Final maçlarında rakibin kalitesi ve futbolcuların ismi her ne kadar önemli olsa da sonucu kestirmek hiçbir zaman mümkün değildir. Bunun örneğini dün bir kez daha gördük. Maç öncesi favori gösterilen takım Beşiktaş’tı. Fakat sahada çok farklı bir Atiker Konyaspor vardı.
Aykut Kocaman’dan kalan defansif oyun anlayışına, hızlı oyun, rakibi bozma ve yüksek mücadele gücü eklenince Beşiktaşlılar hiç ummadıkları bir tablo ile karşı karşıya kaldı.
Maçın geneline baktığımızda bile Beşiktaş’ın oyunu alıp götüreceği düşüncesi hiçbir zaman oluşmadı. İlk yarıda iki takım da aynı tarafı kullandı. Beşiktaş Quaresma ile sağdan, Konyaspor da Fofana ile soldan yüklendi. Fofana dün gecenin yıldızıydı. Traore de ona eşlik etti. Yeni transferlerden Mehdi, Moke ve Ferhat da olumlu işler yaptılar.
NEGREDO-CANER ETKİLİ OLDU
Konya’nın ilk golü bulması belki Beşiktaş’ı biraz uyandırır dedik ama bu gerçekleşmedi. Beşiktaş ikinci yarıda Şenol Güneş’in Negredo ve Caner’i sokmasıyla tempoyu biraz yükseltebildi. Konyaspor önde olmanın verdiği baskı ve yorulmanın etkisiyle defansa çekilmek zorunda kaldı. 60’tan sonraki dakikalarda Beşiktaş etkili oldu. Çift santrfora dönülmesi ve Caner’in etkisi, attıkları golde ortaya çıktı. Bu gol defansın bir anlık motivasyon kaybının sonucuydu.
Pepe, ilk resmi maçında istemeden de olsa ciddi bir faul yaparak penaltıya sebebiyet verdi. Ve o penaltı vuruşundan gelen gol Atiker Konyaspor’a tarihinde ilk Süper Kupa’yı kazandırdı. Beşiktaş’ın görüntüsü, daha tam hazır olmadıklarını gösteriyor. Talisca’nın olmayışı ve yeni transferlerden beklenen katkının henüz alınmaması takımı eksik gösterdi. Konya’nın ortaya koyduğu performans hem alkışı hak etti hem de takdiri.
Son bir not da maçtaki olaylara... Hala anlamış değiliz; bu konfetileri ve yanıcı maddeleri stada nasıl sokuyorlar? Belli ki hala kapılarımızda sıkıntı var.
MAÇIN ADAMI: FOFANA
Bunların yanı sıra kamuoyunun bilgilendirilmesi gereken bazı noktalar var. Neler mi?..
- Kendisine görev tanımı olarak ne gibi açıklamalar yapıldı?
- Geçmiş teknik direktörde olduğu gibi acaba kendisine nasıl yetkiler sunulacak?
Bunlar netleştikten sonra gerisi kolay...
Lucescu’daki bilgi birikim ve tecrübe tavan yapmış durumda.
Kendisinden faydalanırken önemli olan dozajını ayarlayabilmek. Yoksa kendisini ‘her şeyi sen bilirsin ve yaparsın’ anlayışına sokarsak yine işin içinden çıkılmayacak bir ortam oluştururuz.
Ben yabancı teknik adama karşı değilim ama milli takımda yerli hoca olmasını isteyen biriyim. Lucescu sadece başarıya odaklı bir görev anlayışı içerisinde.
Teknik, taktik deneyimi ve bilgisi ile milli takıma faydası olur mu? Olur...
TFF, Türkiye Futbol Direktörü makamını kaldırdı ve en iyisini yaptı. Bu makamın görev içeriğini 3 yıldır kimse açıklayamadı. TFF’nin bu kararı milli takımın başına getirilecek yeni teknik direktörü de rahatlattı. Böylelikle yeni hoca;
1- Alt yapı ile uğraşmayacak,
2- Eğitim Dairesi gibi diğer birimlerle ilgilenmeyecek,
3- Kulüplerin işleyişinde ve düzeninde fikir sahibi olma zorunluluğu kalmayacak,
4- Esas işinden başka işlerle uğraşmayacak, yani bir koltuğa 3 karpuz sıkıştırmaya çalışmayacak. Sadece kendi işini yapacak. Tek düşüncesi; hazır olan futbolcuları belirleyip ülke milli takımını başarıya ulaştırmak için gerekli çalışmaları yapmak olacak.
Kurumsal bir yapıda mevkiler, kurallar ve düzen önemlidir. Umalım ki bir daha TFF, kişiye göre makam oluşturmaz ve milletin kafasını da karıştırmaz.
21 KİŞİLİK KADRONUN YARARLARI
ŞİMDİYE
Hocam...
"Sevgili Rüştü" diye başlayan ve baştan sona hakaret içeren hatta yer yer tehdit dolu mektubunuzu okudum.
Ve cevap hakkına duyduğum saygıdan dolayı da noktasına, virgülüne dokunmadan yayınladım.
Önce ne yazdığımı, neden yazdığımı size ve okurlarımıza bir kez daha hatırlatayım.
Sizin "Alaçatı baskınınızı" yazdım.
