Babanın eksiği, dizinin fazlası...

Haberin Devamı

Yavaş yavaş ikinciliğe yerleşen, sezonun flaş dizilerinden olan Diriliş Ertuğrul’u devirmeye en ciddî adayın Poyraz Karayel olduğu iyice belirginleşti. İlk bakışta birbirine pek benzemeseler de, aslında ilginç bir analojinin, tuhaf bir karşı karşıya gelmenin ürünü her iki dizi de. Birinde, sadece fazlalıklarıyla anlatılan, bir “güzelleme” olarak sunulan bir “baba” devlet (“kerim devlet”) varken, diğerinde bir türlü temellük edilemeyen hakikî “babalar” ve onlarla ikâme edilmeye çalışılan muvakkat babalar var. Cumhuriyet tarihinin özeti, başlangıcı, sonucuna benzer bir diziler âleminde geziniyoruz Çarşamba akşamları. Bir yanda, gecikerek bulduğumuzu düşündüğümüz “baba” Osmanlının, ata-devletimizin hikayesini (Süleyman Şah ve oğulları) izliyoruz, öte yanda, Türkiye gerçeği tüm çıplaklığıyla yüzümüze çarpıyor, mafyası, babası, çocuğu, kadınıyla Poyraz Karayel’de içimizi dağlıyor. Tabii ki bir anti-kahraman Ahmet Poyraz Karayel. Ve bir sürü benzeri anti-kahramanımız gibi (Behzat Ç.’yi bir zahmet hatırlayın!) içimizdeki “kahramanın” aynısının tıpkısı. Hayat hikayesiyle antipatik belki ama, kişiliğiyle, hisleriyla olabildiğince sempatik. Selçuk Parsadan’a hayran çocukların ülkesi bu memleket! Hakkı mutlaka yenilen, kadere ne yazık ki “kurban” olunan ve hayattaki tek hedefi “küçücük” bir mutluluk olan, “kocaman kalpli” insanların ülkesi.

Haberin Devamı

BÜYÜMÜŞ DE KÜÇÜLMÜŞ ÇOCUK KAHRAMANLAR

Poyraz Karayel’in hedefi ne? Öncelikle oğluna (ilerdeki kendine) kevuşmak. Buna engel olan ne? Ona kurulan kumpas? Kumpasın müellifi kim? Kayın “babası”. Neden? Çünkü, o kızına layık olmayan bir damat, bir üvey “oğul”. Küçük Ağa’nın başarısı ne yazık ki ekranları hiç de çocuk olamayan karakterlerle doldurdu. Büyükler gibi davranan, bir türlü “çocuk aklına” sahip olmayan, Kemalettin Tuğcu romanlarından apartılmış “büyümüş de küçülmüş” çocuk-kahramanlardan artık gına geldiğini söylemenin zamanı gelmedi mi? Neyse ki, Küçük Ağa’daki bilmiş, büyükler yerine konuşan, neredeyse bir “aile soytarısı” (eski devrin saraylarında sadece “soytarılar” kralların kararını sorgulayabilirdi) gibi konuşan bir çocuk değil Sinan. Çok daha hakikî, sadece babasının peşinde, ona kavuşmak için çırpınan, çocuk gibi davranan, çocuk aklıyla düşünen bir kahraman. Babasının, Poyraz’ın hâli ise harap. Bir “kaybeden”, bugünün diliyle, “ezikliğin” sınırında yaşayan, itibarını, mesleğini yitiren, çocuğunu görme hakkı bile doğru dürüst olmayan “eksik” bir baba.

Haberin Devamı

Babanın eksiği, dizinin fazlası...

