Bugünkü noktaya nereden geldiğimizi kısaca hatırlayalım. Ülkemizde ilk COVID-19 vakasına 10 Mart’ta rastlanmış, ilk ölüm olayı da 17 Mart’ta kayda geçmişti. Bu zaman kesiti virüse karşı radikal önlemlerin birbiri ardına alındığı bir dönemdi. 12 Mart’ta okullarda eğitimin durdurulması, 16 Mart’ta camilerde namazlara ara verilmesi, 21 Mart’ta 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı getirilmesi, o günlerde atılan adımlardan hemen ilk akla gelenlerdir.
Önlemlerin önemli bir bölümünü kaldırma kararının duyurulduğu önceki gün, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 1.182 yeni COVID-19 vakası açıkladı. Hayatını kaybeden vatandaşlarımızın sayısı ise 30’du. İyileşenler toplam vakadan düşüldüğünde, virüs nedeniyle hasta olan vatandaşların sayısı ise yine önceki gün itibarıyla 36 bin 610 olarak görünüyordu.
NORMALLEŞMEYE 1.000 VAKA EŞİĞİNDE GİRİLİYOR
Tabii, yeni tanı konan vatandaşlarımızın testte ‘pozitif’ çıktıkları yakın zamanda tespit edilene kadar 'taşıyıcı' olarak virüsü başkalarına da yaymış olduklarını, virüsün onlardan da halkalar halinde yine başkalarına bulaştığı gerçeğini dikkate almamız gerekiyor.
Ayrıca, geçen hafta günlük tanılarda bir ara 1.000 eşiğinin altına inilmiş olmasına karşılık vakaların daha sonra yeniden bu rakamın üstüne çıktığını da unutmayalım. Aynı durumu bu hafta da yaşadık. Günlük yeni vaka sayıları geçen pazartesi ve salı günleri arka arkaya 987 ve 948’e düşmüş, ardından çarşamba günü 1.035’e, perşembe günü ise 1.182’ye çıkmıştır.
Bu hareketlilik bize virüsün aramızda dolaşmaya ve insanları enfekte etmeye devam ettiğini gösteriyor. Burada rahatlatıcı olan faktör, ‘entübe edilen’ ve yoğum bakımda tutulan hasta sayısının istikrarlı bir düşüş eğrisi izlemekte oluşudur. Günlük kayıp sayıları da iniş çıkışlarla 30 eşiğinde seyrediyor. Bir milyon kişi içindeki ölüm sayısında da Türkiye 53 kayıpla Avrupa ülkelerinin önemli bir bölümünün gerisindedir.
Tablodaki bütün bu verileri hep birlikte değerlendirdiğimizde, virüsün şiddet derecesinin azaldığını, buna karşılık yayılma yönelişinin -düz bir seyir izlemekle birlikte- devam ettiğini görüyoruz. Bir başka anlatımla, Türkiye normalleşmeye doğru adım atarken, önceki döneme kıyasla düşük yoğunlukta da olsa COVID-19 tehlikesini göğüslemek, onunla mücadelesini gözle görülebilir bir gelecekte de sürdürmek durumundadır.
AVRUPA KADEMELİ
Celal Bayar’ın avukatı Gültekin Başak, yanında bir muhafız olduğu halde Celal Bayar’ın bulunduğu bölüme doğru giderken odasının hemen önünde Adnan Menderes’e rastladı.
Başak, sonrasını şöyle anlatıyor:
“Çok kederli idi. Avukatlarını beklediği anlaşılıyordu. Bana sordu: Merak ediyorum Başak Bey, benim avukatlarım da geldiler mi?”
Menderes’in sorusunun sonrası avukatın anlatımında şöyle devam ediyor:
“Benden cevap almaya dikkat kalmadı. Şiddetli bir tokat darbesi Adnan Bey’in yüzünde patladı. Yataktan tutulup oda içinde sürüklenirken başkasıyla nasıl konuşabilirsin, sesi sayhası (bağırış) işitiliyordu. Odasında da dövme, sövme faslının devam ettiği anlaşılıyordu.”
