Sedat Ergin

Kadın polisin öldürülmesi ve cezasızlık kültürü

25 Eylül 2024
TÜRKİYE Diyarbakır’da sekiz yaşındaki Narin Güran’ın katledilmesinin şokunu üstünden atamadan bu kez önceki gün İstanbul’da 27 yaşında Şeyda Yılmaz adında bir kadın polisin öldürülmesi hadisesiyle sarsılmış bulunuyor.

Bu cinayetin yarattığı infialin gerisinde genç bir kadın polisin öldürülmesi kadar, 19 yaşındaki katilin basına yansıdığına göre 26 ayrı suç kaydı bulunan, herkes tarafından “suç makinası” olarak nitelendirilen bir sicile sahip olması da rol oynuyor.

Türk kamuoyu, oldukça genç bir yaşta bu kadar yüklü bir suç siciliyle devletin adli kayıtlarında yer alan birinin, nasıl olup da elini kolunu sallayarak serbest bir şekilde dolaşıp, suç işlemeye devam edebildiğini anlamakta zorlanıyor.

Zaten öldürme olayı da kendisinin motosiklet çaldıktan sonra yakalanmasına dönük bir polis operasyonu sırasında meydana gelmiştir.

*

Hakkındaki suç kayıtları, bunların her birinden suçlu görüldüğü anlamına gelmiyor. Ancak bir şekilde yolu süreklilik içinde her seferinde karakollara ve savcılıklara düşmüştür bu katilin.

Bazen hakkındaki suçlamalardan takipsizlik almıştır. Buna karşılık dün basına yansıyan bir dizi habere göre, bir dosyasında ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiştir. Zanlı hakkında halen soruşturma aşamasında olan beş dosyanın bulunduğu anlaşılıyor.

Bu arada, “kasten yaralama” suçlamasından adli kontrol şartıyla salıverildikten sonra karakola imza verme yükümlülüğünü yerine getirmemiş olması, meselenin bir başka sıkıntılı yönünü oluşturuyor.

Kendisinin karıştığı suç türleri basına yansıdığı kadarıyla çeşitlilik gösteriyor: “

Yazının Devamını Oku

S-400/F-35/CAATSA’da son durum... Hakan Fidan ABD ile ilişkilerde hangi “Ayak bağı”ndan söz ediyor?

21 Eylül 2024
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, önceki gün Anadolu Ajansı’nın “Editör Masası” programında bir konuyu geniş bir şekilde değerlendirdikten sonra şöyle dedi:

Bu konunun artık iki ülke ilişkilerinde bir ayak bağı olduğu konusunda en azından her iki taraf da hem fikir, onu söyleyeyim...”

Peki Fidan’ın “Ayak bağı” olarak nitelendirdiği konu neydi?

Kendisinin kastettiği, 2019 yılında 1) Önce Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri almış olması, 2) Bunun üzerine ABD’nin Türkiye’yi F-35 savaş uçağı ortak üretim programından çıkartması ve 3) Ayrıca, Türkiye’yi CAATSA yaptırımlarına dahil etmesinin, iç içe geçerek Ankara-Washington ilişkilerinde yaratmış olduğu karmaşık kriz durumudur.

Bakanın açıklaması, bu durumun artık geride bırakılması hususunda Ankara ile ABD yönetimi arasında bir görüş birliğinin belirdiğini gösteriyor.

S-400’LER ANKARA’YA GELİNCE, YAPTIRIMLAR BAŞLADI

Hatırlanacaktır, bu konuda ABD ile türbülansa girilmesi, Rusya’dan kalkan dev nakliye uçaklarının 12 Temmuz 2019 tarihinde S-400 sistemlerinin parçalarını Ankara’daki Mürted Hava Üssü’ne indirmeye başlamasının hemen ertesinde ortaya çıkmıştı.

Türkiye’nin ABD’nin bütün uyarılarına rağmen Rusya’dan S-400’leri alma kararını uygulaması üzerine, ABD yönetimi 17 Temmuz 2019 tarihinde Türkiye’nin F-35 ortak üretim programından çıkartıldığını açıklamıştı.

