Paylaş
Annemle babam ben çok küçük yaşta boşandılar, iki-üç sene annemin yanında sonrasında ise kardeşlerimle beraber babamla yaşamaya başladım. Ardından uzun yıllar annemle birbirimizi hiç görmedik. Nerede yaşadığı, nasıl olduğu konusunda hiçbir fikrimiz olmadı çünkü kendisi bizle görüşmek istemedi. Biz de saygı duyduk, zaten yapacak başka bir şeyimiz de yoktu. Aradan yıllar geçti, bu kez biz onunla görüşmemeyi yeğledik. Daha doğrusu hepimiz hayat kavgasına girdik, geçmişi unutmaya çalıştık.
BEKLENMEYEN TELEFON
Geçen hafta, Çeşme’de yine internette goy goy peşindeyim, telefon çaldı bilmediğim bir numara, açtım... Sadece bir sessizlik, kesik nefes alış-veriş sesleri. Bir iki “Alo” dedim, yok! Sadece nefes sesini duyuyorum. Sonra cesaretini toplayabildi sanırım, yutkundu, adını söyledi. O kadar hayatımdan çıkmış ki söyleyince annem olduğunu anlayamadım bile. Zaten normal şartlarda hiçbir anne de kızını arayıp adını söylemez. Ardından: “Televizyonda Gezi Parkı’nı izliyordum, birini sana benzettim. Telefonunu aldım, özür dilerim. Sanırım iyisin, kapatıyorum.” Karşılığında benden bir şey duymamak için o kadar hızlı hızlı konuşuyordu ki kapatacak diye ödüm patladı, çünkü ne bileyim, çünküsü falan yok işte; konuşmak istedim. Hayatı nasıl, benzettiği kız nasıl, ben onun gözünde nasılım, kardeşlerimi sormayacak mı? Tam kapatacakken, “Napıyorsun?” dedim. Sonra ne oldu, nasıl bitti, o samimiyeti nasıl yakaladım bilmiyorum ama yanıma davet ettim. O da hiç beklemediğim bir şekilde kabul etti...
YA ONA BENZİYORSAM?
Sevgilimle buluşacak gibi heyecanlıyım, bir taraftan da neler konuşacağımızı düşünüyorum. Bir yanım “Canını acıt, üz, pişman et” diğer tarafım “eline ne geçecek, bırak, yüzleşmenin anlamı yok” diyor. Kendi iç hesaplaşmalarım içinde boğulurken, geleceği gün telefonu kapalıydı. “İşte yine ona yakışan bir hareketle kaçtı gitti. Bir-iki ağzıma balı çaldı, yine yapacağını yaptı” diye düşünüyordum ki kapı çaldı, karşımdaydı.
İşte o an, ilk gördüğümde ne yapacağımı bilemedim. Sarılsam mı, içeri mi alsam, öpsem mi, ne söylesem diye karşılıklı sessizlik içinde birbirimize bakıyorduk. Fiziken zaten birbirimize benzemiyorduk. Sadece dar omuzlarımı ondan almışım, belki biraz gülerken gözlerimin limon yemiş gibi küçücük olmasını da... O da benim gibi şaşkındı sanırım, o yüzden kapının önünde bayağı bir dikildik, kardeşim artık dayanamadı, içeriye buyur etti.
“Ya anneme benziyorsam” diye beni senelerce içten içe yiyen korkumu da atlattım. Çünkü ben adres bulma özürlüyüm, hayatta bir yeri 25 kişiye sorup, kaybolmadan bulamam. O ise, şak diye bir kere aramadan bulmuştu. Zekiydi, sevmiştim.
Karşılıklı koltuklarda oturup uzun uzun birbirimizi izledik, sessizlik çok tedirgin ediciydi. Hoş, ne konuşacağımı da bilmiyordum ki. “Ee bizi terk ettikten sonra ne yaptın?” diye cümleye başlamak biraz garip olacaktı. O da oturup, “İşte sizsiz hayat süperdi, dünyayı dolaştım, bakın fotoğraflarım. Aman çocuklar sakın doğurmayın” demeyecekti herhalde. Zaten sonraki günlerde hiçbir şey söylemedi de, hayatına dair bir tek anı anlatmadı. Hep bizi dinledi, anlatmasını da istemiyorduk. Kızgınlık mı dersin yoksa ona içinde kalan ukde mi bilmiyorum ama yerli yersiz pusuda patlamak için bekliyordu...
NANELİ LİMONATA DEĞİL BULAŞIK SUYU
Aramızdaki sessizlik bozulsun diye kardeşimle mutfağa gittik, bir taraftan soğuk bir şeyler mi içer, sıcak mı diye kendi kendimize itişirken, ‘o’ geldi. “Hatırlamazsınız belki, taze nane varsa siz çocukken yaptığım limonatadan yapayım” dedi. İkimiz de çok iyi hatırlamamıza rağmen, sanki o günleri unutmuşcasına geri çekilip tezgâhı ona bıraktık. Maalesef, anneme benzediğim bir yeri daha buldum, çocukken o dünyanın en lezzetli gelen şeyi meğer bulaşık suyu gibiymiş. Sonraki denemelerinden de anladığım kadarıyla annem hâlâ yemek yapmayı öğrenmemiş. Aynı kızı... Bir kursa başlasam iyi olacak.
Yan yanayken yaşanılanları yazmaya gücüm var mı bilmiyorum. Birkaç sinir krizi, kapı çarpmaları, suçlamalar, ağlama nöbetleri, yabancılaşma ve sonuç; beraber sarılarak uyuma... Affetmenin verdiği huzur, geçmişi silme her şeye yeniden başlamak için aldığım gazla sanki daha mutluyum.
HUZUR AFFETMEKTE
Aranızda annesiz büyüyen kızlar varsa beni daha iyi anlayacaktır, bu affetmenin hayatıma olan etkisini... Çünkü, annesiz büyüyen kızlar asla bir evi toparlayamayacaklar. Öğle yemeğini hep gereksiz bulacaklar. Erkekler çok iyi, yaşıtlarımız çok iyi ama bizden büyük kadınlar hep kötü olacak. Düğünlerde ‘gelinin ailesi’ denildiği kısımda hep içinde bir şey oturacak. “Zaten ben düğün istemiyorum” diye ortada damat adayı bile yokken her fırsatta söyleyecekler. Bir erkek nasıl sahiplenilir bilmeyecekler, o yüzden hep abuk subuk tiplere âşık olacaklar. Hep komik olmak zorunda hissedecekler, onlarla dalga geçen şeref yoksunlarından ancak böyle kurtulacaklar. Alışveriş yapmayı yıllar sonra öğrenecekler. Üst kattaki iyi kalpli Kamuran Abla’nın, diğer komşu kızların “Konuşmayın onunla” cümlesini de yıllar sonra öğrenecekler. Hep çirkin, uyumsuz, sorumsuz hissedecekler kendilerini...
Babasız kızlar o kadar çok ki; ölen, giden, terk eden. Kendilerini o yüzden çocuklarına adayacaklar onlar da, anneleri gibi olmamak için…
Paylaş