Üniversite yıllarında fotoğraf üzerine yayınların eksikliğini hisseden Hüseyin Yılmaz, “Vizörden bakan gözün arkasında düşünen, sorgulayan, araştıran bir beynin olması lazım. Dolayısıyla fotoğrafın ve fotoğrafçının gelişmesi adına yayınlar çok önemli” sözleriyle fotoğrafın entelektüel bir birikim gerektirdiğini anlattı. Hani bir tabir vardır; “Köre sorsan bastonu ile gösterir.” O kadar kolaydır yani bu adresin tarifi. Fotoğraf camiasında da “Espas Hüseyin” dediğiniz zaman herkes bilir. Ya evinde kitabı vardır, ya bir festivalde sohbet etmiştir, ya bir fuar standında kitap imzalatmıştır, ya bir sergide karşılaşmıştır. Zaman zaman etkinliklerde karşılaşıp sohbet ettiğimiz Hüseyin Yılmaz’la yayınlarının hikâyesini ve fotoğrafı konuştuk.
ÜNİVERSİTEDE EKSİKLİĞİNİ HİSSETİM
“Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’nde Hürü Özlük vardı, öğretim görevlisi. Fotoğrafa onun hediye ettiği fotoğraf makinesi ile başladım. Fotoğraf çekerken ona eşlik ediyor ve onu izliyordum. Fotoğrafa ilgim böyle ilerledi ve fotoğraf okumaya karar verdim. 2006 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’ne girdim. Öğrenci olduğum yıllarda baktığımda fotoğraf, fotoğraf kuramı, fotoğraf tarihi üzerine çok fazla kitap yoktu. Okumaya ve araştırmaya meraklı bir insan olarak bunun eksikliğini çok hissettim. Bu eksiklik bende bir hayali doğurdu. Öyle bir yayınevi kuralım ki fotoğraf ve sanat üzerine yayınlar yapsın. 2010 yılında mezun oldum. Mezuniyetle birlikte Espas Sanat Kuram Yayınları’nı kurduk. Bir de kitap evi kurduk ama onu yaşatamadık. Yayın hayatımızda 12 yılı doldurduk. Zaman zaman ekonomik sıkıntılardan dolayı kısa aralar versek de yayınları hiç kesmedik. 40’a yakın kitap ve albüm çıkardık. Büyük bölümü fotoğraf, fotoğraf kuramı, tarihi ve felsefesi üzerine yayınlar bunlar, kitaplarımızın çoğu çeviri. Fotoğrafçılar tarafından büyük ilgi gördü, sevildi yayınevimiz. Bu alandaki eksikliği doldurduğumuzu düşünüyorum. Türkiye’de fotoğrafın gelişmesine katkı sunmak, sunabilmek bizim için bir hedef.
GÜÇLÜ BİR FOTOĞRAF İÇİN GÜÇLÜ BİR DİLE SAHİP OLMALISINIZ
Fotoğraf entelektüel bir birikim gerektiriyor. Vizörden bakan gözün arkasında düşünen, sorgulayan, araştıran bir beynin olması lazım. Dolayısıyla fotoğrafın ve fotoğrafçının gelişmesi adına yayınlar çok önemli. Okuyup kendini geliştiren insanların fotoğrafı daha çok sevdiğini, kendini geliştirip daha iyi fotoğraflar çektiğini görüyoruz. Fotoğrafı, kültürünü, felsefesini, kuramını bilmeden yeni bir bakış açısı oluşturmak zor. Fotoğrafın bir altyapı üzerine oluşması gerekiyor. Bir sorun, bir dert veya bir mutluluk var. Bunu fotoğrafla anlatacaksanız bir dilinizin olması gerekiyor. İşte bu dili geliştirmek, okumakla, araştırmakla oluyor. Göstermek, dikkat çekmek istediğimizi sorunu daha iyi bir bakış açısıyla gelecek nesillere aktarmak, iyi bir bellek oluşturmak adına fotoğrafta kullandığınız dil çok önemli. Sonuçta fotoğraf bir belge. Bir yazarın romanını güçlü bir şekilde yazabilmesi için nasıl o dile hâkim olması gerekiyorsa, bir şairin imgelerini, sözcüklerini doğru seçmesi için dile ilgisi nasıl değerliyse, her şairin, yazarın güçlü bir dili üslubu varsa, fotoğrafınızın da güçlü olması için, fotoğrafçı olarak bir üslubunuzun olması için hem teknik hem de estetik anlamda güçlü bir dile sahip olmanız gerekir. Fotoğrafın diline hakim olamazsanız konuyu çarpıcı bir şekilde anlatamazsınız. Fotoğrafta iyi bir belleğe samimi bir anlatıma ihtiyaç var. Samimiyet bağı önemli. Bunu yaparken de bilmek, öğrenmek önemli.”
