Vallaha geriye dönüp de ta 1950’lere gidersek “Kore’de ne işimiz var?” diye de sorabiliriz.
Bu gibi durumlarda, Devlet kâr-zarar hesabını herhalde iyi yapıyordur.
Nitekim, Kore’de gösterdiğimiz kahramanlıklara karşılık ödüllendirilmiştik.
NATO’nun saygın üyesi olduk.
Şimdi de Kabil’de göstereceğimiz kahramanlıkların ödülü olarak, bakarsınız belki bizi şıp diye Avrupa Birliği’ne alıverirler.
Anket
Size sorarlarsa ki:
- Hangi partiye oy vereceksin?
Mesela iktidar partisi’yle ana muhalefet partisinin bu çekişmesi nedir?
Bence demokrasinin gereğidir.
......
Tek tip insan arıyorsanız, boşuna aramayın.
Bu ülkede her türlüsü var:
- Laik, dindar, dinsiz, muhafazakâr, milliyetçi, liberal, faşist, sosyalist... vs.
Kutuplaşma mıdır bu?
Hayır.
Bir sürü ölçü vardır.
Ama bence en mühimi:
“Kaç yılda bir seçim yaptığından” anlaşılır.
İki yılda bir mi? Üç yılda bir mi? Dört veya beş yılda bir mi?
Kaç yılda bir seçim?
*
Muhalefet, her gün
Aynı istikamette oy kullanacağı belli insanlar, birbirlerini çılgınca alkışlıyor... Parti kongreleri gibi.
“- Türk’ün Türk’e propagandası.”
Tamam da...
Ne faydası var?
Rakip partiye kepçe atıp yeni oylar devşirmedikten sonra, sahi ne faydası var?
Artık anlayın şunu.
Ölçü, alkışların şiddeti değil, ‘kelle sayısı’dır.
Seçim budur.
Ama şurası belli.
Ya Tayyip Erdoğan'la birlikte yaşamaya iyice alışacaksınız...
Ya da Kılıçdaroğlu'yla birlikte yaşamaya mecbur, hatta mahkumsunuz.
Zaten dilinizi yavaş yavaş alıştırın.
Seçim değil bu...
Bu bir referandum:
- Erdoğan'a evet, Erdoğan'a hayır,
Yazın yediğimiz bu hurmalar, sonbaharda bizi tırmalamaz inşallah.
- Korona, kalabalık sever.
Katliama bayılır.
Şimdi kimbilir hangi yörelerde, kimlerle kucak kucağadır.
Aman dikkat.
*
Günlük 60 bin vak’adan 5 binlere inmek güzeldir ama 5 binlerden tekrar yukarılara tırmanmak diye bir ihtimal de var.
Uzak ihtimal de olsa biz tedbirli olalım. Çünkü korona, ‘sıfır toleranslı’ gaddar bir insan avcısı’dır.
- 15 Temmuz denince aklıma ilk gelen, Kılıçdaroğlu’dur.
Neden?
O akşam 22.00 uçağı ile İstanbul’a geldi değil mi? Halbuki darbe girişimi, saat 22.00’den önce deşifre olmuştu. Buna rağmen yolculuğunu iptal etmedi. Evine dönmedi. Saat 23.15’te İstanbul’a indi... O saatte İstanbul’da ne işi vardı? Hem de tek başına...
Bir lider öyle mi gezer?
*
Nerede kalacak?
Otellerde yer yokmuş. Ya da müşteri kabul etmiyorlarmış...
O akşamdan bende kalan en büyük iz bu.
- Kılıçdaroğlu.
Sağ olsun.
*
Çok meraklı bir gazeteci olsaydım, kendime araştırmacı süsü verir, Kılıçdaroğlu’yla röportaj yapardım:
- Efendim, o akşam neler hissettiniz? / Tankları görünce ne düşündünüz? / Düşünüp de ne yaptınız, tankların üstüne mi çıktınız yoksa aralarından süzülüp mü geçtiniz? / Geçip de nereye gittiniz. Gittiğiniz evin sakinleri sizi görünce telaşlandı mı? / Televizyonun karşısına oturup neyi beklediniz? / Sizden başka hangi liderler geceyi nasıl geçirmiş, öğrendiniz mi?
*
Daha bir sürü soru.