Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu

Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz!

4 Nisan 2011
Selam! “Bir sorunumuz var” başlıklı yazımdan sonra bana “Bir değil, bin sorunuz var” şeklinde itrazlar geldi. “Japonlar neden çadır ya da çadır kentler kurmuyor” diye sorular da var. Türk afet yönetiminin içinde bulunduğu durum uzun yılların ihmalinden kaynaklanıyor ama şu anki iyi niyete ve gayretlere rağmen de bir türlü düzeltilemiyor.

Burada söz konusu olan halkımızın canı ve malı! Bu nedenle, iş işten geçmeden gerçeklerimizi konuşmalıyız. “Doğruyu bilip de söylemeyen dilsiz şeytandır” hadisine de uygun bir şekilde işte Türkiye’deki afet yönetim sisteminin yanlışlarına örnekler:
1) 7269 sayılı kanun sadece deprem, sel, kaya düşmesi, çığ, heyelan gibi 5 afet ve yangından bahseder. Bu nedenle kuraklık, tesislerdeki patlamalar hiç bir istatistik kaydında yer almaz. Her yerde Türkiye’de sadece 5 afet olurmuş gibi konuşur, bu 5 afeti toplayıp Türkiye’nin afetlerini yüzde 100’e tamamlayarak kendimizi kandırır dururuz!
2) Türkiye’de afet yönetimini bir kalkınma problemi değil; bir müdahale problemi olarak görürüz. Bu nedenle de çalışmalarımızın büyük kısmı müdahaleye yani insanları enkaz altından nasıl kurtarırız noktasına yönelik. Sonuç olarak mevcut kaynaklarımızı gelişmeye değil yıkım ve yara sarmaya harcamaktayız.
3) 1950’lerde afet yönetimi Dünyada Sivil Savunma olarak başlamış ve günümüzde kapsamı geliştirilerek afet yönetime dönüşmüş. Buna rağmen ülkemizde yeni kurulan İl Afet ve Acil Durum Müdürlükleri sivil savunma mantığı ile yürütülmekte ve teknik elemanlara dahi arama kurtarma eğitimleri verilmekte. Halbuki sivil savunma uzmanları ülkemizde de yıllar önce afet yönetimi uzmanına dönüştürülmüş olmalıydı.

HER AFETE BİR KURUL TUHAFLIĞI

4) Stratejik, taktiksel ve operasyonel çalışmalar birbirine girmiş. Eşgüdümü sağlaması ve gerekli stratejileri belirlemesi gereken kurumlar gündelik iş yükü altında ezilmekte.
5) Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın görev ve teşkilatlanmasını öngören ve 2009 yılında çıkartılan 5902 sayılı kanun Deprem Danışma Kurulu, Deprem Dairesi gibi bir çok tuhaflıklar ve eksiklikler taşımakta. Dünyanın hiç bir yerinde her bir afet için danışma kurulu ve daire kurulduğu görülmemiştir.
6) Afet anında eski adıyla kriz merkezi yeni adıyla afet yönetim merkezindeki bir masa etrafında toplanan onlarca kişinin vali gibi bir kişi tarafından yönetilebileceği düşünülmekte. Dünyada afet sırasında bir kişinin sadece 5 kişiyi yönetileceği kabul edilerek, U şeklindeki masa uygulamasından olay komuta sistemine geçilmiştir.
7) Türkiye’de Sivil Savunma Sirenleri kanunu gereği sadece savaşta ve 10 Kasım’da kullanılabilmekte. Herhangi bir sel afetinde sivil savunma sirenlerini kullanmak mümkün değildir. Kazayla siren çalınsa eğitimsiz olanlar 10 Kasım sanıp saygı duruşuna geçebilir (Çünkü insanlar afetlerde daha önce yaptıklarını yapar!)
8) Bazı kanunlar, kanunlardaki ifadeler değişse bile bu konuda çalışanların eğitimi, alışkanlıkları, bilgi ve görgüsü değişmemekte. Afet yönetimi bir bilim dalı ve uzmanlık görülmediği için de hiç bir eğitim almadan herkes afet yönetim uzmanı olabilmekte.
9) Ülkemizde afet çalışmaları toplum tabanlı değil; halk bu çalışmalarda paydaş olarak görülmemekte insanlarımız bu sürece daha çok “afetzede” olarak katılabilmekte.

