Tanıştığınız an, sanki hayatında daha önce hiç âşık olmamış, hiç ilişki yaşamamış gibi davranıyorsa. Daha doğrusu asla ama asla geçmişinden bahsetmiyorsa... Sanki başına gelen en güzel şeymişsiniz gibi, sanki onu ipsiz kuyulardan merdivensiz çıkarmışsınız gibi davranıyorsa... Sürekli sözler veriyorsa; devamlı gelecekten bahsediyorsa... Sen daha “Bismillah” derken, o anasının sana yapacağı mantıyı anlatıyorsa. “Ay bu herif kim, âşık mıyım acaba, çok mu erken” diye kendi kendine sorular sormana bile izin vermeyip, sana 4 senelik ilişkin gibi davranıyorsa.... Canım, kusura bakma Mustafa Sandal’ın bir sözüyle yanıtlamak istiyorum ama karşında tam bir ‘Güncel Zalim’ var. Bu yeni bir kandırma modeli: Diş fırçasını eve getirmekten korkan, “Arkadaşımın düğünü var” dediğin an, seni telefonundan engelleyen, ‘sana değer veriyorum yetmez mi?’ diyen hırbolar out! İlk günden “Ben evlenmek için varım” diyen erkekler ‘in’. Ama nasıl ‘in’, dur anlatıcam...
Bir kere, evlenmek için doğmuş olan bir erkek yok. Erkeklerin yeni kızları ağına düşürme numarası bu. Tam artık kadınlar akıllandı, ‘ıssız adam’ triplerinde olan erkekleri gördükleri an ayaklarının altında ezdi derken; hooop bizim açığımızı buldular.
TORUN TORBA SAHİBİ OLURUM SENİNLE KIZ!
Bu aralar, etrafımda kim varsa, “Hayatımın aşkını buldum, daha ilk günden bana ‘Aynı evde yaşasak mı’ diye sordu. İşte, ‘Senden bebeler yapsam, irili ufaklı’ diye hayaller kuruyor, çılgın bu çocuk yaa!” diyor. İki hafta sonra ise, bu çılgın çocuklar, ‘her şey ciddiye bindi’ diye mesajlara cevap vermeyip, ‘sorun sende değil bende’ ayağı çekiyor.
Dünyanın en huysuz tatil insanı ödülüne sahibim. Güneşe alerjim var, boyumu geçen yerlerde yüzemem. O yüzden bütün vaktimi, güneş görmeyen şezlongda sapık gibi milleti dikizleyerek geçiriyorum. Tam yan tarafımdaki şezlongda ‘az ünlü’ bir oyuncu ve sevgilisi var. Kızın biraz arıza olduğunu birkaç yerden duymuştum. O yüzden isim verip, hiç başıma bela alamam. Sevgilisiyle bu hanım kızımız, artık pahalı diye midir nedir, tek şezlongda, bir vücut haline bürünmüş yatıyorlardı. Mıç mıç mıç, yılış yapış bir aşk. Bir ara üstlerine kaynar su döküp ayırmak istedim açıkçası, yalan yok. Sonrasında artık terden öldükleri için sanırım, çocuk diğer şezlonga geçti. Geçtikten yaklaşık 10 dakika sonra ise kıyamet koptu. Ay kız, bir manyaklaştı. Plaj çantasını çocuğun suratına vurup duruyor. Nasıl bağırıyor ama. Çocuk bir sakinleştirmeye çalıştı ama olmadı. Garsonlar falan geldi, yok, kız çığlık çığlığa. Ardından da önde duran kızlara, çocuğu iterek, ‘alın sizin olsun s...r’ dieyip kalktı gitti. Ardından da çocuk gitti tabii, ne yapacak garibim.
Biz hemen, ‘özgüvensiz, kıskanç, insanın kendine saygısı olmalı, ay bu ne iğrenç’ diye anında dedikodusunu yaptık. O yüzden kızlar, plajda olur da sevgilinizle kavga ederseniz, aman diyeyim böyle uluorta carlamayın. Sinsi, sinsi o günü ona zehir edin. Nasıl mı?
- Öncelikle, asla ama asla kavga nedenini söylemeyin. ‘Ona niye baktın, buna niye baktın’ diyerek, baktığı kişiyi yüceltmenin âlemi yok. ‘Ben bakmadım’ diyecek. Ardından, ‘Yok sen hastasın, o zaman niye geldik buraya?’ falan diye, boşu boşuna sinir krizlerine neden yok. O gözlerin fıldır fıldır oynadığını gördüğünüz an, beyniniz hemen geçmişteki dosyaları tek tek tarasın. Gündeme uygun olanı pat diye sunun önüne.