‘İŞKENCELERİN HAKİKAT OLDUĞU ANLAŞILIYOR’
Bu alıntıyı Celal Bayar’ın ‘Kayseri Cezaevi Günlüğü’ adıyla kitap olarak basılan hatıratından aktarıyorum. Bu hatırat, Bayar’ın Yassıada mahkemesinde aldığı idam cezası yaş haddi gerekçesiyle müebbet hapse çevrildikten sonra gönderildiği Kayseri Cezaevi’nde tuttuğu günlükleri kapsıyor. Bayar, hatıratında geriye dönerek avukatı Gültekin Başak’ın Yassıada günleri sırasında kendisine anlattığı bu olaya da yer veriyor.
Bayar,
Menderes, hücumbotta Marmara Denizi’nin dalgaları sularında yol alırken Albay Güryay’ın ona söylediklerine inanıp, gerçekten de hastaneye gönderildiğini mi düşünüyordu? Yoksa, bunun onu ölüme götüren son yolculuk olabileceği şüphesi aklına düşmüş müydü?
Yassıada Mahkemesi’nde 15 Eylül günü idam kararları açıklanırken, bir gece önceki intihar girişimi nedeniyle adadaki revirde tedavi altında olduğundan, duruşma salonunda hazır bulunmamıştı. Yeniden odasına getirildiğinde ise dış dünyadan haber alma imkânı yoktu.
Odasına döndükten sonra görüşebildiği tek kişi, 17 Eylül sabahı muayeneye gelen doktor heyeti hariç tutulursa, çocukluk arkadaşı Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes olmuştu. Ancak ondan da idam kararlarıyla ilgili bilgi aldığı şüpheliydi. Çünkü Albay Güryay da başından sonuna hazır bulunmuştu o görüşmede. Bu durum, Menderes’in Yassıada’dan ayrılırken hakkındaki idam kararından haberdar olmadığına işaret ediyor.
MENDERES İDAM KARARINI NASIL ÖĞRENDİ?
Peki Menderes idam kararından hangi noktada haberdar oldu?
Menderes’in son gününün bütün akışına tanıklık eden o tarihte Ordu Foto Film Merkezi’nde görevli fotoğrafçı Astsubay İsmail Şenyüz’ün (87) dünkü sohbetimizde aktardıkları, İmralı’ya giderken kendisine bilgi verilmiş olabileceğine işaret ediyor.
Bu konuda şunları anlatıyor
Yassıada’daki askeri mahkeme, Demokrat Parti’nin önde gelen şahsiyetlerinin yargılandığı davalarda sanıklar hakkındaki kararlarını, 15’i idam cezası olmak üzere iki gün önce (15 Eylül 1961) açıklamıştı. Milli Birlik Komitesi (MBK), idam cezalarından yalnızca 4’ünü onaylamış, bu dörtlü grup içinden Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın cezası yaş haddi gerekçesiyle müebbet hapis cezasına çevrilmişti.
Geriye infaz edilmek üzere üç hükümlü hakkında verilen idam kararları kalmıştı: Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan...
Zorlu ve Polatkan, 16 Eylül 1961 günü sabaha karşı idam edildiler. MBK bu iki infaz konusunda hiç zaman kaybetmemişti.
Ancak Başbakan Menderes hakkındaki idam cezası henüz infaz edilmemişti. Menderes 15 Eylül günü idam kararları açıklandığında da Yassıada Mahkemesi’nde hazır bulunmamıştı. Nedeni, 14 Eylül’ü 15’ine bağlayan gece yarısı odasında gizlice biriktirdiği ilaçları topluca içerek intihara teşebbüs etmiş olmasıydı. Durum fark edilince hemen müdahale edilerek midesi yıkanmıştı. Bu nedenle Yassıada’da kararın açıklandığı duruşmaya da çıkarılamamıştı.