ESPAS SANAT KURAM
2010 yılında İstanbul’da kurulan Espas Sanat Kuram, o günden bu yana sanat, tasarım, fotoğraf ve kültür eleştirisi alanlarında 40’ı aşkın kitap yayımladı. Kuruluşundan bu yana, Bursa Uluslararası Fotoğraf Festivali, Fotoİstanbul Uluslararası Fotoğraf Festivali gibi yer aldığı yerel ve uluslararası birçok etkinlikte katılımcı ve sponsor olarak rol üstlendi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin her yıl düzenlediği Maket Kitap Festivali’nin bileşenlerinden olan yayınevi, 2019’da Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu tarafından, fotoğraf yayıncılığına yaptığı katkılardan dolayı “Yayın Kategorisi Ödülü”ne layık görüldü.
Sizleri bu fotoğrafın sahibi Demirci ile tanıştırmak istiyorum. Zaman zaman foto muhabiri olarak gittiğimiz afet noktalarında yan yana görev yaptığım Demirci’yle o fotoğrafın hikâyesini ve fotoğraf yolculuğunu konuştuk.
HER ŞEY KÖY BAKKALI İLE BAŞLADI
“Askere gidene kadar hiç fotoğraf çekmemiştim. 2000 yılında Tunceli Ovacık’ta askerlik yaptım. OHAL dönemiydi. Bir köy bakkalı dikkatimi çekmişti. Halkın tüm ihtiyacını karşılayan bakkal dükkanında tüpten ayakkabıya, kıyafetten çiviye kadar akla gelebilecek ihtiyaç duyabileceğiniz her şey vardı. Öyle ki bakkal, işi vesikalık fotoğraf çekmeye kadar götürmüştü. Hatta dükkânın camına iliştirdiği manzara fotoğraflarını da satıyordu. Benim ilgimi o camdaki manzara fotoğrafları çekiyordu. O karelerde karların arasından kendini gösteren kardelen çiçeklerini uzun uzun incelediğim oluyordu. Bu fotoğraflar hakkında sohbet ederken, OHAL’den dolayı artık dağlara çıkıp doğa fotoğraflarını çekemediğinden dert yandı. ‘Sen nasıl olsa oralara gidebiliyorsun. Eğer sen benim için çekersen ben de burada o kareleri büyütüp satabilirim’ dedi. İyi bir fotoğraf makinesi ve bol miktarda da film verdi. Fotoğrafla tanışmam, o esnafa yardım etme ve çok etkilendiğim kardelenlerin peşinden gitme hevesiyle başladı. İlk fotoğraflarım metrelerce yükseklikteki karların içinden güneşe ulaşan kardelen çiçekleri ve buz gibi çağıldayan akarsular oldu. Öyle ki bu fotoğraflar çok satılıyordu, İstanbul, Ankara, İzmir’e gönderiliyordu. Mesela kıraathane duvarlarında asılı olan o manzara fotoğraflarından bir kısmı o karelerden oluşuyor.
“İYİ Kİ TÜRK KIZILAY’I VAR”
Askerliğim bitip İstanbul’a geldiğimde ilk iş koşa koşa bir fotoğraf kursuna gitmek oldu. Sonrasında da eğitimler, atölye çalışmalarıyla kendimi geliştirmeye çabaladım. Bu süreçte temel fotoğrafçılık, dijital fotoğrafçılık, moda ve ileri derece fotoğraf eğitimleri aldım. 2007 yılında Kızılay’a başladım. İstanbul’da Kurumsal İletişimde yeni bir birim oluşturulmuştu. Fotoğraf çekecek birine ihtiyaç vardı. Bu birimde göreve başladım. Halen Kızılay’dayım. Kızılay’ın yurt içi ve yurt dışı insani yardım operasyonlarında iletişim delegeliği ve foto muhabirliğini yürütüyorum. Kızılay ile birçok noktaya gittim. Görev yaptığım süre içinde Türkiye’deki tüm afet, sel, yangın, depremlere gittim. İlk giden Kızılay oluyor. İlk ekiple birlikte bizde yola çıkıyoruz.