KAYNAKLAR ŞATAFATLI BİNALARA HARCANIYOR

10) Türkiye’de bir il veya ilçeyi afetlere çok iyi bir şekilde hazırlamış bir örnek yoktur. Bütün tecrübeler afet sonrası yıkım ve yara sarma (çadır kurma gibi) üzerinedir.
11) Kaynaklarımız daha çok şatafatlı arama kurtarma ekiplerine, uzay üssü şeklindeki gösterişli ve atıl afet yönetim merkezlerine harcanmakta. Halkın eğitimi daha çok bilgi yükleme şeklinde olmakta beceri geliştirme ve davranış değişikliğine gidilememekte. Daha da kötüsü afet ve acil durum yönetimi ile ilgilenenler halka anlattığı ve öğrettiklerini kendisi bile evinde yapmamakta.
12) 5393 Sayılı Belediye ve 5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, belediye ve il özel idarelerine afet ve acil planlarını yapmak, afet zararlarını azaltmak, halkı eğitmek, gerekli donanımı hazırlamak gibi görevler vermesine rağmen ülkemizde bunları yerine getiren yok denecek kadar az.
13) Afetlerde halkın sığınacağı, park, bahçe, okul ve kamu binalarında bu konu ile ilgili herhangi bir hazırlık bulunmamakta.
14) Evinde, iş yerinde, doğru dürüst yangın, deprem tatbikatı yapanımız da yok...
Sonuç olarak, Hz. Ali’nin “Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz” dediği gibi Türkiye’de bu ilkel afet yönetim sistemiyle doğru bir yere varmamız mümkün değil. Bu arada hergün bir şekilde birbirimize verdiğimiz “selam” ile “her türlü afet, kaza ve bela senden uzak olsun” şeklinde bir dilekte bulunuyoruz. Fakat Goethe’nin dediği gibi “İstemek yetmez; yapmalıyız. Bilmek yetmez; uygulamalıyız!”
Yazının Devamını Oku

Mike Judgeson, İstanbul’da beklenen deprem için Türkiye’yi uyardı!

27 Mart 2011
Şili ve Haiti depremlerinden sonra İstanbul için “Felaketi bekleyen şehir” ya da “Yıkılmayı bekleyen taş yığını” tabirleri kullanılmaya başlandı. Bazı uzmanlara göre İstanbul depreminde felaketin boyutu Haiti’deki depremden daha büyük olabilir! Felaket tellallığı yapmak yerine, artık çözüm geliştirip afetlere hazırlanmalıyız. Bu nedenle ABD, Japonya ve ülkemizdeki afet yönetimi yapılanmasını, mevzuatı ve politikaları yakından takip eden afet yönetimi uzmanı Mike Judgeson’a bir kulak verelim: “Marmara depremleri Türkiye’de afet yönetimi konusunda evrensel standartlara, ortak bir eğitime ve hazırlığa ihtiyacınız olduğunu göstermişti. Bundan sonra afetlere hazırlık için çok şeyler yaptınız ama yetmez. Özellikle de riskleri yeterince azaltıp afetlere hazırlığı halka indiremediniz. Esasında etkin bir afet yönetimi için öncelikle afetlere hazırlığı bireyden, evden, kurumlardan ve yerel yönetimlerden başlatmalısınız. Örneğin;

1) Fay hatlarına ve zemine takılıp kalmayın. Asla rehavete yönelten ve rahatlatıcı hamasi söylemlere aldanmayın. Hazırlıklarınızı en kötü olasılığa göre yapın. Yaptıklarınızı hiçbir zaman yeterli görmeyin, kurumsal milliyetçilik ve körlükten kaçının.

ŞATAFATLI EKİP YERİNE GÖNÜLLÜLER

2) Şatafatlı arama kurtarma ekipleri yerine afetlere müdahale için yerel afet gönüllülerini eğitip donatın. Bunun için ulusal bir farkındalık, bilinçlendirme ve beceriye dayalı eğitim seferberliği başlatın. Afet sonrası arama ve kurtarma ihtiyacını azaltmak için de afet risklerini azaltma ve afetlere hazırlık çalışmalarına en büyük önceliği verin.

3) Gösterişli ve atıl afet yönetim merkezleri yerine içinde güvenli yaşamı öğreten müze, ilkyardım ve yangın eğitimleri de veren Afet Üsleri kurun. Buralarda da afet sonrası kendi kendisine yeterli olabilmesi için halka ilkyardım, yangın söndürme eğitimleri verin.