FOTOĞRAF ÇEKECEĞİZ, AİLENİZE GÖNDERMEK İÇİN
17 Eylül 1961 sabahı Menderes’in Yassıada’da alıkonduğu odaya giren subaylardan biri yüzbaşı, diğeri üsteğmen rütbesindeydi. Biri, “Kahvaltı yaparken fotoğraflarınız çekilecek” dedi.
Menderes
Müzikçalarınızı kapatabilirsiniz ama içinizde çalıp duran o müzikleri susturabilmek pek sizin elinizde değildir. Ruhunuzda sizinle birlikte dolaşıp dururlar; bazen kaybolur gibi olsalar da aslında hiçbir yere gitmezler... Onlar kimliğinizin, sizin kişisel tarihinizin de bir parçasıdır artık.
Sonra geriye dönüp hayatınızın bir dönemini, bazı anları hatırladığınızda, o zaman kesiti geçmişin içinden fonda her seferinde o müziklerle birlikte karşınıza çıkıp gelir.
*
Evde kapalı kaldığım koronavirüs günlerini ileride hatırladığımda, hayatımın bu dönemi herhalde Fransız besteci Camille Saint-Saens’ın (1835-1921) ‘Hayvanlar Karnavalı’ isimli eseriyle birlikte karşıma çıkacak olmalı. Evet, çalışma odamdan pek dışarı adım atmadığım bugünlerde beni meşgul eden, bana komiklikler yapan, şaşırtan, bu yönleriyle eğlendiren ama aynı zamanda düşündüren bir müzikal yapıt bu.
Eserin bazı parçaları aşina olduğum müzikler. Örneğin ‘Kuğu’yu biliyordum, keza ‘Akvaryum’ ve ‘Final’ bölümleri de pekâlâ dinlediğim eserlerdi. Ancak itiraf etmeliyim ki, bazı bölümlerini hiç duymamıştım. Klasik müziğe genellikle uzak kalmış biri olarak kendime biraz içerledim de.
Beni ‘Hayvanlar Karnavalı’nın kapısından, daha doğrusu Saint-Saens’ın müzik evreninden içeri sokan, Strasbourg yıllarında resitaller de vermiş bir çellist olan eski AİHM yargıcı Rıza Türmen’in bu eserin ‘Kuğu’ bölümünü usta işi icrasına tanıklık etmem oldu. Nerede derseniz, söyleyeyim... Bu tanıklık, Türmen ile korona günlerine özgü iletişim mecralarından ‘Skype’ üzerinden kurduğumuz karşılıklı bir müzik iletişimi sırasında gerçekleşti.
*
Saint-Saens
Öncelikle Avrupa kıtasına baktığımızda, Birleşik Krallık istisna tutulursa, salgında ağır darbe yiyen neredeyse bütün Batı ve Güney Avrupa ülkelerinde yeni vakaların ve ölüm hadiselerinin son haftalarda istikrarlı düşüş eğrileri izlediğini, en kötü dönemin geride bırakıldığını söylemek mümkün. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri zaten virüsten kıtanın bu bölgeleri kadar etkilenmemişlerdi.
Kıtanın güneyinden örnek olarak İtalya’ya baktığımızda şunu görüyoruz: Yeni günlük vakaların mart ayı sonunda bir ara 6 binlerin üstüne çıktığı İtalya’da bu sayı önceki gün 665’e kadar gerilemişti. Bu ülkede vakalar 10 Mayıs’tan bu yana genellikle günlük 1.000 eşiğinin altında seyrediyor. İtalya’da önceki gün 161 ölüm olayı raporlandı. İtalya’da en yüksek ölüm sayısı 27 Mart’ta 919 kayıpla kaydedilmişti.
