Paylaş
SİZE bir sorum var: “21. yüzyılın sağlığı tehdit eden en önemli sorunları hangileri?” diye bir soru ile karşılaşsanız “ilk beş”e neleri koyardınız? Benim yanıtlarım arasında mutlaka “çok işlemcilik, acelecilik ve hız, teknolojik yüklenme” de olurdu.
Nedeni şu...
Birden fazla işi aynı anda yapmak, bir şeyi yaparken diğerini de düşünmek, herhangi bir problemin çözümüyle uğraşırken beynin diğer yarısından gelen stres uyarılarını da kontrol etmeye çalışmak hepimizi “dumble’larla oynayan sirk göstericileri”, ya da “19 Mayıs törenlerinden belinde aynı anda beş çemberi çevirmeye çalışan gençler”e çevirdi!
Kısacası, bir “hız çılgınlığı”dır, bir “çok işlemcilik”tir gidiyor. Bir elinde cep telefonu veya blackberry’si, diğer elinde Ipad’i olan “teknolojik askerler”e döndük. Dizüstü bilgisayarlar masalarımızın, seyahat çantalarımızın doğal misafirleri haline geldi, her odamızda açık duran bir TV’miz var. Kısacası tam bir teknoloji çılgınlığı yaşıyoruz.
İşin kötüsü bu durum yavaş yavaş hayat tarzımızın, kültürümüzün, sosyalleşme biçimimizinde bir parçası oldu. Tweet’leşmeden, facebook’una göz atmadan, elektronik postalarını okumadan geçirilen her saat “ayıp sayılır”, hatta “kayıp sayılır” hale geldi!
Bu gidiş iyi değil
Ben size şimdiden söyleyeyim, altını “açık seçik” çizip, bir kez daha uyarayım... Bu gidiş iyi gidiş değil!
Teknolojik yenilikler bize yardımcı araçlar olmaktan çıkıp, bizi yönetir hale geldi. Öyle ki, birkaç şeyi aynı anda yapmayı, eğer uyku gibi tam bir bilinç kaybına uğramadıysak (!) üç-beş işi aynı saate sığdırmayı rutin bir iş, bir marifet haline getirdik.
Bir koltuğunda iki değil dört karpuz taşıyana bile “aferin” diyemiyoruz.
Ve bu durum ruh ve beden sağlığımızın canına okuyor...
Bizi hasta ediyor.
Reflü, ülser, kolit, depresyon, taşikardi, panik bozukluk, obezite, kronik yorgunluk salgınlarının ardında biraz da bu var.
Bu nedenle yeni ve farklı bir reçete oluşturmalıyız.
Yeni bir “iyi hayat” reçetesi bulmalıyız.
Önerim: DURUN!
Beş yıl kadar önce “eğer hayatı ıskalamak istemiyorsanız ne olur azıcık yavaşlayın” diye yazmıştım. Uyarım-maalesef- işe yaramadı! Şimdi önerimi birazcık yumuşatıyor, “yavaşlamayı başaramıyoruz, hiç olmazsa zaman zaman durup bir dinlenelim!” diye değiştiriyorum. Dinlenelim ve dinleyelim. Zaman zaman durup bir nefes alalım, soluklanalım. Birbirimizle konuşalım. Ama bunu yüz yüze yapalım bunu. Birbirimizin sesini duyarak, gözlerinin içine bakarak yapalım.
Benzer bir uyarıyı bir süre önce New York Times’ta Bob Herbert yaptı. Bakın ne yazdı:
“Acaba bir insan araba sürerken aynı anda cep telefonundan konuşmayı, film izlemeyi veya kısa mesaj göndermeyi neden isteyebilir ya da buna neden ihtiyaç duyar? Aynı anda birden fazla işi yapmak neden takdire değer bir yetenek olarak kabul edilsin ki... Niçin gün içinde e-postalarımızı birçok kez kontrol etmek zorundayız? Veya neden cep telefonumuzu sanki yapıştırıcıyla tutturulmuş gibi kulağımızda tutmak zorundayız.”
Bob Herbert mükemmel bir örnek daha veriyor: “Televizyonda haberleri izlerken ekranın altındaki banttan da başka haberler geçiyor. Ekranın sağında borsa rakamları, solundaysa yayınlanacak yeni programların reklamları oluyor... Bu durmak bilmez acelecilikten, hiperaktif davranışlardan ve teknoloji teröründen artık gına geldi. Durup derin bir nefes almamız lazım...”
UYARIM
İç şarkınızı unutmayın
BOB Herbert, herkesin içinde- kendine özel- bir şarkısı olduğunu eğer şarkınızla olan bağınız kopar ve onu unutursanız “hayal kırıklığı ve tatminsizliğin” kaçınılmaz olduğuna da vurgu yapıp şunları öneriyor: “İçimizdeki şarkıyla olan bağımızı sürekli tweetleyerek, blackberrylerimizden mesajlar göndererek ya da facebooktaki sanal arkadaşlarımızın sayısını arttırarak koruyamayız. Hayatımızın temposunu yavaşlatıp yolculuğun tadını çıkarmalıyız. Cep telefonunuzu ara sıra evde bırakın. Daha az tweetleşip daha çok öpüşmeyi deneyin ve çok konuşmaktan vazgeçip, dinleyin. Dinleyin çünkü diğer insanlarında söyleyecekleri var.”
Yukarıdaki cümlelerin altına kim imzasını atmaz?
ÖNERİM
İşte o reçete
ESKİDEN Anadolu’nun tozlu yollarında yük taşıyan kamyonların alnına şu cümle yazılırdı: “Acele giden, ecele gider!”
Hele bir de “ağırlığınız” çok, yükünüz fazla ise bu ihtimal büyüktür. Kalitesi gittikçe düşen, geçen her gün biraz daha monotonlaşıp keyifsizleşen, biraz daha hızlanıp aceleleşen (!), hızlandıkça anlamsızlaşan kuruyup, çoraklaşan, yalnızlaşan ruhunuzu iyileştirmek istiyorsanız yavaşlamayı, dinlenmeyi, kendinizi dinlemeyi bir düşünün! En azından tweet’lemeye bip’lemeye, sms’lemeye azıcık ara verip birbirinize bakarak konuşmayı deneyin. Önerimi bir “hekim tavsiyesi” gibi de düşünebilirsiniz. Sayın ki bir gün “doktora gittiniz” ve o reçetenize şunları yazdı...
- Teknolojik yükünüzü azaltın.
- Dinlenin!
- Dinleyin’
- Şarkınıza kulak verin!
Paylaş