Paylaş
Habere göre diyorum, aslında “habercik” derdim ama neyse...
Sonra bir diğer habere göre o şarkılarla ilgili bir tedbir kararı aldırmış Sarraf ve “Ebru Gündeş bu şarkıları söylemesin” demiş.
Ben okuyunca dedim ki...
◊ Neden böyle savaşa girer insanlar...
◊ Neden verdikleriyle sınarlar, yaptıklarıyla üzerler sevdiklerini...
Ama yok yahu böyle bir durum. Baştan sona uydurma bu...
1- “Sadece Sevdim” isimli şarkı yıllardır Ebru Hanım’ın repertuvarında yok...
2- Bahsi geçen “Ölümsüz Aşklar” şarkısının ise zaten Sarraf ile alakası yok. Sözü ve müziği Ravi İncigöz’e ait...
3- Ee özetle böyle bir dava yok!
Anlıyorum canınız sıkılıyor.
Haydi ‘yazmak için yazalım’cılarınız var biliyorum.
Ama ufacık bir araştırmayla şarkının Sarraf’a ait olmadığını anlayabilirsiniz.
Böyle bir davanın olmadığını bulmak da çok kolay. Neyse, olaya iyi yanından bakıyorum ben.
Çünkü eğer doğru olsaydı bu mevzu ve özellikle “Ölümsüz Aşklar”ı söyleyemeyecek olsaydı Gündeş, beni üzerdi...
Yaşlı mısınız?
Konfor alanının dışına çıkmak istemeyenler varsa...
Üstelik o kişiler yeni şeyler öğrenmeye de kapalıysa ve çoğu şeyi bildiğini düşünüyorsa...
Hiç merak falan da etmiyorlar ve geçmişte yaşıyorlarsa...
Kötü bir haberim var, siz yaşlısınız.
Ben demiyorum,
UNESCO’nun yaşlılık tanımı bu. Yani şunu anlamamız lazım artık, yaş almakla pek alakası yok yaşlanmanın.
Nasıl hissettiğiniz, nasıl yaşadığınız, hayata nasıl uyum sağladığınız ve ‘an’ınızdan nasıl keyif aldığınız ile alakalı bir durum.
Ben utandım!
Sivas Divriği Belediyesi ekiplerinin bir görüntüsünü seyrettim. Onlara sorsan “kahramanlık görüntüsü”dür.
Onlara sorsan “büyük iş başardılar”. Sorsan “Helal bize!” falan diyorlardır.
Ne yapıyorlar biliyor musunuz?
Çatıya çıkmışlar, bir tane köpeği karga tulumba alıp götürmeye çalışıyorlar. İnsanoğlu ya, kazanıyor tabii ki savaşı.
Ama o savaşı kazanırken insanlık savaşını kaybettiklerini bilmiyorlar.
Şimdi Divriği Belediyesi çıksa, açıklama yapsa ve “Bilgimiz dahilinde değil” falan dese...
Kaç yazar?
Ne önemi var?
Kim inanır?
Yazık... Bırakmadınız şu kedilerle köpeklerle savaşmayı...
Bir insanlık muhasebesi yapma vaktiniz geldi artık...
Resmen yeniden doğmuş
Bodrum’dan tanıdığım Danış Ulaç, bu kışın başında İstanbul Arnavutköy’de açtı Danış Restoran’ı...
Çok gidememiştim, hep kısa kısa uğramıştım. Sonra da başına hepinizin bildiği talihsiz bir olay geldi. Dediler ki bu saatten sonra zor...
Artık dükkânı açamaz.
Açsa da ayakta kalamaz.
Artık eski müşterisini bulamaz.
Uğradım geçenlerde...
Ayakta mı derseniz, evet
Müşteri var mıdır derseniz, eskisinden daha çok.
Lezzeti sorarsanız, tıpkı o Bodrum’da ilk tattığım hali gibi.
Zoru başarmış Danış.
Daha güçlü dönmüş piyasaya...
İstanbul’un ender restoranlarından olmayı başarmış.
Onlar Arnavutköy’ün manzarası eşliğinde kaliteli yemekler sunuyorlar.
Belirtmem şart, Danış’ın oğlu Berat dükkânın her yerinde.
Mesela bir gün kapıda, bir gün serviste, diğer gün mutfakta...
Kendi elleriyle et tava yaptı bize.
Hafif acı da seviyorsanız benim gibi, birkaç gün “et tava, et tava” diye sayıklayarak gezmeniz garanti.
“Bizi bi çek” diye kapısını çalıyorlar
Marka danışmanı ve fotoğrafçı Selim Akar...
Zaman zaman görüyorum, karşılaşıp sohbet de ediyoruz onunla.
Geçen gün son çektiği fotoğrafları gördüm. Bir kampanya için Madelein Sarıkabadayı’nın fotoğraflarını çekmiş.
Şimdi o fotoğraflar Londra’daki billboard’ları süslüyor.
Selim’in ilk ve son işi değil bu...
Daha çok yeni, Lübnan’da ardından New York’ta da benzer işler yaptı. Beni gururlandıran ise yurtdışından sık sık teklifler alması...
Düşünsenize yaptığı işlerle adını sınırlarımızın dışına taşımış, uluslararası firmaların kapısını çaldığı değerli bir fotoğrafçımız var. Gel de keyiflenme...
Bravo Selim!
Paylaş