Keza İspanya’da günlük yeni teşhis sayısı geçen pazar günü itibarıyla 285, ölü sayısı ise 59 olarak açıklandı. İspanya’daki günlük vakalar 26 Mart’ta 8 bin 271’e çıkarak zirve yapmıştı. En yüksek günlük ölüm raporu da 2 Nisan’da 961 olarak kayda geçmişti.
COVID-19’la mücadelesinde başından itibaren kontrollü bir çizgide hareket eden Almanya’da önceki gün itibarıyla günlük vaka sayısı 704, ölü sayısı ise 77 oldu. Almanya, aslında her iki başlıkta da daha aşağıda rakamlar görmüştü. Eğrinin başını birden yukarı doğru çevirebilmesi virüsün bulduğu her boşluğu değerlendirdiğine işaret ediyor.
Buna karşılık Birleşik Krallık, nisan ayı ve bu ayın başına kıyasla daha iyi bir duruma gelmiş olmakla birlikte yine de salgını henüz tam anlamıyla baskılayabilmiş değil. Bu ülkede önceki gün gün 363 ölüm hadisesi raporlanırken, vaka sayısı da 2 bin 472 olarak gerçekleşti.
Bu arada, komşumuz Yunanistan’ın bu krizden Avrupa’nın en az etkilenen ülkelerinden biri olarak çıktığını da belirtelim. Yunanistan’da bugüne dek toplam 2 bin 850 vakaya rastlanırken, koronavirüs kaynaklı ölümlerin sayısı 166 ile sınırlı kaldı. Önceki gün Yunanistan’da yalnızca 1 ölüm ve 10 yeni vaka kayda geçti.
ABD VE RUSYA CEPHESİ SORUNLU
Avrupa’da istisnalarla birlikte kısmi bir rahatlama dönemine girilirken, ABD’nin COVID-19’la mücadelesi hâlâ sert bir şekilde seyretmeye devam ediyor. Bu ülkede her iki başlıkta rakamlarda zirve görülmüş olmakla birlikte, günlük vaka ve ölümlerin iniş çıkışlı seyri durumun yine de kontrol altına alınamadığını gösteriyor. Yalnızca önceki gün ABD’de 22 bin 140 yeni vaka raporlandı, ölü sayısı ise 1.403 oldu. Günlük kayıplar ABD’de 21 Nisan’da 2 bin 683’e kadar çıkmıştı. ABD, 95 bin dolayındaki toplam ölüm sayısı ile bu başlıkta 100 bin eşiğine bir hayli yaklaşmış bulunuyor.
Kayda geçen vaka ve ölüm sayıları, test yapma kapasitesi gibi ölçütleri esas aldığımızda Türkiye’yi küresel sıralamada nasıl bir yere oturtabiliriz? Türkiye’nin bütün bu başlıklardaki performansı onu hangi ülkelere yakın bir kümede konumlandırıyor?
Kuşkusuz, bu sorulara yanıt ararken tabloyu daha gerçekçi bir şekilde okuyabilmemiz için yalnızca toplam sayılar üzerinden karşılaştırmalar yapmak yeterli olmayacaktır. Konuyu aynı zamanda nüfus faktörünü de dikkate alarak, daha doğrusu nüfus faktörünü eşitleyen bir bakışla değerlendirmeliyiz. Fotoğrafa ancak o zaman çok boyutlu bakabiliriz.
TOPLAM TEST SAYISINDA İLK 10’DA, ANCAK...
Değerlendirmeye önce test sayısıyla başlayalım. Ülkelerin test kapasiteleri COVID-19 vakalarının ortaya çıkartılması bakımından hayati bir önem taşıyor. Kabul edelim ki, kriz patlak verdiğinde Türkiye’nin kapasitesi biraz gecikmeli bir şekilde devreye girebildi. Ancak Türkiye nisan ayının ortasına doğru kapasitesini ciddi bir şekilde güçlendirerek test sayısında dünyadaki ilk 10 içine girdi ve yedinciliğe kadar çıktı. Gelgelelim Hindistan’ın arkadan gelip öne geçmesi sonucu Türkiye sekizinciliğe düşmüş bulunuyor.
