Oku

Türkiye'nin koronavirüs önlemleri (4) - Laboratuvar sayısını arttırma adımları virüsün gelişiyle başladı

24 Nisan 2020
Koronavirüs COVID-19 ile ilgili güncel gelişmeleri izlemeye çalışırken, bir taraftan da geriye doğru giderek kendini gösterdiği ilk dönemde salgına karşı önlemlerin alınma sürecini değerlendirmeye çalışıyorum. Virüsün kaçınılmaz gelişi öncesinde ne gibi hazırlıkların yapıldığı, ayrıca tehlike kapıdan içeri girdikten sonra hangi adımların, nasıl bir zamanlamada atıldığı sorularının yanıtlarına bakıyorum.

Bugün koronavirüs salgını karşısında Türkiye’nin test yapma kapasitesini nasıl bir zaman serisi içinde güçlendirdiği meselesini açık kaynaklar üzerinden analiz edeceğim.

ÖNCE YALNIZCA ANKARA DEVREDEYDİ

Yeni virüsün Çin Halk Cumhuriyeti’nin Vuhan şehrinde ortaya çıktığının ocak ayı başında öğrenilmesiyle birlikte, Türkiye oldukça erken bir tarihte 10 Ocak’ta Bilim Kurulu’nu oluşturarak salgın ihtimaline karşı önlem hazırlıklarına başladı. COVID-19 ile mücadelenin en etkili yöntemlerinden biri mümkün olduğunca çok test yapmak. Bu şekilde virüse yakalananlar erkenden saptanıp tecrit edilirken, hem tedavilerine başlanmış oluyor, hem de salgının başkalarına bulaşmasının önüne set çekiliyor.

Şubat ayının sonuna gelinirken İran’da ve Avrupa ülkelerinde koronavirüs kaynaklı ölüm vakaları birbiri ardına patlak vermeye başlamıştı. Bu noktada COVID-19 testleri Türkiye’de yalnızca Ankara’da Sağlık Bakanlığı’na bağlı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Ulusal Viroloji Referans Laboratuvarları’nda (eski Hıfzıssıhha Merkezi) yapılmaktaydı. Bu merkezdeki ilk test 20 Ocak’ta yapılmıştır.

İSTANBUL’DAN ÖNCE ERZURUM DEVREYE SOKULDU

Türkiye’de COVID-19 testi yapmak üzere devreye sokulan ikinci merkez aynı genel müdürlüğe bağlı Erzurum’daki Halk Sağlığı Laboratuvarı olmuştur. Bunun nedeni, virüsün birden İran’da yayılma eğilimine girmesidir. İran’daki ilk vakalar Kum kentinde 19 Şubat tarihinde kayda girmiştir. Türkiye, dört gün sonra 23 Şubat’ta İran’a karayolu ve demiryolu kapılarını kapatmış, aynı gün THY’nin bu ülkeye bütün uçuşlarını durdurma kararı almıştır.

Bir gün sonra da 24 Şubat’ta Erzurum’daki laboratuvar devreye girmiştir. Bu noktanın altını özellikle çizmeliyiz. Çünkü şubat ayının son haftasına girildiğinde Sağlık Bakanlığı’nın COVID-19 tehdidine karşı savunma hattını kurarken virüsün ilk atağını öncelikle doğudan, İran üzerinden yapmasını beklediğini, bu nedenle de Erzurum’daki laboratuvarı hazırladığını görüyoruz.

Sağlık Bakanı

Yazının Devamını Oku

23 Nisan’ın 100. yıldönümünde neden iyimser olmalıyız

23 Nisan 2020
Bugünden tam yüz yıl önceydi ve bir cuma gününe rastlıyordu. Ankara’da Ulus Meydanı’na bakan, inşaatı henüz tamamlanmamış olan iki katlı binanın önünde önce dualar okunup, tekbirler getirilerek kurban kesildi. Ardından Mustafa Kemal Paşa, binanın iki-üç basamaklı merdivenini çıktı ve kırmızı-beyaz kurdeleler bağlanmış olan kapıya yaklaştı. Makasla kurdeleleri kesti. Kapıdan girenlerin dudakları besmele ve hayır duaları ile kıpırdamaktaydı.

Şevket Süreyya Aydemirin Atatürk’ü konu alan ünlü ‘Tek Adam’ kitabında Meclis’in açılışını anlattığı özellikle şu cümleler Milli Mücadele’nin ne kadar mütevazı koşullarda başladığını göstermesi bakımından çok çarpıcıdır:

Salona mektep sıraları yerleştirilmiştir. Karşı cepheye bir kürsü ve konuşma yeri yapılmıştır. Ankara’nın mahalle kahvelerinden getirilen iki asma lamba Meclis tavanının münasip yerlerinden sarkıtılmıştır.”

Aydemir, aynı bölümde kürsünün arkasındaki duvarda “Arapça ancak manalı” bir levhanın asılı olduğunu da yazar. Bu, Hazreti Muhammed’in İşlerinizde meşveret (istişare) ediniz” hadisidir. Daha sonra bunun yerini Türkçe “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yazılı bir levha alacaktır.

Vekiller, ertesi günü yaptıkları toplantıda Milli Mücadele’nin önderi Mustafa Kemal Paşa’yı Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak seçerler.

MİLLİ MÜCADELE MECLİS İLE EL ELE YÜRÜDÜ

 Topraklarının önemli bir bölümü, hatta başkenti işgal altındaki bir ülkede bağımsızlık mücadelesi için yola çıkılırken, bu hareketin henüz düzenli ordusu bile kurulamamışken önce Büyük Millet Meclisi’nin ilan edilmesi, ardından mücadelenin liderinin seçimle Meclis başkanlığı görevini de üstlenmesi Türkiye’nin kuruluş öyküsünün ayırt edici yönlerinden biridir.

Mustafa Kemal’in ‘başkomutanlık’ görevine de daha sonra yine bu Meclis tarafından getirilmesi aynı temanın akışını tamamlayan bir diğer kayda değer adımdır. Milli Mücadele, gücünü muhtelif faktörlerin yanı sıra halkın iradesinin tecelli ettiği Meclis’in meşruiyetine dayanmaktan da almıştır.

Meclis’in kuruluşu, kurtuluş hareketinin yönetici kadrolarının bütün dünyaya büyük bir özgüvenle bir meydan okumalarıydı. Önlerinde onları bekleyen çok uzun, çok zorlu bir yol vardı ve karşılarında seferber olmuş gücün büyüklüğüne bakıldığında neredeyse imkânsız gibi görünen bir davanın peşine düşmüşlerdi.

Yazının Devamını Oku