‘Türkiye Kültür Yolu Festivalleri’ adıyla eylülde Çanakkale ve Konya’da gerçekleştirilen festivaller, ekimde ise Diyarbakır, Ankara ve İstanbul’da olacak. Festivaller kapsamında tiyatrodan edebiyata, sergilerden konserlere, resimden müziğe 3 binin üzerinde kültür-sanat etkinliği ve 15 bine yakın sanatçı, sanatseverlerle buluşacak. 1-23 Ekim tarihleri arasında Ankara’da yapılacak ‘Başkent Kültür Yolu’ ise 500’den fazla etkinlikte Ankaralıları ve çevre illerdeki sanatseverleri 5 bine yakın sanatçı ile bir araya getirecek. Başta Ulus olmak üzere çevresindeki tarihi ve kültürel mekânları içine alan 5.7 kilometrelik bir güzergâh üzerindeki 70 farklı noktada gerçekleşecek festivalde, fotoğrafseverleri de birbirinden farklı sergi ve etkinlikler bekliyor. Ara Güler’in Afrodisias’ından Atatürk’ün Ankara’daki karelerine, Cumhuriyet’in Arşivi’nden Yılın Basın Fotoğrafları 2022’ye birçok fotoğraf sergisi açılacak. Ayrıca söyleşi ve renkli etkinlikler de fotoğraf tutkunlarını ağırlayacak.
DEPOLARDAN GÜN IŞIĞINA
Cumhuriyet Müzesi’nde (2. TBMM Binası) açılacak olan Cumhuriyet’in Arşivi sergisinde, erken Cumhuriyet dönemine ait az bilinen fotoğraf ve belgeler gün ışığına çıkıyor. Cumhuriyet Müzesi’nin 41 yıllık tarihi boyunca arşivinde ve eser depolarında muhafaza edilmiş, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Zübeyde Hanım ve Makbule Hanım’a gönderilmek üzere Osmanlıca/Türkçe kaleme alınmış kartpostallar, erken Cumhuriyet dönemine ait yazışmalar ve Atatürk içerikli az bilinen fotoğraflar bu sergide yer alıyor.
Türkiye Güzellikleri’nde bu yıl Şanlıurfa’nın Harran ilçesinde çektiği kare ile Ahmet Aslan birinci oldu. Mesleği öğretmenlik olan Aslan, fotoğrafa köy okuluna atanınca merak sardığını anlattı. Cep telefonu ile fotoğraf çekerken, önce bir fotoğraf makinesi alıp ardından fotoğraf eğitimleriyle kendisini geliştirmeye çabalayan; üzerine Anadolu Üniversitesi Fotoğrafçılık ve Kameramanlık bölümünü bitiren Ahmet Aslan, “Fotoğraf gözümün gelişmesi için çok pratik yaptım, elimden makineyi bırakmadan sürekli fotoğraf çekerek geziyorum” dedi.
Gaziantep’teki Rum Kale’yi fotoğraflarken Ahmet Aslan’la sohbet ettik.‘Türkiye Güzellikleri’nde birinci seçilen fotoğrafın hikâyesini ise şöyle anlattı:“Şanlıurfa ve Harran’da hava çok sıcaktır. Çok nadir kar yağar. Eşim Şanlıurfa’da çalışırken günü birlik gidip geliyordum. Kar yağdığını görünce hemen Harran’a gittim. Çünkü Harran’da kar görmek çok nadirdir. Sabahın ilk ışıklarıydı. Sisli puslu bir hava vardı. Drone ile çekimler yaptım ve doğru kadrajı buldum. Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nin prestijli yarışmasında bu ödülü almak benim için fotoğraf dünyasında seviye atlamak gibi. Ödül, bundan sonraki çalışmalarım adına beni teşvik ediyor.”
