Paylaş
“Şimdi, reis beyefendi, zatıâliniz artık feshedilmiş olan bir fırkanın belediye reisi olarak vazifenizde devam etmek istemezsiniz değil mi? İstifa ediniz, yeniden intihap (seçim) yapılsın, belki yine zatıâliniz seçilebilirsiniz...”
Tarih 22 Kasım 1930. Atatürk Samsun’u ziyaret etmektedir. Ancak gergin bir atmosfer ortalığa hâkimdir. Çünkü, Samsun’da 20 Ekim 1930 günü sonuçlanan belediye seçimini Fethi Okyar’ın liderliğindeki Serbest Fırka’nın adayı Boşnakzade Ahmet Resai Bey kazanmıştır. Kendisine 3 bin 112 oy çıkarken, CHP adayı ancak 416 oy alabilmiştir.
Seçimden iki ay kadar önce 12 Ağustos’ta kurulan Serbest Fırka, devlet gücünü yanına almış olan CHP’ye karşı girdiği bu seçimde 502 belediyeden Samsun dahil yalnızca 22’sini kazanır. Türkiye’de ilk kez belediyeler için tek dereceli seçim yapılmış, üstelik yine ilk kez kadınlara da seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.
GAZİ’YE VERİLEN İLGİNÇ YANIT
Serbest Fırka’nın siyasi hayatı kuruluşundan üç ay sonra 17 Kasım 1930 tarihinde son bulur. Atatürk’ün Samsun’u ziyareti partinin kapanmasının hemen ertesine rastlamaktadır.
Masaya dönelim. Peki Boşnakzade Ahmet Resai Bey, kendisinden istifa etmesini isteyen Gazi’ye herkesin önünde ne yanıt verir? Şöyle der:
“Paşam, reisliğe o fırkanın namzedi olarak seçildiğimi kabul etmiyorum. Bu intisap halkın şahsıma karşı bir itimadı şeklinde tecelli etmiştir. Mesele sırf seçimin serbest olmasından ibarettir. Eğer bu vaziyette istifa edersem halkın bu teveccüh ve itimadına karşı küfranı nimette (nankörlük) bulunmuş olurum. Eğer bendenizin bu işte kalması arzu buyurulmuyorsa, hükümetin elinde kuvvet vardır, Şûra-yı Devlet (Danıştay) vardır, intihabı fesheder. Bendeniz de o zaman halka karşı mahcup vaziyette kalmam.”
Atatürk, sakin bir sesle “Düşündüğünüz doğru, arzu ettiğiniz gibi olsun” diye yanıtlar.
Gazi sinirlenmemiş görünse de, bu konuşmadan iki ay sonra 25 Ocak 1931’de Danıştay Ahmet Resai Bey’in belediye başkanlığını iptal eder. Yeniden seçimlere gidilir ve nisan ayında yapılan seçimleri bu kez CHP’li aday Sami Bey kazanır.
ONLAR DA KAHRAMANDI
Boşnakzade Ahmet Resai Bey’in öyküsüyle değerli meslektaşım Taha Akyol’un bir süre önce yayımladığı ‘Onlar da Kahramandı’ başlıklı kitabında karşılaştım. Akyol, bu öyküyü tek parti zamanında sandıktan bileğinin gücüyle seçilip çıkmış olan bir belediye başkanının Atatürk’e pekâlâ ‘Hayır’ diyebildiğini gösteren bir örnek olay olarak aktarmış.
Akyol’un kitabı, Osmanlı’nın son dönemi, sonrasında Cumhuriyet’le birlikte girilen tek parti ve onu izleyen Demokrat Parti dönemlerinde gerek siyaset gerek yargı dünyasından benzer çizgideki şahsiyetlerin öykülerine odaklanıyor.
Seçtiği şahsiyetlerin hepsinin ortak bir özelliği var: İlkelerinden geri adım atmayıp, risk alarak güç karşısında ‘Hayır’ diyebilmiş insanlar olmaları...