Hani şu Yüzevler Kebapçısı'nda damatlarınız ile birlikte karıştığınız kavgayı.
Bunun Türkiye Futbol Direktörü sıfatı taşıyan birine yakışmadığını söyledim.
İstifa etmeniz gerektiğini açık açık yazdım.
Sevgili Rüştü,
- Bugün Hürriyet Gazetesi’nde engin futbol bilgin ile vizyonun, kıymetli tespit ve yorumlarınla süslediğin köşeni okudum.
Türkiye’nin amiral gemisi olan Hürriyet’te köşe sahibi olmanın öncesinde seni yakinen tanıyan, özellikle futbolculuk ve sonrasındaki sürede gelişimini gayet iyi bilen biri olarak günlük hayatında kullandığın kelime sayısından fazlasını yazılarında kullanabiliyor olmana çok sevindim. Sanırım bağlı olduğun yöneticilerin de bu akıcılıktan ve zengin ifade biçiminden memnundur.
Sana dair hatıralarımda iyisiyle kötüsüyle, eğrisiyle doğrusuyla, sevabıyla günahıyla ne çok şey olduğunu; bunların bir kısmında sana olan destek ve yardımlarımı, bir kısmında sadece bende kalması gereken anların bulunduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Kısaca aslında kim ve nasıl biri olduğunu biliyorum.
Bilmediğim ise köşende kimin kalemiyle yazdığın, sana kalemini ve aklını ödünç verenlerle birlikte ne tür beklenti ve menfaatlerinin olduğu ve daha önemlisi kıymet bilmez, vefadan anlamaz bu tavırların aslında içinde hep mi var olduğu yoksa sonradan mı edinildiği.
Belli ki hayat seni yormuş ve yıpratmış Rüştü. Belki de sevgi ve şefkat ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir ortamın da yok. Veya bilerek yada bilmeyerek bir yara açıldı sende ve sürekli kanatılıyor.
Üzülme Rüştü. Bunlar geçici ve telafi edilir şeyler. Sen, seni sen yapan değerlerinden vazgeçme. Kendinden başka kimseye güvenip yola çıkma, arkanı döndüğünde ne kadar yalnız olduğunu bilmek daha çok koyar adama. Sahadaki örnek futbolculuk modelliğini bozma. Haa bir de herhangi bir şeyi yapmadan önce haddimi aşıyor muyum, aşmıyor muyum diye bir değil 2-3 kez düşün.
Hayat, ektiklerini biçtiriyor. Temennim, senin ektiklerinin sana zarar vermemesi ve ben nerede yanlış yaptım dedirtmemesi.
Bir anlık sinirle de, aşırı tahrikle de olsa, bu yanlış ortadan kalkmaz.
Hepimiz bir şeyleri değiştirmek, geliştirmek ve güzel bir noktaya ulaşmak için çaba sarfederken, sporun başındaki insanların bu yaptıklarını kabul etmek bana ters düşüyor.
En basitinden,
- Bu ülkede çocuklar var.
- Bu ülkede gençler var.
- Bu ülkede sporu gerçek anlamıyla seven insanlar var.
İşte bu sebeplerledir ki, belli konumlara ulaşmış insanların sadece kendilerine ve ailelerine değil, topluma da sorumlulukları vardır.
Eğer o insanlar, bu sorumlulukların altında eziliyor ya da güç zehirlenmesi yaşıyorsa, bu kez gerekli merciler görevlerini yapmak zorundadır.
Büyüklerin dışında, diğer takımlarımız da aldılar başlarını gidiyorlar! Bu işin sonlanması için ne lazım biliyor musunuz? Bir türlü çıkarılamayan Spor Yasası. İki yıldır üzerine basa basa vurguladığımız gibi;
1- Kulübü zarara uğratan harcamalardan yöneticiler sorumlu olmalı,
2- Transfer harcamaları gelir-gider dengesine göre yapılmalı,
3- Vergi düzenlemesi ile amatör şubeler canlandırılmalı.
Şayet bu Spor Yasası çıkmazsa ne olur biliyor musunuz?
a-) Zaten teknik olarak batakta olan bazı şirket kulüplerimiz iflaslarını isteyecek.
b-) Kulüplerimiz yabancılara satılacak.
Ya da...
1- Ben Aykut Kocaman’ı severim ama istediğimde de hem kızarım hem de gerekeni söylerim.
2- Ben Aykut Kocaman’ı severim ama benim için önemli olan Fenerbahçe’dir, gerisi teferruattır. Başarı da olsa başarısızlık da olsa gerekirse yine yollarım.
Ve sonuçta başkanın sarfettiği ‘sevgi’ kelimesi ne anlam ifade ediyor araştırmak lazım..
Sayın başkanı bilirim, kimsenin ardından iş çevirmez ve konuşmaz. Yapacağı bir şey varsa da ya da söyleyeceği bir şey; insanın yüzüne söyler..
Söylediklerini ‘değişim’ adı altında örtbas edeceğine, ‘Ben o zaman böyle bir laf ettim, şimdi sizlerin karşısında geri alıyorum’ dese daha inandırıcı ve doğru olurdu. Böylece ileride yaşanabilecek sıkıntıların da önüne geçmiş olurdu.
BEŞİKTAŞ’I BEKLEYEN BÜYÜK TEHLİKE
-