NATO ülkeleri arasında yapılan işbölümü çerçevesinde ‘beşinci nesil’ F-35’lerin birçok parçasının üreticisi durumunda olan Türkiye, sadece programdan dışlanmakla kalmamıştı. Proje ve üretim maliyeti olarak yaklaşık 1.4 milyar dolar ödemiş olduğu 5 adet F-35 uçağı da ABD’de hangarda kalmıştı.

Yazının Devamını Oku

Netanyahu ve kötülüğün sınırlarını zorlamak

20 Eylül 2024
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun yapabileceği kötülüklerin sınırsızlığına bu kez Lübnan’da Hizbullah’ı hedef alan ve bütün savaş konseptlerini de altüst eden son saldırısında tanıklık ettik.

Önce çağrı cihazlarının, ardından telsizlerin içlerine yerleştirilen patlayıcıların dışarıdan gönderilen bir sinyalle ateşlenerek birer bombaya dönüştürülmesi, önceden emsaline pek rastlamadığımız bir savaş yöntemi.

Bu yeni saldırı yönteminin ayrım gözetmeksizin sivillere ve çocuklara da dönük ölümcül sonuçlar yaratması, hadisenin en rahatsız edici yönlerinden birini oluşturuyor kuşkusuz.

*

Netanyahu’nun bu hareketinin muhtelif düzlemlerde yol açtığı olumsuzlukların listesi uzundur.

Bunlardan birincisi, geçen ekim ayından bu yana sürmekte olan ve İsrail’in acımasız katliamlarıyla Gazze’yi bir kan gölüne çevirdiği savaşın daha da yayılmasına kapıyı açmış olmasıdır. Gazze savaşının bir ateşkesle sona erdirilmesi yolundaki umutların, beklentilerin yerini bu kez çatışmaların genişlemesi, tırmanması ihtimalinin yarattığı tedirginlik almıştır.

Bütün dikkatler Hizbullah’ın İsrail’e vereceği karşılık kadar, Netanyahu’nun bundan sonra kuzeyde ikinci bir cephe açarak Lübnan’a dönük bir kara harekâtına girişip girişmeyeceği sorusuna da çevrilmiştir.

Bu konuda yapılan tartışmaların akışı, İsrail Başbakanı’nın pekala bu yola gideceğini düşünenler ile muhtemel asker kayıpları da dahil, her bakımdan çok riskli olacağı gerekçesiyle kendisinin bu seçeneği göze alamayacağını öne sürenler arasında bölünmüş görünüyor.

Belirsizliğin bir nedeni de,

Yazının Devamını Oku

Teğmenlerin yemin hadisesi ve yol açtığı ikilemler

18 Eylül 2024
Kara Harp Okulu’nda geçen 30 Ağustos’ta düzenlenen mezuniyet töreninden sonra çok sayıda genç teğmenin toplanıp kılıç çatarak “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” mesajıyla sonuçlanan ikinci bir yemin etmeleri, kendilerini Atatürk ideallerine bağlı hisseden vatandaşlar tarafından memnuniyetiyle karşılanmıştır.

Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki dönemde Harp Okulları’nı konu alan kimi tartışmalar ve iddiaların ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’ne subay yetiştiren en önemli kurumlardan birinden mezun olan öğrenciler arasında Atatürkçü damarın ne kadar kuvvetli olduğu etkileyici bir şekilde görülmüş olunmalıdır. Bu söylentilere güçlü bir tekzip niteliği de taşımıştır bu yemin.

Evet, Harp Okulu mezunlarının Atatürk’e bağlı olmaları, kendilerini en büyük komutanın ve Cumhuriyet’in kurucusunun “askerleri” olarak görmelerinde, bu şekilde hissetmelerinde itiraz edilebilecek ne olabilir ki?

*

Gelgelelim, duygularımızdan arınarak baktığımızda bir ikilemin de belirdiğini söyleyebiliriz.