4) Büyük alışveriş merkezleri, otogar, havalimanı gibi tüm sosyal merkezleri tansiyon ölçme aletinden Afet ve Acil Sağlık Müdahale Set’ine kadar temel sağlık malzemeleri ile donatın. Bu kurum ve kuruluşların afet acil yardım planlarını sel, yangın, yağma, yerinde sığınak, tahliye gibi risklerin tümünü dikkate alarak yapın.

AFET SONRASINI PLANLAYIN

5) Kamu binalarının, fabrikaların, parkların, spor salonlarının, okulların, otellerin, metro hattının afet anında geçici sığınma yeri olarak kullanılacağını bilerek buralarda en az üç günlük ihtiyacı karşılayacak temel gıda ve sağlık malzemelerini depolayın.

6) Afetten sonrasında enkazın nereye döküleceğini, yaralıların nerede toplanacağını, yardımların nerede depolanıp nasıl dağıtılacağını, toplu barınma ve bakım gibi müdahale ve iyileştirme çalışmalarını şimdiden belirleyip tek tek planlayın.

7) Afet anında telefon şebekelerinin çökmesi durumunda kullanılması için Japonya’daki “171 Sesli Mesaj Servisi” gibi sistemlerin GSM şirketlerince kurulması için çalışın. Aile afet planlarıyla şehir dışında iletişim kurulacak kişi ve toplanma alanlarını belirleyin.

8) Bitişik nizamdan vazgeçin, zemine uygun bina yapılmasını sağlayın. Afetlerde kullanılacak tahliye yolları, toplanma alanlarını göz önüne alarak kentsel dönüşümü halka rağmen değil, halkla beraber gerçekleştirin.

9) Afetlerden korunmak ve zararlarını azaltmak için risk azaltmak, müdahale planları yapmak, halk eğitimi faaliyetlerini yürütmek, gerekli donanımları hazırlamak gibi çalışmaların yapılmasını isteyen İl Özel İdaresi ve Belediye Kanunu maddelerini işletin.

10) İl Afet ve Acil Durum Yönetimi çalışanları arasında ortak bir dil ve fikir birliği oluşturabilmek için evrensel standartlarda afet yönetimi eğitim seferberliğini başlatın.
Özetle unutmayın: Afet yönetimi deneme ve yanılma yöntemiyle öğrenilmesi zor, uzun süreli tecrübe ve bilgi birikimi isteyen hassas ve sorumluluğu çok ağır bir iştir. Bu nedenle, ilgili personelin eğitime, sürekliliğine ve çeşitli disiplinlerden oluşturulmasına dikkat edin. ‘Bana göre’ gibi kişisel söylemlerden vazgecip uluslararası literatürün takip edilebilmesine önem verin. Dünyada olduğu gibi siz de afet ve acil durum yönetimine bir ‘bilim dalı’ olarak bakın. Yoksa afetin kendisi ve afet sonrası olmak üzere çifte afet yaşarsınız. Ve asla unutmayın afetler, kartvizitinize filan bakmaz; tarih de sizi affetmez!..”

* Gelen yoğun istek üzerine 8 Mart 2010 tarihinde yukarıdaki takma adla yazmış olduğum bu yazımı tekrarlamam gerekti kusura bakmayın lütfen!..
Yazının Devamını Oku

Bir sorunumuz var!

