GERİDE bıraktığımız 2010 yılının ülkemiz için en önemli olayı ana muhalefet partisi CHP’de sürpriz bir şekilde meydana gelen lider değişikliğiydi.
CHP’nin başına Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesiyle meydana gelen kan değişiminin Türkiye’de siyaset nehrinin akışına yeni bir hareketlilik getirdiği tartışılmaz. Genel beklenti, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin destek zemininde yüzde 20 eşiğindeki kilitlenmeyi kırıp partiyi daha yüksek bir çizgiye taşıyacağıdır. Bugün itibarıyla CHP’nin genel seçimde AKP’yi yakalayabilmesi çok gerçekçi gözükmese de, partideki kıpırdanmanın siyasete daha rekabetçi bir yapı getirdiği, bunun da siyaseti daha dengeli bir yapıya sokacağı söylenebilir. İlginç olan, Kılıçdaroğlu’nun gelişiyle birlikte CHP’nin ne kadar değişebileceği tartışmasının da siyasetin en önemli konularından biri haline gelmesidir. CHP’nin geleneksel kodlarıyla değişim talepleri arasında nasıl bir dengenin ortaya çıkacağı, yeni dönemin en önemli sorularından biridir. ORTAK REFERANSLAR ZAYIFLARKEN Geçen yılın ikinci önemli olayı, anayasa değişikliği referandumuydu. Geçen 12 ayın büyük bir bölümüne referandumla ilgili tartışma damgasını vurdu. Hükümet Anayasa değişikliğini yargıyı vesayetten kurtarmak için yaptığını açıklarken, bu hamleyi eleştirenler özellikle HSYK ile ilgili düzenlemenin hükümetin yargı üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurmasına yol açacağı, bu çerçevede demokrasinin kontrol ve dengeleme mekanizmalarını ciddi ölçüde zayıflatacağı tezini ileri sürdü. Ama paketin içeriğinden çok sandıktan çıkan yüzde 48-52 dağılımının anlamı galiba daha önemli. Yaşam tarzlarına dönük kaygılar üzerinden iktidara güven duymayan sahiller ve Trakya ile muhafazakâr milliyetçi tonların ağır bastığı Orta Anadolu, Karadeniz ve üçüncü bir alan olarak siyasi tercihlerini artan oranda etnik temeller üzerinden ifade eden Güneydoğu... Ve benzer bölünmeleri kendi içinde yaşayan İstanbul ve Ankara gibi büyük metropoller... Ortak referansları zayıflamakta olan, farklı değer ölçülerine, zihinsel iklimlere göre ayrışan üç kutuplu bir toplum yapısı beliriyor. ELEŞTİRİYE TAHAMMÜL EŞİĞİ DÜŞÜYOR Bu arada, ne zaman sonuçlanacakları meçhul hale gelen çok sanıklı toplu davaların ağır seyri ve uzun tutukluluk süreleri de bu dönemin en önemli karakteristiklerinden biri haline geliyor. Siyasal iktidarın içedönük uygulamalarına baktığımızda da, eleştiriye, farklı seslere karşı tahammül eşiğinin gerilemeye devam ettiğini görüyoruz. Basında mülkiyet yapısındaki değişim sürerken, bağımsız gazeteciliği gaddarca yöntemlerle, haksız vergi cezalarıyla sindirme eğilimleri sürüyor, ayrıca gazetecilere açılan davalarda ve mahkûmiyetlerde rekor artışların yaşandığı bir dönemden geçiliyor. Hükümetin 2009’da büyük beklentilere kaynaklık eden Kürt açılımı genel seçime dönük oy kaygıları nedeniyle 2010 boyunca somut bir içerik kazanmamış, daha çok soyut bir tartışma olarak sürmüştür. Burada önem taşıyan bir nokta, Türk ekonomisinin 2008 ve 2009’daki gerileme ve duraklama dönemlerinden sonra 2010’da belirgin bir canlanma göstermesi ve yakalanan yüksek büyüme oranlarının dünyada da bir başarı öyküsü olarak görülmesidir. Hükümetin yelkenlerine en çok rüzgâr dolduran gelişmelerden biri ekonomideki gelişmelerden sağladığı avantajdır. 2010’DA YENİ SİVİL ANAYASA Türkiye 2011’e işte bu manzarayla giriyor. Yeni yılın en önemli olayı haziran ayında yapılacak genel seçimler olacak. Sandığın kendisine ne kadar güç bahşedeceği -Köşk’e çıkma seçeneği de dahil olmak üzere- Başbakan Erdoğan’ın siyasi kariyerinde bundan sonrasına dönük hesapları üzerinde belirleyici olacak. 12 Eylül askeri rejiminin hazırladığı anayasanın artık tarihin arşivine kaldırılması gerektiği yolunda bugün Türkiye’de genel bir anlayış birliği bulunuyor. Seçim sonrası en önemli konu muhtemelen yeni sivil anayasa olacaktır. Ancak bu konudaki tartışma, Başbakan Erdoğan’ın Köşk hesaplarına dayalı başkanlık modeli tartışmalarına rehin düşmemelidir. Doğrusu, yeni Anayasa’nın toplumun bütün kesimlerinin hazırlanmasında söz sahibi olduğu bir büyük mutabakatı esas almasıdır. Bu tür bir uzlaşıya ve diyaloğa dayanmayan bir anayasa arayışının Türkiye’de mevcut ayrışmayı ve zihinlerdeki kopmayı daha da derinleştirmekten başka hiçbir sonucu olmayacaktır. Türkiye’ye bugün siyasete hâkim olan baskın çatışmacı kültür ne yazık ki bu konuda iyimserliğe izin vermiyor.