Bütün alanlar arasında disiplinin en katı ve ödünsüz uygulandığı kurum askerliktir. Duygularımızı ve heyecanlarımızı bir tarafa bırakıp meseleye bu yönüyle yaklaştığımızda diploma töreni için belirlenmiş resmi programın dışına çıkıldığı noktada bir disiplin meselesi de uç vermektedir.

Bunun nedeni törende topluca okunan yeminden sonra kendi aralarında toplanan teğmenlerin bundan iki yıl kadar önce kaldırılmış olan ikinci bir yemin metnini okumuş olmalarıdır. Bu hareketin resmi programın tamamlanıp törenin dağılmakta olduğu sırada yapıldığı anlaşılıyor.

Bu yeminin görüntüsünün kaydedilip sosyal medya üzerinden paylaşılarak, bu şekilde Kara Harp Okulu bahçesi sınırlarından çıkıp bütün kamuoyuna mal olması ve siyasetin gündemine girmesi, meselenin boyutlarını birden büyütmüştür.

*

Yazının Devamını Oku

Demokrasilerde asker-sivil ilişkilerinin sınırları nereden geçmeli?

14 Eylül 2024
Geçen 30 Ağustos’ta Kara Harp Okulu’nun mezuniyet töreni sırasında yaşanan olaylar, ordu ile ilgili tartışmaları, bu çerçevede asker-siyaset ilişkileri meselesini bir kez daha ülkemizin gündemine sokmuş bulunuyor. Öyle anlaşılıyor ki, daha bir süre bu mevzu ile yaşamaya devam edeceğiz.

Bu tartışmaların doğru bir zeminde, doğru kavramlar ve demokrasi kültürünün çerçevesi içinde yapılması kuşkusuz büyük önem taşıyor. İşte bu tartışmaların önümüze taşıdığı temel sorulara yanıt ararken, kayda değer bir referans metin olarak karşımıza çıkıyor “Sivil-Asker İlişkileri/Nasıl Bir Demokratik Kontrol” başlıklı kitap.

Yazarının kimliği kitabı ayrıca önemli kılıyor. Kitap, 2015-2017 yılları arasında Hava Kuvvetleri Komutanı olarak görev yapmış olan emekli orgeneral Abidin Ünal’ın imzasını taşıyor. Orgeneral Ünal, 15 Temmuz kalkışması sırasında Hava Kuvvetleri Komutanı olarak görev yapmaktaydı ve o gece darbeciler tarafından İstanbul’da derdest edildikten sonra Ankara’ya getirilip, Akıncı Üssü’nde alıkonmuştu.

ASKERİ DARBELERİN MUHASEBESİNİ YAPMAK

Ünal’ın emekliye ayrıldıktan sonra kaleme aldığı ve geçen aralık ayında yayımlanan bu kitap, ana konu olarak ordunun demokratik kontrolünün nasıl sağlanabileceği sorusuna odaklanıyor.

Geçmişte bir dizi doğrudan darbe ve muhtelif şekillerdeki müdahaleler ile demokrasiyi birçok kez sakatlamış olan bir kurumun bugünkü kuşakları, artık “demokratik kontrol” üzerine kaleme aldıkları kitap çalışmalarıyla ülkedeki tartışma ortamına katılıyorlar. Bu durum, yaşanan tarihsel tecrübe ışığında Türkiye’de ordunun demokratik kontrolünde bugün gelinen aşamayı gösteriyor.

Abidin Ünal, kitabında TSK’nın Cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleştirdiği darbe ve müdahalelerin bir dökümünü verip, bu fiillerin bir muhasebesini yapmayı ihmal etmiyor. Tabii, bunu yaparken Osmanlı İmparatorluğu döneminde padişahların yaklaşık üçte birinin askeri isyanlarla değiştirildiğini hatırlatma ihtiyacını da duyuyor.

