Müsait değilim

MASANIN başına oturmuş bulunuyorum.

18 Ekim 2001 tarihli yazımı yazmam gerekiyor.

Lakin kafamı toparlayamıyorum. Masa yüzünden.

Artık masa olmaktan çıkmış, bit pazarındaki bir tezgáh görünümünde.

Birtakım ıvır zıvırı sağa sola itelemek suretiyle şu satırları yazmakta olduğum káğıda ancak yer açabildim.

Laptop... Tabii mausu, hoparlörleri, oradan çıkıp buraya, buradan çıkıp oraya giren kabloları... Kısaca laptop ve avenesi diyorum ben.

Ve kalemlik, cetvel, silgi, kalemtıraş, yapıştırıcı, notluk, silici, delici, zımba, raptiye, makas, pil, bant.

Ve mum, cep telefonu şarjı, masa takvimi, büyüteç, hesap makinesi, CD'ler, irili ufaklı bloknotlar.

Ve sözlükler, imla kılavuzları, İletişim Fakültesi'nin ödülü, üzerine not alınmış onlarca káğıt, bir paket A4, fakslar, mektuplar.

Hepsine birer kere gözümü değdirsem yeter.

Neye yeter? Yazamamaya. Ki elimi de değdiriyorum her birine. Evirip çevirip bakıyorum. Sanki ilk defa görüyorum.

Yok... Burada yazamayacağım. Yemek masasına gidiyorum.

Hah. Burası daha iyi.

Ortada kocaman bir tabağın içinde ceviz yığılı. Yenmiyor ama. Dekor. İkisini alıp birbirine vuruyorum.

Kimse görmesin. Ben deliyim galiba.

Yazı yazmam lazım.

Ciddi bir insanım ben.

Masanın üstüne üst üste iki örtü örtmüşüz. Biri uzun biri kısa. Bazı yerlerine sigaramla küçük delikler açmak suretiyle motif yapmışım. Halılara, koltuklara ve kumaş nevinden ne varsa hepsine yaptığım gibi.

Bir küçük kitapçık buldum burada.

Ne güzel.

İstanbul'un otelleri, restoranları, cafeleri, barları, alışveriş merkezleri falan var.

Aman Allahım!

Bir saat daha geçmiş.

Biri sabote ediyor beni bu evde. Dikkatimi dağıtmak için her yere bir şeyler serpiştiriyor.

Mesela ne arıyor bu kalsiyum tablet burada? Şimdi ben bunun üzerini okumazsam çatlarım. Hatta bir tane foşurdatıp içsem iyi olacak. Bu ne demek? Mutfağa gidip su alınacak. En az yarım saat. Yok, ev büyük olduğundan değil. Gittim mi gelmem ben. Bilirim huyumu.

Yok... Bu masada da yazamayacağım.

Mesele ceviz, şu bu değil, kaldırırım onları. Mesele... Buradan sokak görünüyor.

Simitçiyle göz göze geldik az önce. Dikkatim dağıldı. Kitapçığın ‘‘Çin Lokantaları’’ bölümünü bir daha gözden geçirmek zorunda kaldım.

Anlaşıldı.

Odama gidiyorum.

En iyisi burası.

Yatağın içinde yazıyorum. Yani yazacağım inşallah.

A, odamın duvarları resim istiyor. Evet, çok boş. Ayrıca bir dahaki sefere daha açık bir renge boyatmalıyım. Bu renk uykumu getiriyor. Gece iyi de... Bu saatte olmuyor. Bir rehavet çöktü, üstünüze afiyet.

Biliyor musunuz çok güzel karikatür çiziyorum. Nereden bileceksiniz. Gizliyorum. Bu defa taşlarlar artık diye korkuyorum.

Gerçi karikatür denmez benimkine. İnsanları çizgilerle karikatürize ediyorum diyeyim.

En güzel Zekeriya Beyaz'ı çiziyorum. Bakın çizdim işte. Bir tane daha, bir tane daha.

Şu anda bir sayfa dolusu irili ufaklı Zekeriya Beyaz'ım var. Garnitür olarak Demirel ve Ecevit.

Fıstık geldi káğıdın üzerine oturdu. Yüzüme bakıyor. ‘‘Kalk kızım’’ desem anlamaz.

Kusura bakmayın, yazamayacağım bugün.

Müsait değilim.


MIŞ-MUŞ

Avrupalı savaştan yanaymış.

Ben de savaştan yanayım; savaştan yana olanların başına iki füze atmak istiyorum zira.

*



Ecevit, ‘‘Afganistan'da sivil halkın zarar görmesine üzüldüm’’ demiş.

Huzurlarınızda daima üzgün ve süzgün Başbakanımız.

*

Sezer'in milletvekili maaşlarının artmasıyla ilgili yasa için istediği referandumun bütçeye maliyeti en az 10 trilyon liraymış.

Neticede bütçe her durumda b.ku yemiş olacak.

*

ANAP çiçek almayarak tasarruf edecekmiş.

ANAP'ın esas tasarrufu milletvekillerinden. Her gün biri gidiyor.
Yazarın Tüm Yazıları