21 Mart 2011
11 Mart 2011 tarihinde Japonya’nın kuzeydoğusunu vuran 9 büyüklüğündeki deprem ve onu takip eden ikincil afet tsunamiden almamız gereken önemli dersler var. Japonya ve Türkiye’deki afet hazırlıklarını yakından bilerek söylüyorum: Türkiye, İstanbul’da beklenen depreme Japonya’nın yüzde biri kadar bile hazır değil! Neden mi... 1999 Marmara depremlerinden sonra İTÜ, afet yönetiminin deneme-yanılma yöntemiyle öğrenilemeyecek birşey olduğunu fark etti. ABD’nin Federal Acil Durum Yönetimi Ajansı (FEMA) ile işbirliğine giderek, ben dahil İTÜ’den 31 öğretim üyesinin afet yönetimi bilim dalı üzerine aylarca süren eğitimler almasını sağlayıp “Afet Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi”ni kurdu. Türkiye, Orta Doğu ve Balkanlar’ın ilk ve tek “Afet Yönetimi“ yüksek lisans eğitimini başlattı. Geçtiğimiz 10 yıl boyunca konu ile ilgili onlarca kitap yazıldı, sayısız konferans ve eğitimler düzenlendi. İçişleri Bakanlığı, Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) ile birlikte kaymakam, vali yardımcısı, belediye başkanı ve elemanları için de birçok eğitimler düzenledi. Şu an Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ile bu eğitimlere yeniden başlandı. Fakat Türkiye, afet yönetiminin bir bilim olduğunu henüz anlamadı! Ezberini bozabilen, “bana göre” demeyen insan çok az...
Sonuç olarak, 2009 yılında çıkarılan 5902 sayılı “Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri” hakkındaki kanun ve ondan sonra çıkanlar (ve bu şekilde giderse çıkacak olanlar) birer facia! Özetle yeni kanun ve yönetmeliklerimiz;
- Eski afet uygulamalarını ve anlayışını büyük ölçüde yansıtdıkları için problemlerimize çözüm ve yeni açılımlar getirememekte
- BM ISDR, UNDP, Hyogo, Sevesso-II, vb. gibi Türkiye’nin benimsediği uluslararası belgelere uygun değil; dünyanın çok ama çok gerisinde
- Günümüzdeki kapsamlı, bilimsel ve bütünleşik afet yönetiminin pek çok konu ve uygulamasına ismen dahi yer verememekte
- Kısıtlı eleman sayısı ve ağır iş yükü olmasına rağmen uzun yıllar ve çok büyük mesai gerektiren işler için de farkında olmadan “Başkanlıkça yapılır” demekte
- Deprem ve Kentleşme Şuralarında, vb yüzlerce raporda değinilen birçok konu ve ilkeye yer vermemekte
- Dünyada iyi örnekler olarak bilinen afet yönetimine yönelik kanunlar, yönetmelik ve uygulamaları ülkemize aktaramamakta
- Başlıkları dahil olmak üzere içerdiği tanımlar hiçbir bilimsel literatüre veya kabul edilmiş uluslararası belgelerdeki örneğine benzememekte
- Personel, eğitim, bütçe ve teknik donanım bakımından çok zayıf olan İl Afet ve Acil Durum Müdürlükleri’ni yerel idare ve siyasetin kontrolüne bırakmakta
- 1950’lerdeki anlayışla savaş, KBRN, vb, olaylar tüm dünyada artık birer afet olarak afet planlarının ekinde özel olarak ele alınırken; ülkemizde hâlâ (nostalji, arkadaş hatırı, dünyadan bir haber olmak, vb yüzünden) sanki çok farklı şeylermiş gibi “Sivil Savunma” kavramı ve kapsamı altında ayrı ayrı ele almakta
- Tahliye, sadece binaları ve/veya bölgeleri boşaltma olarak ele alınıp, düşey tahliye ve yerinde sığınak olayına hiç yer vermemekte
- Medya, daha çok radyo ve TV ile kısıtlı tutmuş; diğer ülkelerde olduğu gibi “Afetler Zorunlu Yayın” yönetmeliğinin çıkartılması, vb. de öngörememiş
- Polis, orman, meteoroloji, tarım, sağlık, vb konulardaki kurum ve kuruluşların da afet bilinci oluşturma, vb çalışmalarındaki yeri ve rolünü öngörmemiş
- Bütün dünyada olduğu gibi 112 ile ikaz sistemleri bir arada düşünememiş
- Afet yönetiminin önemli konularından biri olan lojistik konusuna yer vermemiş
- Afet yönetimini hiçbir şekilde bir uzmanlık veya bilim dalı olarak ele almamış...
Çünkü Ankara merkez, diğer iller ise taşra ya da taşralı! Çünkü ülkemizde herkes her konuda anasının karnından uzman doğar ya da afetten sonra kendiliğinden uzman olur!
Şaka bir yana; Türkiye’nin en büyük problemi, geçmişimizden, dünyadaki afetlerden yeterli dersleri alamamız, gerçek uzmanlarımız ile uygulayıcılarımız arasında sağlam bir köprü oluşturup ortak akıl ile ortak başarılara imza atamamızdır. Bu şekilde biz kişisel egolarımızı tatmin ederken hergün İstanbul depreminin ayak sesleri daha yakından geliyor. Allah hepimizi ıslah etsin!.. Japon dostlarımıza çok geçmiş olsun, sevgiler.
Yazının Devamını Oku

Bir dokun, bin ah işit

14 Mart 2011
“İnternetimi Hızlandırmak İstedim Bakın Başıma Neler Geldi” başlıklı yazımda “Bugünlerde evinize telefon edip hem indirimli, hem de hızlı internet hizmeti önerenlere ve mevcut firmaya dikkat edin lütfen” demiştim. Okuyucudan gelen şikayetlere bakınca bu sektördeki hizmetten memnun olmayan çok insan var.

