YIL 1986. Fransa Kültür Bakanlığı, Comte de Lautreamont üzerine çalışmalar yapmam ve "Maldoror’un Şarkıları" adlı başyapıtını çevirmem için burs vermiş.
Paris’teyim. Aynı zamanda Mallarme Akademisi üyesi olduğum için açılışlara, sergilere, konferans ve toplantılara davet ediyorlar.
Bir gün Frankofoni Derneği’nin bir ödül törenine davet edildim. Sevdiğim insanları görebileceğimi düşünüp gittim toplantıya. Asansörden çıkınca, kapıda iki hanım karşıladı. Hanımlardan biri "Bonjour Monsieur X..." dedi. Ben yanlışı düzeltmeye kalmadan, ikinci hanım, arkadaşını uyardı: "Monsieur X... değil, Monsieur İnce" dedi.
Ardından bana, bir Türk yazar olan "Monsieur X..."i görüp görmediğimi sordular son zamanlarda. Ben de birkaç gün önce gördüğümü ve İstanbul’a gitmiş olabileceğini söyledim. Gerçekten de İstanbul’a gitmişti. Hanımlar pek şaşırdılar!
MONSIEUR X...
İçeri girdim. Salonun dibinde Eugene Ionesco oturuyordu. Bu sırada Fransız PEN Kulübü’nün başkanı Rene Tavernier, o iki hanımla konuşmaktaydı. Beni görünce, geldi, koluma girip beni Ionesco ile tanıştırdı. Sonra bana "Seninle bir şey konuşmak istiyorum" dedi. Ve "Monsieur X..."in İstanbul’a gerçekten gidip gitmediğini sordu. Ve aramızda şöyle bir konuşma geçti:
"Bana, birkaç gün önce İstanbul’a gideceğini söylemişti."
"İyi ama Türkiye’ye serbestçe girebiliyor mu?"
"Elbette, Türkiye’ye girmesi yasak değil, herhangi bir sakıncası da yok!"
Rene Tavernier’nin yüzü sapsarı oldu. "Monsieur X...’in İstanbul’da olduğunu lütfen kimseye söyleme!" dedi. Hiçbir şeyden haberim olmadığı için "Monsieur X..."in böyle ilgi odağı olmasına iyice şaşırmıştım. Biraz sonra durum anlaşıldı. Fransız PEN’in bir başka kuruluşla ortaklaşa verdiği ödüllerden birini meğer "Monsieur X..." kazanmış.
Ödülün özelliği, kendi ülkesinde yasaklı ve yayınlanamayan, kendi ülkesine giremeyen, sürgün yazarlara verilmesiydi. Bu koşullara uymayan "Monsieur X..." anlaşılan kendisi hakkında yanlış bilgi vermişti.
Ödül geri alınmadı. Ama ödül verenlerin zılgıtını yiyen "Monsieur X..." birkaç gün sonra beni görmeye geldi. Ve İstanbul’da olduğunu neden söylediğimi sordu. Daha doğrusu çıkıştı bana. Benimle tartışmak istedi ama ben kısa kestim ve "Sana sürgün diyeceksek Ataol Behramoğlu’na, Nihat Behram’a, Demir Özlü’ye ne diyeceğiz? Hakiki sürgün mü diyeceğiz?" diye sordum.
ALEYHTE KONUŞMAYANLAR
Şimdiye kadar hapis yatmış, toplama kamplarına gönderilmiş, işkencelerden geçmiş, sürgünlerde yaşamış Yannis Ritsos gibi, Abdellatif Laabi, Luis Mizon, Titos Patrikios gibi şairlerle arkadaşlık ettim. Rejimleri eleştiriyorlardı ama hiçbiri ülkelerine ve halklarına toz kondurmuyorlardı. Yıllarca sürgünde yaşamış olan Ataol Behramoğlu ve Nihat Behram’ın da ülkelerinin aleyhine konuştuklarına tanık olmadım. Demir Özlü de şairler gibi davranmıştır.