EKSİKLİ ERKEKLERE AŞIK OLAN İYİ KADINLAR

Ama “fazlaları” da var bu “eksiğin”. Bir kere, oldukça duygusal, hatta romantik biri belki ama asla saf değil. Mizaha yatkın bir aklı, etrafındakileri (kadınlar da dahil) etkileyen, sempatik bir dille kurduğu iletişimi; basbayağı bir “şeytan tüyü” var bu adamın. Hele bir de “oğlu” olsa yanında, ne güzel olacak, bir de bir “kadın”. İşte, o zaman “tamamlanacak” Poyraz, eksiği gediği kalmayacak! Tesadüf bu ya, “kadını” buluyor Poyraz, hatta kayın “babasına” alternatif olacak bir “babası” olan bir kadına abayı yakıyor. Babalık durumlarının iflas ettiği an, ya da yeniden “diriltilmesi” gereken an tam da bu noktada şekillenmeye başlıyor dizide. İstanbul’un en “baba” mafya babasının, Bahri’nin hakikî kızı Ayşegül ama, babasının kimliğinden, hayatından nefret eden, babasını hayatından “eksiltmek” için didinen, onunla görüşmekten bile imtina eden Ayşegül, kaderin garip cilvesi, Poyraz ile karşılaşmış, yurtdışına gitmek üzere iken, bu eksiklerle dolu adama aşık olduğu için Türkiye’de kalmaya karar vermiştir. Eksikli erkeklere aşık olan iyi kadınlardan da bol miktarda bulunuyor diziler dünyasında. Kadınlığın “annelikle” karıştırmanın aşikâr ve biraz da trajik dışavurumu bu. Bayılıyor ne yazık ki izleyiciler kadınlığın bu iktidar hâline, ancak “anne” gibi davranarak kurulabilen, cinselliği bastırılmış sevgililik hâline. Ayşegül, âşık olduğu adamın babasının yanında çalıştığını bilmiyor. Poyraz, Ayşegül'den de, babasından da haberdar ama anlatamıyor. Çünkü orada çalışması, mafyaya sızması gerekiyor.

Haberin Devamı

Babanın eksiği, dizinin fazlası...

ANTİ-KAHRAMANLARLA DOLU BİR HİKÂYE

Bu da yetmiyor, işin içine bir de Poyraz’ın “eksikli” (hem babası, hem de annesi eksik!) oğlu Sinan giriyor. Ortalarda olmayan hakikî annenin boşluğunu dolduruyor Ayşegül, Sinan ile çok yakınlaşıyor, Poyraz’ın o cenahtaki eksiğini gideriyor, onu seven kollayan bir konfora dönüşüyor. Şüphesiz, en çetrefil, en içinden çıkılmaz kahramanımız Poyraz. Bir kere, kendisine kurulan kumpastan ötürü (zimmetine para geçirmiş!) travmasını bir türlü halledememiş, itibarını yitirmiş, mesleğini kaybetmiş bir eski polis o. Eski amirinin (“ağabeyi” gibi sevdiği, sonradan da kumpasın esas düzenleyicisi olduğunu öğrendiği) yardımıyla eski hayatına dönmek sitiyor ama bunun da bir bedeli var, mafyaya sızması gerekiyor. Dizi böyle başlamıştı aslında ve artık anlıyoruz ki kimse hayatına hükmedemiyor hikaye ilerledikçe. Arızalardan biri, Bahri “babanın” onu, oğlunu geri almanın peşindeki Poyraz’ı çok sevmesi oluyor. Bir süre sonra, Bahri’nin şehzadesi oluyor. Ve tabii ki, evdeki hakikî “oğul”, Sadrettin bundan hiç hazzetmiyor. Üstelik Bahri, Ayşegül’ün hayatından “eksiltmeye” çalıştığı babasından başkası değil. Bir süre sonra, Duygu’nun da “yardımıyla” Poyraz’ın kimin yanında çalıştığını öğreniyor. Duygu ise bir başka çetrefil karakter. Bahri’yi “babası” olarak gören, belli ki “kaybettiği” babasını, ailesini Bahri ile bulan güzel bir genç kadın. Zaten, evdeki diğer üç korumanın Bahri “babadan” başka hiç bir şeyleri yok. Diğer mafya dizilerinin aksine, bu üçlüden ikisi (Sefer ve Zülfükar) hisleriyle, tuhaflıklarıyla derinleştiriliyor. Sefer, Duygu’ya bir türlü açılamayan “ezik” bir âşık; Zülfikar ise, kendince “sömürü” analizleri yapan, yarı çatlak, yarı komik bir karakter olarak detaylarıyla canlandırılıyor.

Velhâsıl, babalığa, çocukluğa, oğulluğa, kızlığa, eksikliğe, fazlalığa doğru onlarca çengel atıyor Poyraz Karayel. Anti-kahramanlarla dolu, kumpaslar, üçkağıtlar, hilelerle bezenmiş hikayesiyle ve en önemlisi, çok daha hakikî bir “babalık” anlatısıyla, kerim devlet hikayesiyle kendini kuran, kudretli bir “babalık” kurumuna işaret eden Diriliş Ertuğrul’a basbayağı kafa tutuyor. Dizi izlemenin en iyi tarafı, bize sunulan “babalık” mönüsünden bir hâl seçme durumunda kalmamak olsa gerek. Bu babaların beni yorduğunu söylemesem olmaz, onlara dair yazmasam hiç olmaz! Poyral Karayel’in “babalık” hâlleri içimi ürpertiyor.

Yazarın Tüm Yazıları