FOTOĞRAFI CEP TELEFONU SEVDİRDİ
Sosyal Bilgiler öğretmeni Ahmet Aslan’ın fotoğrafla tanışma ve bir tutku haline gelme hikâyesi ise şöyle:“Fotoğraf hikâyeleri, genelde çocuk yaşta büyüklerin elinden alınan makinelerle başlar. Benim hikâyem böyle olmadı. Üniversitede sosyal bilgiler öğretmenliğinden mezun olduktan sonra 2012 yılında Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde Çiğdemtepe köy okuluna atandım. 10 yıldır burada görev yapıyorum. Manzarası, doğası, insanları çok güzel. Fotoğraf, benim hayatıma işte bu köy okuluna atanmamla başladı. Fotoğrafı bana cep telefonu sevdirdi. Elimdeki telefonla karşılaştığım güzellikleri fotoğraflamaya başladım. Fakat bu fotoğraflar beni mutlu ettikçe telefon yetersiz kalmaya başladı. 2015 yılında fotoğraf makinesi aldım.”
Bundan böyle her ay bir yazımda farklı alanlardaki fotoğraf tekniklerini, fotoğraf dünyasından yeni teknoloji haberlerini ve zaman zaman da fotoğraf camiasının derdini tasasını sizlere kendi tecrübelerimle aktaracağım. 'Drone yokken ne vardı', 'drone kullanırken nelere dikkat edelim' bu haftanın konusu olsun…
BAKIŞ AÇISI
Bakış açısını veya perspektifinizi değiştirdiğiniz anda fotoğrafınızın temelini de değiştirirsiniz. Bu sizin tercihiniz sizin anlatım dilinizdir. Örneğin uzun yıllar spor fotoğrafı çeken biriyim. Ayakta çektiğiniz zaman arkadaki oyuncular kadrajınızda daha geniş bir alan kaplarken yere yaklaştığınız sürece yeşil sahanın alanı fotoğrafınızda daha az yer kaplayacak, arkadaki futbolcular uzaklaşacaktır. Yalnızca 1 metrelik bir yükseklik farklı ile doğan perspektif değişikliği aynı pozisyona birbirinden farklı iki fotoğraf yaratmanıza olanak sağlar. Düşünün metrelerce yükseldiğinizde bu kez yalnızca perspektifi değil artık bakış açınızı da değiştirmiş oluyorsunuz. Fotoğrafa değer veren estetik unsurlardan biri de bakış açısıdır. İşte dronelar, kameralarını metrelerce yükseğe çıkararak fotoğraf dünyasında her birimize yeni bir bakış açısı sundu.
DRONE YOKKEN BİZ
Drone, estetik anlamda farklı bakış açısı sunuyor ama haber fotoğrafına katkısı çok daha fazla. Örneğin doğal afetlerin yarattığı tahribatın en doğru açısı gökyüzünden olayın yaşandığı alana bakmaktır. Bütün büyük afetlerde kurumlar, helikopter kaldırırdı. Ya da bizler devlet kurumlarından bir helikoptere binebilmek için çabalardık. 1995 yılında yaşanan Dinar depreminde havadan fotoğrafları gazetenin kiraladığı bir helikopterden çekmiştim. Ama geçtiğimiz yıl yaşanan başka bir afet Bozkurt’taki sel felaketinin yarattığı tahribatı drone ile çekmiştim. Üstelik helikopter pilotunun inisiyatifi ile veya hava şartlarına göre rastgele değil dilediğim anda, dilediğim ışıkta, dilediğim yükseklikte… Ya da öyle bir alan vardır ki, azıcık yüksekten çekmeniz gerekir ama etrafta yüksek bina yoktur. 1999 yılıydı sanırım, bir Rus kargo uçağı pisti karıştırıp havalimanındaki lojmanların önüne inmeye çalışmış ve düşmüştü. İşte fotoğrafınız, habere konu olan durumu anlatmalı. Yani pist ve uçağın düştüğü yolun aynı karede görünmesi gerekiyor. Ben bunun için itfaiyeden yardım istemiş itfaiye aracının sepetine binip metrelerce yükseldikten sonra doğru fotoğrafı çekebilmiştim. Geçtiğimiz yıl ise boş plajları yine drone ile çekerken itfaiyeye ricacı olmamıştım. Kısacası Drone’lar kimi zaman büyük maliyetler kimi zaman kişisel ilişkilerle yaratabileceğiniz farklı bakış açısını kolay yoldan kazandırdı.