‘Biz de aynı dertten nasibimizi aldık’ diyen bir okuyucu şöyle yazmış: “Daha bir ay dolmadan modem arızalandı. Aradık, gelmişler “bu bozuk, ... adresine kargoyla gönderin” demişler. Sinirimi hanımdan çıkarıyordum az kalsın!.. Ne demek yani, nereden buldularsa bizi telefonla arayan onlar, defalarca olmadık zamanlarda arayıp abonelik için nerdeyse yalvarıp emri-i vaki yapan onlar, bizzat eve kadar gelip açıklama yapıp kampanyayı anlatan onlar ve en son modemi getirip bağlayıp işler halde teslim eden onlar. Ama arıza çıkınca “… adresine kargo ile yollayın” diyen de onlar.
Bu yüzden kızdım ve tam şehrin göbeğindeki ofislerine hışımla gittim. “Bağlarken eve kadar gelip kanka oluyorsunuz, peki arıza olunca modemi niye ben gönderiyorum?” dedim. “Karşı alıcı ödemeli gönderiyorsunuz, üretici firma burası” diyen kıza, “İyi de ben niye muhatap oluyorum, cihazı ben oradan almadım ki, siz verdiniz, ben şimdi oraya ne diyeyim!” diyorum. Kız gayet pişkin bir de oranın telefon numarasını vermez mi! Sinirle çıktım oradan çünkü daha fazla dayanamadım. Yine de aradım numarayı ancak defalarca kez meşgul çaldı, tansiyonum fırladı. Bu şekilde kargoya verdik.
İki gün sonra hanımı arayıp karşı ödemeyi kabul etmediklerini söylemişler. Hanım da kargo parasını kapıya gelen kuryeye ödemiş. Bu arada geçen zamanda tabii ki evde internet yok. Şimdi şu hizmet anlayışına bakar mısınız? Tutarlılık ve istikrar yok. Samimi değil ve daha ilk aydan pişmanım. İade süresi de geçti (bir şekilde bu sürenin geçmesini sağlıyorlar). Hızı da söyledikleri kadar değil. Anlatırken kara cahil yerine koyuyorlar bizi. Araya soru sokunca da hemen kablo hatları vs. kıvırıyorlar. Nitekim, modem hala hastanede. Saygılar”

BİZ DE MAĞDUR OLDUK

Başka bir okuyucu: “Ben şehir değişikliği nedeniyle hattımı nakil ettirdim. 2 ay boyunca ortada hat yok, faturası var, her gittiğimde ‘Hocam siz evde bekleyin gelir’ cevabı aldım. Sonra işlem yapmadıklarından hattımı bilgim dışında kapatmışlar. Yazımı zehir ettiler kısacası. Kanunlar vatandaşa karşı iyi işletiliyor ama vatandaşın hakkı, maduriyeti gözardı ediliyor...”
Bu da bir başka okuyucunun yazısı: “Hocam benim de internet hızım güya 8 mbps ama 1 aydır 0,03 mbps ile bağlanıyorum yani MSN’i bile zar zor açıyorum gerisini siz düşünün. Günlerdir firmanın kapısında kaldım bizde bir sorun yok diyorlar. Ay başında alt yapı çalışması yaptılar o gün bu gün internetim böyle ama parayı almaya gelince tıkır tıkır alıyorlar. Hizmette kalite sıfır!..”
İnternet hizmetlerinden memnun olmayan vatandaşın sorunları ile kim ilgilenir bilmem ama bu sektörün mutlaka daha fazla rekabete, denetime açılması gerekiyor. Şu anki durumda özetle ülkemizde internet veya ADSL hala pahalı ve hizmet kalitesi çok düşük!..

Yazının Devamını Oku

Atasözleriyle Osmanlı-Türk afet yönetimi kültürü

7 Mart 2011
Şinası’ye göre “Atasözleri ki avam - halk hikmetleridir, halk felsefesidir; dilinden çıktıkları milletin nasıl düşündüğünü, yani fikirlerinin ne mahiyette olduğunu anlatırlar. Osmanlı - Türk atasözlerinin ise hepsi manalıdır.” Bu düşünceden yola çıkıp Milli Kütüphane Başkanlığı’nın yayımladığı 2 ciltlik Türk Atasözü ve Deyimleri sözlüğünü inceledim. 10 bin 730 sözü tarayıp halkımızın afet yönetimi felsefesini, afetler konusunda nasıl düşündüğümüzü anlamak istedim. İlgili atasözlerini modern afet yönetiminin dört öğesine göre sınıflandırmaya çalıştım. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!