Deprem dışında sanırım, hayatımda en büyük korkuyu 15 Temmuz’da TRT’de Tijen Karaş’ın sesini duymamla yaşadım. O anı anlatmamın imkânı yok. Darbeyi anamızdan babamızdan biliyoruz. O kadar kötü olmuş her şey, o kadar karışmış ve acı çekmişler ki, bir nesli ‘Aman evladım sen sadece okulunu oku, siyasete bulaşma’ diye büyüttüler. Ne yapacağız, ne olacak diye hepimiz paniklemeye başladık.
Ardından uçak sesleri, ambulans sesleri, sokağa dökülenler. Açıkça ve net söylüyorum, sokağa çıkan herkese helal olsun. Ben normal hayatta tank görsem, düşüp bayılırım. Bi de önüne atlamak mı? Bu arada internete sürekli fotoğraflar düşüyor, bakmak istemedikçe yığınla servis ediliyor. Kim, ne, nasıl sorularını bile soramıyorsun. Anksiyetem öyle coşkun ki, ellerim ayaklarım titriyor. Her gördüğüm görüntüde ağlıyorum. Sürekli ağlıyorum.
EN ZOR GÜNLER
Sonra, ‘püskürtüldü’ dendi. Ardından, haydaaaaaa! Artık neyin fırsatıysa bu, bir anda birtakım insanlar, fırsat bu fırsat diyerek; nefret ettikleri her kişiyi hedef gösterip, “Bu darbeci, millet bunun da cezasını verin!” diyerek linç ettirmeye çalıştı. Sonrasını zaten biliyorsunuz. Herkes, “Vallahi billahi darbeci değilim. Allah belamı versin değilim.” diye ikna etmeye uğraşıyordu. Hayır, Kenan Evren’den nefret eden, geçmiş darbelerin en büyük cezasını çeken, her türlü özgürlük için uğraşan insanlara bu etiketi yapıştırmaya çalıştılar. Sonra Allah’tan o provokatörlük geçti. Çünkü o girişim sana değil; bana da yapıldı güzel kardeşim.Sen beni en ufak bir fırsatta itelersen, nasıl sarılabiliriz?
Erkekler değişmiyor, değişemiyor. Dünya tarihine bakın, kaç adım yol gitmişler? Hâlâ mağara devrinden kalma kurallarla yaşayan adamlar var: Moda olsun, saç kesimi olsun, ettikleri muhabbetler olsun bir çizginin ötesine gidemiyorlar. O yüzden çocukken evinde gördüğü ne varsa, ‘aile’ diye onu varsayıyor. Kendinden bir şey katmadan, soyunu babası gibi devam ettiriyor. Çünkü bildiği o, babası annesine nasıl davranıyorsa; o da ilerde karısına öyle davranacak. Ve karısından da annesi gibi olmasını isteyecek. Kadınlar bu konuda biraz daha hayalperest. Baba evine onlar, erkekler gibi bakamıyor. Kaşlarını bile evleneceği gün aldıran kızlar var. “Evlen, kocan gezdirsin”, “Abin duymasın, ayaklarını kırar”, “Aman babana belli etme, cinayet çıkar”, “Sen bir evlen de gerisini sonra düşünürsün”... Baba evinden çıktığı gibi özgürlüğüne kavuşacağına inanıyor. Aşk, onun için bir nevi kurtuluş aslında. Sonra hoop, babasından daha beter birine denk geliyor. Dışarıda gezerken iyi de, aynı eve girince o özgürlük denilen şeyin mutfak alışverişi yapmak olduğunu anlıyor.
PAŞAMA HER ŞEY YAKIŞIR!
