Paylaş
Arama, mesaj at” hareketi, Afterwork adlı bir dijital içerik ajansındaki gençlerin çektiği viral videoyla aldı yürüyor.
Manifesto gibi.
“Eğer çok zor durumda değilsen” diyorlar; “Arama, mesaj at...”
“Sesini duymak istemiyor olabilirim...
O an konuşmaya müsait olmayabilirim...
İstediğimiz an cevap vermek istiyoruz...
Dakikalarca meşgul edilmek istemiyoruz...
Mesajla ulaşabileceğin birçok yol varken (Instagram, WhatsApp, Telegram...) neden arıyorsun?
A-ra-ma!” diye de bitiriyorlar videoyu.
Çok doğru bir damar yakalamış ekip. Belli ki milletin canına tak etmiş bu “aranma” mevzusu.
Daha dün Ahmet Hakan ne kadar desteklediğini duyurdu köşesinden.
Ama bence Afterwork’çülerin hesaba katmadıkları bir nokta var.
Çünkü iş, aramaları mesaja havale etmekle de bitmiyor.
Bu sefer de çeşitli kanallardan yağan mesajlara cevap yetiştirmekle geçiyor saatler.
10’a yakın mecrada bir sürü de grup... Acil beklediğiniz şeyler olduğu için kapatamıyorsunuz da, telefon sürekli çın, çın, çınn...
Yani aramayıp onun yerine mesaj atması yetmez.
Asıl önemlisi: Fuzuli aramayıp, lüzumsuz mesaj atmaması.
Sarkacın zamanla yerini bulması gibi
Ayrıca bazı teknik konularda aramak yerine yazışmanın ne kadar vakit kaybettirdiği de ortaya çıktı.
WhatsApp gruplarında almaya çalışılan kararların ne kadar uzun sürebildiğine şahit olduk.
Konuşmak yerine yazmanın zorluğu, tonlama ve vurgu olmayınca sürekli yanlış anlaşmalar...
Her şeyin yazılı olması, insani teması da azalttı.
Bence çalışma hayatında bu da zamanla oturacak. Tıpkı sarkacın zamanla yerini bulması gibi. Hatırlasanıza ilk başta uzaktan çalışmaya ne çok sevinmiştik. Ama sonra keşke işimize iki güncük gidebilsek dedik, bazı şeyler yüz yüze çok daha kolay olacak.
Bu, işin beyaz yakalıları ilgilendiren kısmı. Arama, sorma, iletişim kurma nezaketinin bütün toplumda yerleşmesi de aynı şekilde yavaş yavaş olacak.
Mesela ben kimsenin telefonunu üç kereden fazla çaldırmam.
Hesapladım, telefonu duyuyorsa açıp bakabileceği süre bu. Yok, duymuyor ya da açmıyorsa hakkım bitene kadar çaldırmak eziyet bence.
En ayıbı da görüntülü aramak
Gençler “arama”dan şikayet etmiş ama beteri var: Görüntülü arama. Pandemide iyice arttı. Yahu belki o anda kılığım kıyafetim müsait değil, duştan çıktım, saçım başım dağınık, ev müsait değil ya da evdekiler değil...
Artık her neyse.
Yok abi: Filanca
sizinle görüntülü konuşmak istiyor.
Hande Erçel’in evden kaçışı ve babası
İbrahim Selim ile Bu Gece programına katılan Hande Erçel, ergenliğinde nasıl başa bela bir tip olduğunu anlattı. Evden kaçmaya bile kalkmış. Ama hikâyede asıl önemli karakter kendisi değil babası bence.
Hande elinde salçalı ekmeğiyle bir “mahalle kızı” olarak büyüyor. Mahallenin dışına çıkması da yasak. Bizimki bir gün otogara gidip ilk otobüse biniyor kimseye haber vermeden. Balıkesir küçük yer olduğu için baba hemen öğreniyor hangisine binip nereye gittiğini.
Yolda otobüsü geçiyor, Eskişehir otogarda beklemeye başlıyor. Hinliğe bak sen, yolda durdurmuyor.
Hande tam “Geldim, vardım” zannederken, tam otobüsten inerken çağırıyor yanına.
Çok daha pişman edici.
“İki hafta”cıların muhteşem dönüşü
Pandeminin seyrine göre sosyal medyadaki akımlar da değişiyor.
Bazen biri parlıyor, öbürü daha geri plana düşüyor, bazen tam tersi.
Mesela aşılamanın yoğun bakıma yatma sayılarını düşürdüğü anlaşıldı ya...
Aşı karşıtları ve aşıya tereddütle bakanlar daha az görünür oldu.
Eskiden benzer şekilde sesi gür çıkan “iki hafta tam kapanalım”cılar vardı.
Normalleşmeyle birlikte onları daha az duyar olmuştuk.
Şimdi vaka sayılarının tekrar 30 binlere çıkmasıyla geri döndüler.
Alakasız paylaşımlarda bile “İki hafta tam kapanalım” yorumları okuyorum. Ama bu sefer başına-sonuna “ben demiştim” de ekliyorlar.
Paylaş