AFET RİSKİ VE ZARARLARINI AZALTMA
Çok açılma, üşürsün

Ağaç ile kabuk arasına parmak sokulmaz
Ağaç yumuşağını kurt yer
Al malın iyisini, çekme kaygusunu
Alçak yerde yatma sel alır, yüksek yerde yatma yel alır
Ateş ile sel dilsiz düşmandır haber vermeden gelir
Ateş ile su hatıra bakmaz
Ateş işe pamuğun oyunu olmaz
Ateş şakası olmaz
Ateşin dostluğu olmaz
Ağaç ne kadar uzunsa balta dibinde hazırdır
Ak akça kara gün içindir

AFETLERE HAZIRLIK
Atım tepmez, itim kapmaz deme


Adam olan iki kere aldanmaz
Akşam güneşidir çabuk geçer
Abanın kadri yağmurda bilinir
Acemi katır kapı önünde yük indirir
Ak koyunun kara kuzusu da olur
Akla gelmeyen başa gelir
Arka su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlar
Acele bir ağaçtır, meyvesi pişmanlık
Derede tarla sel için, tepede harman yol için
Deveyi bağla da yine tevekkül et
Düşman karınca ise sen fil san
İşini kış tut da yaz çıkarsa bahtına
Sabahın yiyeceğini akşamdan düşün
Önüne bakma, sonuna bak

AFETLERE MÜDAHALE
Deveyi yel alsa, keçiyi gökte ara


Acıklı başta akıl olmaz
Ağlama fayda vermez
Alemin dili tutulmaz
At çalındıktan sonra ahırın kapısını kapar
Baktım kar havası, eve gel kör olası
Bir ağızdan çıkan bin ağıza yayılır
Dibi görünmeyen sudan geçme
Yardımsız dünya dönmez

AFET SONRASI İYİLEŞTİRME
Ayaz oldu, bulut oldu, geçen günler unut oldu


Duvarı nem, insanı gam yıkar
Acıyan uyumuş, acıkan uyumamış
Ağacı kurt, insanı dert yer
Ağalık vermekle yiğitlik vurmakla
Akıl tecrübe ile kemal bulur
Akıllı iki kere aldanmaz
Az veren candan, çok veren maldan
Bir felaket bin nasihatten evladır
Damlaya damlaya göl olur
Yazının Devamını Oku

Düştü düştü cemre düştü ama nereye

28 Şubat 2011
Neden ilk cemre havaya düşüyor? Hava, güneşe daha yakın olduğu için mi? O zaman ikinci cemre neden dün suya düştü? Dağlarda toprak güneşe daha yakın değil mi? Evet bu işin içinde bir yanlış var.

Cemrenin kelime karşılığı kor halindeki ateş. Tıptaki anlamı ise, halk arasında karakabarcık, kabarcık, kabarcuk, ateşgöynüğü ya da yanıkara adlarıyla bilinen iltihaplı çıban. Diğer bir anlamı ise, Müslümanların hac sırasında Mina Vadisi’nde attığı taşlardan meydana gelen yığın. Divan şairlerinin, cemre zamanlarında baharın gelmesi dolayısıyla, önemli kişilere yazdıkları övgü şiirleri de Cemreviye olarak bilinmekte. Meteorolojik bir olay olarak bilinen cemre ise takvimlerde ilkbahardan önce birer hafta aralıkla havaya, suya ve toprağa düştüğü inanılan ısıtıcı güç veya sıcaklık yükselmesi olarak tanımlanır.
Halkımızın arasında ise baharın müjdecisi olarak bilinen sıcaklığın artması olayına cemre deniyor. Cemre üç tane: Birinci Cemre havaya (19-20 Şubat), İkinci Cemre suya (26-27 Şubat) ve Üçüncü Cemre de (5-6 Mart) toprağa düşer. İnanışa göre her cemrenin düşüşüyle hava sıcaklığı artar, cemrelerin arasında ise sıcaklık ise küçük bir düşüş görülür.