Ardından da hayatın ona oynamış olduğu bu pis oyunun intikamını, oğlunun üzerinden almaya çalışıyor. Kendi ezildikçe, hor görüldükçe oğlunun başka kadınlara kötü davranmasından zevk alıyor. Kadınlık değerini hiçbir zaman tadamadığından, ‘kutsal anne’ imajının arkasına sığınıyor. Oğlunun sevmeyi, aşkı, severek sevişmeyi bilmesini asla istemiyor. Kocası çünkü onu aldatırken, severek sevişmedi. Seviştiği kadınlar hep pis, hep kötü. Ve kocası için de o sevişmelerin bir anlamı olmadığından, oğlu da öyle olsun istiyor. “Paşam gezsin tozsun”, “Paşam her çiçeği sulasın”, “Paşama her şey yakışır”, “Onlar da paşamın peşinde dolanmasaymış”...Oğlunun evleneceği kız da kendi gibi olsun istiyor. Oğlunun üzerinde baskı kuracağı, hatta kendisinin de üstünde hâkimiyetini sürdüreceği bir gelin... Karşısına getirdiği kız da böyle olmayınca, sinirleniyor. Hatta o paşa oğluna yakıştıramıyor. Ardında da bir kadının, başka bir kadına yaptığı en büyük kötülüğü yaparak, cinsel aşağılamalara başlıyor. Çünkü yapabileceği tek şey bu. Elinde olan tek kozu. Kızı yaşında birini toplum arasında küçük düşürerek, kocasından, babasından, oğlundan senelerin intikamını alıyor. Yazık, ne diyeyim.
Şimdi size ‘nerede o eski bayramlar’ adlı klişeyi yapmayı inanın çok isterdim ama maalesef. Bayramların tadını bi yaşlıyken; bi de çocukken çıkartıyorsun. Çocukken verilen harçlık dolayısıyla. Yaşlanınca da cümbür cemaati evinde ağırlamadan aldığın hazdan dolayı sanırım. Yalnızlık falan diyerek, şeker reklamı ajitasyonu yapmak istemiyorum. 16 yaşını geçmeye başlayınca, o bayramlar oluyor sana işkence. Yalan söylemenin anlamı yok. ‘Bayramlar eşittir tatil’ demek neticede. Ergenliğinde akrabalarına sıkı sıkı bağlı bir çocuk varsa ne mutlu onu doğuran anaya diyeyim, ne diyeyim. Herkes bayramların şen şakraklığından bahsederken, ben de işin olumsuz tarafına bakayım dedim. Bayramlarda akrabalardan kurtulmanın yolları;
- Eğer öğrenciysen, sürekli okulunun ne zaman biteceğini insanlara söylemek zorundasın. Ardından, ne meslek yapacağını. Sorgular bununla da kalmayacak, yapacağın mesleği uzun uzun açıklamalısın. İstersen okul bittikten sonra NASA’da çalış, yine de burun kıvıracaklar. Beğenmeyecekler. O bayram ziyaretine gelmeyen akrabanın kızını övüp övüp duracaklar. Güya dersleri yüzünden gelmemiş, anasının babasının elini öpmeye. Yersen! O yüzden okulunla ilgili soru sordukları zaman, “Okulu zengin koca için okuyorum. Çalışmayacağım” diyerek kestirip at. İnan bir daha ağızlarını açamayacaklar. En güzel kısmı ise, annen seni bir daha asla akraba ziyaretine götürmeyecek!
- Okulun bitmiş, iş güç sahibi olmuşsun diyelim, söylememe gerek yok sanırım ama bekârsan yine üstüne çullanacaklar. İstersen emrinde 60 adam çalışsın, onlar için fark etmiyor. Evinde kocana bir kap kurufasulye pişiremiyorsan, neye yarar maaş artı sigorta üstüne yemek fişi. Ortamda bulunan teyzelerden birinin oğluna göz koymadıysan, bundan kurtuluşun çok basit. Üst satırda sana övdükleri, akraba kızını ispiyonla. Kızın, bu bayramı erkek arkadaşıyla geçirdiğini ağzından kaçır. Bütün gözleri senden uzaklaştır!
- Evliysen ayrı dert. “Neden önce bize gelmediniz? Kaynanan daha önemli değil mi? Torun ne zaman?” Bunlardan da kurtulmanın en güzel yolu; Bütün suçu kocana at. Ne sorarlarsa, soruları kocana pasla. Baktın kocan da altından kalkacak durumda değil. Geceden kocanın ayağını kır. İki haftada iyileşiyor merak etme.
Bu aralar haber bültenlerinde, gazetelerde ‘Bodrum kan ağlıyor’, ‘Çeşme bomboş’ gibi haberleri görüyorsunuzdur. Bence bu boş şezlong olayı için geç bile kalındı. Yurt- dışından neden turist gelmiyor konusuna girmek bile istemiyorum. Dış politikayı falan geçtim, kadın turistlerin buraya sadece ‘seks’ için geldiğini düşünen kocaman bir kitle var. Zaten çoğu gezi forumlarında, Türkiye aleyhine, ‘sakın gitmeyin, çocuk tecavüzleri çok fazla, hırsızlık çok fazla, taciz çok fazla’ diye uyarıyorlar.