Lise yıllarında fotoğraf stüdyosunda çalışmaya başlayan, okul arkadaşı Cüneyt Özdemir aracılığıyla temasa geçtiği Atilla Cangır ile sahne fotoğraflarıyla tanışan Yolcu, henüz üniversite öğrencisiyken Devlet Tiyatroları’nda kadrolu fotoğrafçı oldu. Geçirdiği beyin kanaması ile hayatla bağı kopan ve 11 ay sonra normal yaşama dönerek köy okullarında fotoğraf eğitimleri veren Yolcu, 4 okulda 78 öğrenciyi fotoğrafla tanıştırdı. 36 köy okuluna 3 bin kitap ulaştıran Gökhan Yolcu, bu ay ‘Yolcu yolunda gerek diyerek’ fotoğraflarla döneceği dünya turuna çıkıyor. Hikayesini Ankara’da fotoğraf dünyasının yakından tanıdığı isimlerden olan Cengiz Oğuz Gümrükçü’den dinleyince tanıştım Gökhan Yolcu ile. Uzun uzun sohbet ettik. İşte bu sohbetten, Yolcu’nun sözleriyle onun hikayesi:
CÜNEYT ÖZDEMİR’İN İŞİ ÇIKINCA BENİ ÇAĞIRDI
“Lise yıllarında benden iki yaş büyük bir arkadaşım vardı; Mazlum Demirbağ... Hatta sonrasında hayata atıldığında TRT’de kameraman oldu. O fotoğraf çekiyordu. Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi’ni kazandı. Biraz da ona özenerek fotoğrafa başladım. Lise yıllarındaki bir arkadaşımın ağabeyinin fotoğraf stüdyosunda yaz ayları çalışmaya başladım. Lisedeki birçok arkadaşım Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ne girdi. Bu arkadaşlarımdan biri de Cüneyt Özdemir’di. Cüneyt, Atilla Cangır’ın asistanlığını yapıyordu. Onun vesilesiyle Atilla Cangır’la tanıştım. Cüneyt bir göreve gidince Atilla hoca bana asistanlık teklif etti. Operada bir çekimde asistanlığını yaptım. 1988 yılıydı. İlk sahne fotoğrafları ve fotoğraf, hayatıma profesyonel olarak böyle girdi. Yine arkadaşımın ağabeyinin laboratuvarında da çalışmaya devam ediyordum. Bir taraftan fotoğraf basıyor, bir taraftan karanlık oda ile uğraşıyordum. Bu süreçte fotoğraf dünyasından insanlarla tanışmam arttı. Bu sayede AFSAD’a gittim ve fotoğrafın sanat tarafına yakın insanlarla dostluk kurmaya başladım.”
ÜNİVERSİTEDE ÖĞRENCİLİK YILLARINDA GELEN TEKLİF
Uzun yıllar Dışişleri Bakanlığı’nda protokol fotoğrafçısı olarak çalışan Gümrükcü, 1990 yılında kapısından girdiği ve birçok farklı görevde bulunduğu AFSAD’da başkanlık koltuğuna oturdu. Uzun yıllardır yakından tanıdığım mesleki tecrübesine, fikrine, bakış açısına değer verdiğim ağabeylerimden olan Cengiz Oğuz Gümrükcü ile başkanı olduğum Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nin yönetim kurulunda da 2017 yılından bu yana birlikte çalışıyoruz. Gümrükcü fotoğrafı, AFSAD’ı ve hedeflerini anlattı...
FOTOĞRAFI HAYATININ MERKEZİNE KOYDU
“İlk karanlık odaya girişim ortaokul yıllarında Bursa’da bir ağabeyimizin fotoğraf stüdyosunda oldu. Daha sonraki yıllarda da fotoğraftan kopmadım. Ama ben fotoğrafın ciddi bir şekilde adım atma tarihi olarak 1988 yılını sayıyorum. Çünkü o tarih benim fotoğrafı hayatımın merkezine koyduğum yıldı. Fotoğrafa, 1988 yılında Ankara Üniversitesi’nde Atilla Cangır’ın karanlık odasına girerek başladım. 1990 yılında AFSAD’da temel eğitimleri seminerleri aldım, 1993 yılında üye oldum. O tarihlerden bu yana AFSAD çatısı altında farklı görevlerde yer aldım. Hatta 1998 yılında başkanlık yapmıştım. Bu ikinci kez başkanlığım. 1996 yılından bu yana fotoğraf eğitimleri veriyorum. Temel fotoğraf eğitimi yanı sıra protokol fotoğrafçılığı, belgesel fotoğraf ve foto röportaj ile kurgu fotoğraf eğitimleri veriyorum. Bunlardan en zoru ve en keyiflisi çocuklarla yaptığımız fotoğraf eğitimleri, çünkü fotoğraf sayesinde küçük yaşta farklı bakış açısı kazandırmak değerli diye düşünüyorum.”