ASLINDA SÜREÇ TERSİNE İŞLİYOR

Ben de merak edip İstanbul’da ölçülen 60 yıllık sıcaklık verilerini inceletip cemreyi aradım. Evet cemreler, kıştan bahara geçilirken ortalama sıcaklık eğrilerinin yükselmeye başladığı dönemin başlangıcını belirliyor. Cemre tarihleri, gerçekten de mevsim normallerinin üzerinde az ya da çok bir sıcaklık artışıyla çakışıyor. Cemreler arasındaki günlerdeyse, sıcaklıklarda az da olsa bir düşüş oluyor. Her üç cemre dikkate alındığında, bir iki günlük farklarla bu tarihlerde yüzde 42 olasılıkla, iki cemre dikkate alındığındaysa yüzde 74 olasılıkla belirgin bir ısınma gerçekleşmekte.
Öncelikle sanıldığı gibi güneş ışınları atmosferimizi doğrudan ısıtmaz. Yeryüzeyi, güneş ışınlarını yuturak önce kendi ısınır, sonra atmosferi ısıtır. Dolayısıyla, atmosferin alt tabakaları aşağıdan yukarıya doğru ısınır. Sonuç olarak cemrede inanıldığı şekilde hava yukarıdan aşağı değil; aşağıdan yukarı doğru ısınır. Cemreli sohbetlerinizde bunu unutmayın lütfen.

İNTERNETİMİ HIZLANDIRMAK İSTEDİM BAKIN BAŞIMA NELER GELDİ

Bugünlerde evinize telefon edip hem indirimli, hem de hızlı internet hizmeti önerenlere dikkat edin lütfen. Bu iş bana iki haftalık sinir harbi, bir haftalık internetsizlik ve gereksiz masrafa mal oldu. Telefondaki pazarlamacının “istediğiniz saatte sözleşmeniz ve modeminiz elinizde” garantisine aldanıp daha hesaplı ve ucuz bir internetin olsun istedim. Sözleşmeyi söyledikleri saatlerde bir türlü getirmediler. Evde olmadığın bir gün çocuklara imzalattılar sözleşmeyi. İki gün sonra gelecekti modem. Beş gün sonra “evde misiniz modemi getirelim” diye telefon ettiler. Evde sözleşme ve modem gelecek diye nöbet tuttuğumuz günler birbirini izledi. Bu ne biçim işletme, yarın bir problem çıksa böyle mi teknik destek verecekler, diye düşünüp abonelikten hemen vaz geçtim. Yani ”al internetini, modemini başına çal” durumuna geldim. “Hat sahibi benim ve sözleşmeyi imzalamadım, modeminizi almadım” deyip müşteri hizmetlerini aradım. Her arayışta 10 dadika cıngıl dinledim, azmettim ulaşıp aboneliğimi iptal ettirdim. Oysa, onlar işlemlere devam edip benim mevcut ADSL aboneliğimi de kesti! İşin yoksa tekrar telefon başına otur... İlgiliye ulaşsan da nafile. Ben “portumu boşaltın lütfen” diyorum, onlar “bizde borcunuz görünmüyor” cevabını veriyor. Aman dikkat, siz de mağdur olmayın.

Yazının Devamını Oku

Karadeniz’in selle imtihanı böyle bitmez

21 Şubat 2011
Lütfen herkes kolunu kaldırıp gözlerini kapatarak parmağıyla kuzeyi göstersin! Bunu bir toplantıda yaparsanız herkesin kendine göre çok farklı yönler gösterdiğini görürsünüz. Kişilerin yerine kurum, kuruluş ve bürokratları koyup aynı soruyu sorun yine herkesin kendine göre bir kuzeyi olduğunu görürsünüz. Çünkü insanlarımız pusula kullanmadan yön gösterme gibi cesareti ve yeteneği var!