Orayı zaten kaybettik, yerel tatilcinin de burnundan getirdiler artık. Peki yerli turist neden gitmiyor?
- Bir anda tatile giden zümre ‘ultra sosyetik’ gibi bir algı oluştu. Alaçatı’nın kendi halkı bile çarşının içine giremez oldu.
- Yazlıkçılar zaten artık illallah diyor, onlar bile gitmiyor. Misal, ben bu sene gitmedim. Orada harcayacağım parayı, başka ülke gezerek harcarım derim. Ki öyle.
Hepiniz ‘Kadınlar Kulübü’ kelimesine aşinasınız eminim. Google’da ne ararsanız, sonuç mutlaka ‘Kadınlar Kulübü’ forumunda. 500 binden fazla kadının bir araya gelip dertleştiği; soru sorduğu, yorumlaştığı bir forum. İnternetin ‘gerçek kadınları’nı sadece orada görebilirsiniz. Büyük ihtimalle, anneniz, komşunuz, Behiye Halanız mutlaka oraya üyedir. Orada öyle, metropol kadın dergileri klişelerini falan tartışmıyorlar. ‘Erkeğinizi 15 dakika içinde nasıl yatağa atarsınız’ konularından öte, “Kayınvalidemle yaşıyorum. Her gün kocamdan ve ondan dayak yiyorum” gibi sorunlar tartışılıyor.
ÖNCE DİYET, SONRA HASTANE
Diyetle ilgili açılan bölümler hep aynı. 3 günde 15 kilo gibi mucizevi diyet listeleriyle dolu. Geneli de o yapılan diyetlerden ikinci gün hastanelik oluyor. Bir de ilginç şekilde hepsinin kendi özel doktoru var. Ben bu kadar çok doktor seven insanı bir arada görmemiştim. Başlarına ne gelse, doktorlarına mutlaka soruyorlar. Doktorum aşağı, doktorum yukarı.
Hamilelikle ilgili bölümler ‘İnşallah, maşallah’ arasında gelip geçiyor.
Bu aralar öldürmeyen Allah öldürmüyor modundayım. Önce trafik kazası geçirdim, ağzım yüzüm dağıldı. Ardından hamile olduğumu öğrendim ve bebeğimin düştüğünü... İki günde bir kan testine giriyordum. Değerlerim düşmeye başlayınca doktor “Bir de ultrasonla bakalım” dedi. Dış gebelik olabilirmiş. Nedense kendime konduramadım. Bir de çok bunalmıştım; sürekli tahliller, doktorlar... Tam o dönem bir de taşınma telaşımız çıktı. Muayeneye dört gün geç kaldım. Ortada hiçbir şey yokken, bir anda bir sancı girdi yumurtalıklarıma. Yere yığıldım. Osi gaz sorunum olduğunu düşünmüş. Ambulans çağırmış. Sanki gaz bir sağlık sorunu değilmişçesine, “Beni hastaneye götürme n’olur, gaz maz çıkaramam ben herkesin ortasında!” diye ağlamışım.
BİZİM MERCİMEK TÜPÜN BİRİNE YAPIŞMIŞ
Sonra gözümü bir açtım, hastanedeyim. Yanımda olanların anlattığına göre, ayağa kalktığım gibi bayılıyormuşum. Sürekli kan kusuyormuşum. “Acı çekiyorum” diye ağlamaktan helak olmuşum. Bir anda bir üşümeyle uyandım. Ameliyat odasında buldum kendimi. Sanırım hayatımda ilk defa orada ölmekten korktum. Gözümün önünden öyle hayat hikâyem falan geçmedi. O acının içinde bile kadınsal utanmalarımı düşündüm. Halamların sürekli, “İç çamaşırını edepli giy, ağdanı falan yap. Allah korusun, hastaneye falan düşersin, doktor ‘Püüüü’ der, suratına tükürür” sözleri kafamın içinde dolanıp duruyordu.
Meğer dış gebelik geçiriyormuşum. Bizim mercimek, tüpün birine yapışmış, orada kendi cumhuriyetini kurmaya karar vermiş. Ardından da yerini beğenmemiş, orayı patlatmış. O sırada iç kanama geçirmeye başlamışım. Gerçekten ölecekmişim. 19 ünite kan verildi bana, düşünün...