ARKADAŞIM Nedret Gürcan, "Hoşça Kal Dinar" (Heyamola Yayınları) adlı bir anı kitabı yayınladı. Bu kitaba ilerde ayrıca değineceğim, ama bugün, Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın araştırma raporuna katkıda bulunacak bir alıntı yapacağım:
* * *
"Konya’ya bir kez daha 1993’te Dinarlı arkadaşım Fethi Acar ve eşlerimizle birlikte gittik. Mevláná Hazretleri’ni ziyaret ettik. Askerken kaldığım Selçuk Palas’ta kaldık. Otel turistlere de hizmet verecek biçimde yeniden düzenlenmişti. Konya akşamında bir lokantada yemek yiyelim, bir duble içki içelim diye Aláeddin Tepesi’ndeki lokantaya gittik. Masamıza oturup sipariş vereceğimiz sırada elektrikler kesildi. Lüks ışığında yanımıza gelen garsona yemeklerimizi ve rakımızı söyledik. Garson güldü. ’Burası belediyeye aittir, içkisizdir!’ dedi. Oysa lokantaya girerken bazı masalarda rakı bardağı gözümüze çarpmıştı. ’Bize niye yok?’ dedik. Öğrendik ki, o bardaklarda ayran varmış! Kırk yıl önce ben askerken Konya’da hiçbir yerde içki yasağı yoktu." (S.188)
* * *
Ne oldu da böyle oldu?
Nedret Gürcan’ın askerlik günlerinde kaldığı otelin sahibi, birlikte Meram Bağları’nda oturak álemi yaptıkları İbrahim’in sonradan hacca gidip hacı olması ve evine çekilmesinin olağandışı bir yönü yok. Benim dedem de gençliğinde teneke teneke boğma rakı içerken haytalığı bırakıp imam olmuş; imam olmakla kalmayıp bir de muhtar olmuş... Bizde olur bunlar, tuhaf karşılanmadığı gibi övgüye de mahzar olur.
İçki baskısı Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın araştırma raporunda önemli bir yer tutmuyor. Araştırma raporu bu konuya hiç değinmese de gerçek değişmezdi. Erbakan Hoca’nın partilerinin belediye seçimlerini kazandığı yerlerde içkiye karşı cihat açtığı biliniyor. Bu konuda yüzlerce yazı yazıldı. Ben milletin Bekri Mustafa gibi sabahtan akşama, akşamdan sabaha içki içmesini mi istiyorum? Elbette hayır! Ama içki içenin içki içmesinin karşısına çıkartılan engellerin de düşünceyi açıklama özgürlüğünün önüne çıkartılan engeller kadar önemli olduğunu, insan hakları ihlali olduğunu düşünüyorum. İhlalin daniskasıdır!
* * *
Bunlar hesaplı-kitaplı mahallevi, beldevi ve beledi baskılardır: Önce içki baskısı, ardından oruç baskısı, onun ardından cuma namazı baskısı, onun ardından tarikatlardan birine girme baskısı, bunun ardından aidat ve yardım baskısı; bunlar olurken evdeki kadınların örtünmesi için yapılan baskı; görevin istismarı konusunda baskı: torpil ve kayırma baskıları (tarikat ve cemaatlerin üniversitelerde çevirdikleri kirli dolapları yarın yazacağım).
Prof. Dr. Binnaz Toprak, "Toplumda mevcut olan farklı kimliğe uygulanan baskı ve ayrımcılığın, Anadolu’da AKP tarafından atanmış kadroların icraatları ve cemaatlerin faaliyetleriyle kaygı verici hale dönüştüğünü" söylüyor ve ekliyor: "Hükümete yakın Memur-Sen’in üye sayısı 2002’de 42 bin iken şimdi 315 bin... Sultanbeyli Belediyesi’nde bir tek Alevi çalışmıyor. O ilçede Alevilerin yaşadığı bölgenin yolları asfalt bile değil. Çamur!" (Cumhuriyet, 30.12.2008)
Demek ki 6 yılda muhafazakár cemaate 273 bin nefer katılmış. Sadece bu 273 bin neferlik birliğin Türkiye’de estirdiği, estireceği gizli terörü düşünebiliyor musunuz?