NAMIK KEMAL’İ YARGILAYAN MAHKEME REİSİ
Kitaptaki en çarpıcı öykülerden biri Namık Kemal’in muhtelif jurnaller üzerine 6 Şubat 1877 tarihinde tutuklanmasından sonra yaşanan olaydır. Namık Kemal’i yargılayacak olan Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin reisliğini Abdüllatif Suphi Paşa yapmaktadır. Sultan Abdülhamid, ablasının kocası Damat Mahmut Celalettin Paşa’yı Suphi Paşa’nın Çamlıca’daki köşküne gönderir ve “Şan-ı sadakate layık bir karar” beklediği mesajını iletir. Paşa, “Efendimiz emin olsunlar, adaleti tatbik edeceğim” der.
Gelgelelim Suphi Paşa, yargılama süreci sonunda ‘görevsizlik kararı’ vererek Namık Kemal’in aklanmasını sağlar. Kızı Ayşe Hanım, “Korkmadınız mı?” diye sorduğunda, Suphi Paşa “İki adalet vardır, padişahın adaleti, Allah’ın adaleti. Ben Allah’ın adaletini kastettim. Yarın hünkârın da benim de huzuruna çıkacağımız bir hâkim vardır ki, ben ondan korkarım” diye yanıtlayacaktır.
FETHİ OKYAR’DAN SITKI YIRCALI’YA
Serbest Fırka’nın liderliğini yapan Fethi Okyar’ın Atatürk’e olan bütün sadakatine karşılık kendi bağımsız çizgisini nasıl koruyabildiğini ve görüşlerinden geri adım atmamak için başbakanlığı bırakmayı göze alabildiğini gösteren bölüm de kitapta etkileyici bir şekilde anlatılıyor.
Keza Demokrat Parti’nin son döneminde Başbakan Adnan Menderes’in TBMM’de kurulan Tahkikat Komisyonu’na yargıya ait bazı yetkileri devretmek amacıyla yapmak istediği yasa değişikliğine karşı çıkan DP milletvekili Sıtkı Yırcalı’nın öyküsünde de benzer bir temayla karşılaşıyoruz.
Taha Akyol, seçtiği şahsiyetlerin hayatlarının uğrunda mücadele edilmesi gereken yüksek değerleri temsil ettiklerini vurguluyor. Bu değerleri adalet, hürriyet ve bu değerlerin “muhafızı” olması gereken hukuk, hukukun üstünlüğüne inanmak ve ona sahip çıkmak şeklinde açıklıyor.
Verdiği örneklerde bu değerlerin korunabilmesi açısından ‘bireysel hürriyet’ kavramını merkezi bir konuma oturtuyor Akyol. Türkiye’nin çok partili hayata geçtikten sonra demokrasi kültürünün gelişmesinde yaşanan sancıların tarihsel arka planını anlamak açısından da önemli bir çalışma Akyol’un kitabı.
PROF. BAŞGİL’E SAYGIYLA
Akyol, bu bağlamda kitabın sonunda Türkiye’nin liberal-muhafazakâr çizgideki saygın anayasa otoritelerinden merhum Prof. Ali Fuat Başgil’in 28 Ağustos 1960 tarihinde Yeni Sabah gazetesinde yayımlanan bir makalesinden yaptığı alıntıya yer vermiş. Biz de yazımızı Prof. Başgil’in bu veciz ifadeleriyle noktalayalım:
“Fikirden korkmayınız... Emin olunuz ki, yeryüzünde zararlı tek fikir tenkit süzgecinden geçmeyendir. Tahammül ve müsamaha gösteriniz. Kabul ediniz ki, sizden başka ve belki daha iyi düşünenler vardır. Müsaade ediniz, fikirler serbestçe münakaşa edilsin. Yaratıcı tenkit rolünü serbestçe oynasın. Fikirler çarpışsın, çürükler dökülsün, sağlamları millet hayatı için birer rehber olsun. İlim, terakki, medeniyet bundan doğar.”
Paylaş