Biz de bu cesaret varken, yani bir şey yaparken, bir şeye karar verirken geçerli yöntem, yol yordam nedir demeden ezberimize uygun hareket edip dururuz. 10-11 Şubat’ta Trabzon’da düzenlen heyelan ve sel sempozyumunda da aynı şeyi hissettim. Yıllardır sürüp giden sel ve heyelan problemi için devlet tüm kaynaklarını seferber etmiş fakat yanlış uygulamalarda hâlâ ısrar eden, olaya 50 yıl geriden bakan kurum ve kuruluşlar da var.
Ayrıca şunu fark ettim, her yıkımdan sonra o bölgeye büyük yatırımlar yapılıyor; “durup duruken” yapılamayan kentsel dönüşüm için önemli adımlar atılıyor. “Risk”, Arapçadaki “rızık” kelimesinden türetilmiş. Yani her risk, beraberinde fırsatlar da içeriyor. Fakat biz bu fırsatları ancak risk gerçekleşip afete dönüştüğü zaman kullanabiliyoruz. Bu durumda da “yıkım ve yara sarma sarmalı”nı kırmamız çok zor.
Dikkatimi çeken başka bir nokta ise “Oraya ev yapılmasın, buraya bina yapılmasın” şeklindeki önerilerdi. Bu bölgede de insanların barınmaya, yani eve ve işyerine ihtiyacı var. Doğu Karadeniz’e benzer gelişmiş ülkelerde de yıllardır bu tür problemler yaşanıyor. Sonuç olarak bilim ve teknoloji, dere yatağında değil ama sel yatağında nasıl bina yapılacağının kurallarını ortaya koymuş. Neden, merak edip başkalarının acılarından ve iyi örneklerden ders almak istemeyiz acaba?

METEOROLOJİ PERSONELİNİN HAVACILIK TAZMİNATI SORUNU

“Yoklukta eşitlik” anlayışı ve uygulamalarını hiç sevmem. Böyle bir uygulama havalimanı ve meydanlarında çalışan meteorologlara uygulanıyor. Türkiye 1989’da Euorcontrol Teşkilatı’na üye olmuştu. Türkiye hava sahası üzerinden yapılan direkt uçuş yol ücreti Türkiye’ye Eurocontrol aracılığıyla ödenmekte. Ödenen bu paradan DHMİ çalışanlarına yüzde 600-1000 tazminat verilirken meydan meteoroloji çalışanlarına yüzde 300 bile fazla görülmekte. Halbuki Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nde de direkt uçuşa 24/7 esası ile hizmet veren personel çalışmakta. Ne yazık ki Maliye Bakanlığı bürokratları DHMİ Genel Müdürlüğü’nün ve Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün Eurocontrol Teşkilatı’na üye olmasının mantığını anlayamadıkları için meydan meteoroloji çalışanlarına hakkı olan havacılık tazminatı bir türlü ödenmiyor.
Meteoroloji ofislerinde gece-gündüz nöbet tutan meteorologlar her zaman söylendiği gibi teşkilatın “temel taşları”dır!  Şimdi gerçekten “taş kesilmiş” TBMM’de ele alınan Torba Yasa’yı izleyip “Havacılık tazminatı ödemesi inşallah bu yasa içinde çıkar ve Meteoroloji Genel Müdürlüğü personeli de bu ödemeden faydalanır” diye dua ediyorlar! Ne Maliye’ye ne de teşkilata herhangi bir yük getirmeyen, tümüyle Eurocontrol tarafından karşılanan bu tazminatın neden kesildiğini anlamak gerçekten mümkün değil.
“Eşit işe eşit ödeme” diyerek “yoklukta eşitlik” sağlayıp haksızlık ve kırgınlık oluşturulmamalı. Aynı şube, daire, kurum ya da bakanlıkta hem yapılan işler, hem onların zorlukları, hem de nimetlerinin farklı olması normaldir. Yoksa rekabet ve kalite başka nasıl elde edilebilir ki! Hak edenlerin, hakkını artık verebildiğimiz kadar verelim lütfen!


Yazının Devamını Oku

İhmal patlamalarının ardında yatan nedenler

14 Şubat 2011
Dün Marmara Depremleri’nde 17 bin, bugün Ankara OSTIM’deki patlamalarda 17, yarın (Allah korusun!) İstanbul Depremi’nde 170 bin kişinin hayatını kaybetmesinden sonra sorulan sorular hep aynı oldu, oluyor ya da olacak: “Bu acı neden?”

Geçmişte en gerekli dersleri çıkarabilmemiz bir yana her geçen gün ülkemizi;
* Sel, deprem, heyelan, sanayi kazaları gibi tehlikelere maruz bölgelerde hızla artan yerleşim yerleri ve nüfus
'  Zayıf şehir planlama, sağlıksız bina stoku, olmayan afet ve acil durum hazırlıkları
'   Kanun ve yönetmeliklerin çağın çok gerisindeki bir anlayışla hazırlanması
'   Kanun ve yönetmeliklerin uygulanması ve denetimindeki zaafiyetler
'   İlgililerin ve genelde halkın yetersiz afet bilinci ve afet yönetimi eğitimi
'   Yerel yönetimlerin çok kısıtlı parasal, personel, teknik imkanları ve öncelikleri

Yazının Devamını Oku