Bu arada, Ünal’ın çalışmasını değerlendirirken, bir süre önce iki emekli general tarafından asker-sivil ilişkilerini konu alan bir çalışmanın daha yapılmış olduğunu hatırlatmalıyız. “Asker ve Siyaset” başlıklı kitap, her ikisi de kumpas davalarında hapis yatmış olan emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin ile emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz tarafından 2014 yılında yayımlanmıştı. Ünal da, kitabında yer yer bu iki generalin ortak çalışmalarına atıflar yapıyor.

Yazının Devamını Oku

BRICS tartışmasında rakamları da masaya koymak gerekiyor

13 Eylül 2024
Galiba BRICS konusunda yaşanmakta olan karışıklığın gerisinde, öncelikle Türkiye’nin bu örgüte üyelik başvurusunda bulunduğu yolundaki resmi açıklamanın Rusya’dan gelmesi yatıyor.

Rusya Lideri Vladimir Putin’in dış politika danışmanı Yuri Uşakov, 4 Eylül’deki açıklamasında “Türkiye tam üyelik için başvurdu. Bunu değerlendireceğiz” diye konuştu.

Bu açıklama, iki gün öncesinde Bloomberg’ün bazı “kaynaklara” atıfla, AB’ye duyulan hayal kırıklığının da etkisiyle Türkiye’nin BRICS’e üyelik başvurusunu ilettiği yolundaki haberiyle birleşince tartışmalar iyice alevlendi.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın AB Dışişleri Bakanları ile geçen ay sonunda Brüksel’de bir araya geldiği toplantıda bir gelişme  sağlanmadığının anlaşılmasıyla birlikte, bu tartışmalar “Türkiye AB’ye, Batı’ya karşı BRICS kartını mı oynuyor?” sorusuna kadar uzandı.

Bu arada, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un tartışmaya katılıp Türkiye’nin BRICS’e dönük niyetlerini ciddi buldukları yolunda bir açıklamada bulunması ve ayrıca üye olmak isteyen ülkelerin BRICS değerleri ve kriterlerini karşılamaları gerektiğinden söz etmesi de bu tartışmanın tuzu biberi oldu.

*

Bütün bu toz bulutunu aralayıp gerisine baktığımızda aslında haberlerin bir yönüyle çok yeni bir duruma işaret etmediğini, bu konuda önemli bir adımın geçen haziran ayında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından atıldığını hatırlayabiliriz.

Fidan önce Çin Halk Cumhuriyeti’ne yaptığı ziyaret sırasında, 3 Haziran tarihinde Pekin’deki bir düşünce kuruluşunda yaptığı açıklamada “Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği içinde olmakla birlikte BRICS gibi farklı platformlarda çeşitli ortaklarla yeni işbirliği imkânları araştırdığını” söylemişti.

Fidan

Yazının Devamını Oku

Bu kez gündemimiz, BRICS değerleri ve kriterleri

12 Eylül 2024
RUS medya grubu RBC’nin muhabiri, geçen cuma günü Vladivostok’ta düzenlenen “Doğu Ekonomi Forumu” toplantısı sırasında Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’a Türkiye’nin BRICS’e üyeliği meselesini sormasaydı, BRICS örgütüne katılım sürecinde bazı “kriterler” ve “değerler”in söz konusu olduğu, kamuoyunun dikkatine bu kadar açık bir şekilde gelmeyecekti herhalde.

BRICS, yani 2009 yılında Rusya’nın öncülüğünde Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan  ve Brezilya gibi dünyanın dört önemli gücünün bir araya gelerek kurduğu, bugün üye sayısı dokuza çıkmış olan uluslararası yapılanmadan söz ediyoruz. Önümüzdeki dönemde genişleme potansiyeli taşıyan bu örgüt, küresel ekonomi ve politikada daha çok söz sahibi olma iddiasını taşıyor.

RUS GAZETECİNİN SORUSU

Lavrov’un yanıtını değerlendirmeden önce soruya bakmamız gerekiyor. Çünkü sorunun formüle ediliş şekli, Türk kamuoyunda sürmekte olan BRICS tartışmalarının Rusya cephesinde belli bir yankı yarattığını göstermesi bakımından önem taşıyor.