Önceki akşam itibarıyla Türkiye’de toplam test sayısı 1 milyon 675 bin sayısına ulaşmıştı. Türkiye’yi test sayısında bir buçuk milyonun üstüne çıkan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) izliyor. Türkiye ile BAE sıralamada sıkça yer değiştiriyorlar.
Ancak bir bu kadar önemli olan, toplam test sayısının yanı sıra yapılan testlerin nüfus içinde ne ölçüde yayıldığıdır. Bunu da ülkeleri her bir milyon kişiye yapılan test sayıları üzerinden kıyaslayarak ölçebiliriz. Burada Türkiye’nin ‘genel tarama’ yerine ‘filyasyon’ stratejisini tercih etmesi, yani testlerde hedefe dönük seçici bir şekilde davranması sonucu her bir milyon kişiye düşen test sayısında Türkiye sıralamada biraz aşağılara iniyor. Türkiye’de bir milyon kişiye 19 bin 892 test düşüyor.
Testlerin nüfus içindeki yaygınlığında İzlanda ve BAE gibi ülkeler en üst sıralarda yer alıyorlar. BAE’de bu sayı 160 bin eşiğine gelmiş bulunuyor.
Çok sayıda küçük nüfuslu devletin sıralamaya girmesi nedeniyle bu kategoride sağlıklı bir fotoğraf çekebilmek güç. Türkiye, burada İsveç (20 bin 799), Fransa (21 bin 288), Şili (20 bin 799) gibi ülkelerle aynı küme içinde görünüyor. Türkiye’nin bu başlıkta Avrupa ülkelerinin önemli bir bölümünün gerisine düştüğünü söyleyebilmek mümkün.
Tartışmanın odağında Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde bir bilimsel değerlendirme komisyonunun oluşturulması ve bu birime -devlet ya da vakıf- bütün üniversitelerin COVID-19 konusunda yürütecekleri bilimsel araştırmalar üzerinde önceden ‘değerlendirme’ yetkisi tanınması yatıyor.
*
Bu konudaki gelişmeler 28 Nisan tarihinde Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı ve 81 ilin valiliklerine bağlı il sağlık müdürlüklerine gönderilen bir yazıyla başladı.
Bu yazıda, bakanlığın bilim adamlarının COVID-19 üzerine yapacağı araştırmaları teşvik etmek ve desteklemek arzusunda olduğu belirtildi. Araştırmalarda ihtiyaç duyulacak veriye ulaşımın kolaylaştırılması, gerektiğinde büyük seriler oluşturabilecek network kullanılmasına destek verilmesi, çalışmaları karşılaştırılabilir kılacak kavram birliğinin tesisi için Genel Müdürlük bünyesinde ‘COVID-19 Bilimsel Araştırma Değerlendirme Komisyonu’ oluşturulduğu açıklandı.
Bu konuda gönderilen yazıda, “COVID-19 hastalığı ile ilgili olarak araştırmacılar tarafından başlatılması ve yürütülmesi planlanan klinik araştırmalar dahil insanlar üzerinde yürütülecek tüm bilimsel çalışmalar ve retrospektif araştırmalar için etik kurul başvurusundan önce bu Komisyona bildirim yapılması gerekmektedir. Daha önce etik kurul izni almış COVID-19 konusundaki araştırmalar için de en geç 10 gün içerisinde Komisyona başvuru yapılmalıdır” denildi.
Yazıya göre, araştırma yapmak isteyen başvurucular verilen bir internet adresine girerek komisyon bildirim formlarını online dolduracaklar. Araştırma başvuruları, komisyon tarafından en fazla beş işgünü içinde değerlendirilerek geri dönüş sağlanacak.
Genel Müdürlüğün yazısında, durumun her ildeki devlet ve vakıf üniversitelerine, tüm sağlık kuruluşlarına ve bilimsel araştırma etik kurullarına duyurulması istendi.
*