8 DIŞİŞLERİ BAKANI İLE ÇALIŞTIM
“1997 yılından 2016 yılına kadar Dışişleri Bakanlığı’nda protokol fotoğrafçısı olarak görev yaptım. Birlikte görev yaptığım ilk Dışişleri Bakanı İsmail Cem’di. Cem’den bugün halen görevde olan Mevlüt Çavuşoğlu’na kadar 8 Dışişleri Bakanı ile çalıştım. Yurt içi ve yurt dışı gezilerinde onlara refakat ederek fotoğraflarını çektim. Protokol fotoğrafçılığı başlı başına ayrı bir söyleşi konusu. Çok fazla dikkat edilmesi gereken hassas noktası var ki; özellikle de diplomasinin önemli olduğu alanda, Dışişlerinde çalışıyorsanız fotoğrafların içerdiği mesajı iyi bileceksiniz. 2016 yılı sonunda emekli oldum. 2017 yılında Türkiye Foto Muhabirleri Derneği yönetimine girdim. Halen mesleki bir örgütlenme çatısı olan TFMD’de aynı şekilde görev yapıyorum. Burada eğitimlerden ve yayınlardan sorumluyum.”
Tüm dünyada görev yapan büyükelçilerimiz, Dışişleri Bakanlığı’nın organizasyonuyla başkente geldi. Sizleri Ankara’nın ağırladığı fotoğraf tutkunu bir büyükelçimizle tanıştırmak istiyorum. Mozambik’te görev yapan Türkiye’nin Maputo Büyükelçisi Hüseyin Avni Aksoy... Ortaokul yıllarından bu yana fotoğraf çeken Aksoy, Afrika’da görev yapmanın vahşi yaşam fotoğrafı için bir şans olduğunu yeni merakınınsa astro fotoğrafçılık olduğunu anlattı.
BEN FOTOĞRAF ÇEKMEYİ SEVEN BİRİYİM
Büyükelçi Hüseyin Avni Aksoy’la eşi 25 yıllık meslektaşım Sibel Atasoy vesilesiyle tanışmıştım. Fotoğrafa olan ilgisini öğrendiğimde uzun bir fotoğraf sohbeti yaptık. “Fotoğrafçılık iddiam hiç yok, ben fotoğraf çeken, çekmeyi seven biriyim” sözleriyle kendini anlatan Büyükelçi Aksoy, mütevazi tavrının ardında bu alanda çok bilgili bir fotoğrafçı saklıyor. Bu kez Hürriyet okurları için konuştuğum Büyükelçi Aksoy’un hayatındaki fotoğraf yolculuğunu onun sözleriyle aktarıyorum:
ORTAOKULDA SEÇMELİ DERSLE BAŞLADI
“Fotoğraf ile tanışmam 1974 yılında ortaokulda seçmeli ders olarak almamla başlamıştı. Yanlış anlaşılmasın kolej falan değil, devlet okulu. Yeni bir program başlamıştı. Fotoğrafçılık diye seçmeli bir dersimiz vardı Namık Kemal Ortaokulu’nda. Film banyosundan tabına, agrandizör kullanmadan yaptığımız baskılardaki netlikleri ayarlamaya; kısaca o derste çok şeyi öğrendim. Hayatıma böyle girdi fotoğraf ve hiç çıkmadı. Kodak İnstamatik bir fotoğraf makinem vardı. Babamla bir yurt dışı seyahatı sırasında Nikkormat yeni bir makine almıştık. SLR fotoğraf makinesinin keyfini orada aldım. Hatta çok iyi lenslerim vardı. ‘24 mm olan diyafram açıklığı 1/1.2 olan bir lensim vardı ki unutamam.’ 1970’li yıllar 80’lerin başı hayatıma dia filmler girdi ve banyosu Türkiye’de yapılmıyordu. Filmler zarfları ile birlikte satılıyor. O zarflarla filmleri Almanya’ya postalıyordunuz. Filmler yıkanıp geliyordu.