Rus gazeteci, önce Bloomberg medyanın geçenlerde Türkiye’nin BRICS’e üyelik başvurusunda bulunduğunu duyurduğuna dikkat çekiyor. Ardından, Türk basınına dayanarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki ay Rusya’nın Kazan kentinde yapılacak olan BRICS liderler zirvesine katılacağını hatırlatıyor.

Devamında, “Sizce Türkiye gerçekten de BRICS’e katılmak istiyor mu? Bu karar (üyelik) Kazan’da alınabilir mi” diye soruyor.

Ayrıca, Türkiye’nin 1950’lerden beri NATO üyesi olduğunu, yıllardır da AB’nin kapısında beklediğini anlatıyor Rus gazeteci. Hatta, Türkiye’nin BRICS’e dönük talebinin bir “U dönüşü” gibi göründüğünü söylüyor.

LAVROV’A GÖRE BRICS’E ÜYELİĞİN TEMEL GEREĞİ

Peki tam yirmi yıldır Rusya’nın Dışişleri Bakanı olarak görev yapmakta olan

Yazının Devamını Oku

Mısır’la yeni dönemde imkânlar, fırsatlar ve sınamalar bir arada...

11 Eylül 2024
SON günlerde dış politika alanında özel bir vurgu gerektiren kayda değer bir gelişme, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’nin geçen hafta Ankara’ya yaptığı ziyaretti.

Geride bıraktığımız yıllarda Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkileri yakından izlemeye çalıştığım için, bu ziyaretin önemli bulduğum sonuçlarını ve geleceğe dönük muhtemel yansımalarını bugünkü yazımın sınırları içinde değerlendirmek istiyorum.

Önce yakın tarihi hatırlayalım. Sisi’nin 2013 yılında ülkenin seçilmiş cumhurbaşkanı olan Müslüman Kardeşler Örgütü’nün önde gelen isimlerinden Muhammed Mursi’yi darbeyle devirmesi üzerine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu hadiseye çok sert bir tepki gösterip kendisiyle bütün köprüleri atması sonucu, ilişkilerde on yıla yakın devam eden kopukluk sürecine hep birlikte tanıklık ettik. 

Ve Ankara’nın tutum değişikliğinin ardından bugün geldiğimiz noktada, Mısır ile ilişkilerde bunun tamamen aksi yönünde kuvvetli bir işbirliği zemininin harcının atıldığını söyleyebiliriz. Erdoğan’ın geçen şubat ayındaki Kahire gezisiyle şekillenen yakınlaşma sürecini bir kademe daha yukarı çeken son ziyaret sırasında imzalanan anlaşmalar, neredeyse olabilecek her alanda iki ülkenin son derece hacimli bir işbirliğine girmelerini hedefliyor.

Ortaya konulan bu işbirliği çerçevesinin içi önümüzdeki yıllarda gerçekten doldurulabildiği  takdirde, Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilerin önümüzdeki yıllarda niteliksel bir sıçrama yapacağını tahmin edebiliriz. 

Tabii varılan noktaya geriye dönük bir açıyla baktığımızda, köprülerin atılması nedeniyle geçen on yıl zarfında iki ülke arasında ne kadar büyük bir işbirliği potansiyelinin heba edilmiş olduğuna bir kez daha hayıflanmamak mümkün değildir.

*

Doğrudan ikili ilişkiler düzeyindeki konuların yanı sıra, Türkiye ile Mısır’ın bölgesel meseleler üzerinde aralarında yakın bir danışma sürecini işletecek olmaları yeni dönemin önemli bir faktörü olacaktır.

Son tahlilde Ankara ve Kahire, bölgenin başat iki ağırlık merkezidirler. İkisinin birbiriyle çatışmaları durumu ile iyi geçinmeye yönelip güçlerini birleştirmelerinin yol açacağı sonuçlar, bütün bölgedeki güç dengesini de farklı yerlere çekecektir.

Yazının Devamını Oku