Paylaş
Yağmurlu gecelerden biri. İstiklal Caddesi’nin sağ paralelindeki sokaktan yürüyoruz. Daha doğrusu yürümeye çalışıyoruz.
Çünkü adım başı bir granit çukuru var.
Bir ya da birkaç granit arkadaş yerinden fırlamış ve ortada oynak bir çukur oluşturmuş. Hoplaya zıplaya yürümek gerekiyor.
Ama o kadar çok ki bunlardan, en sonunda boşveriyor ve bata çıka ilerliyorsun oynak granitler üzerinden.
Şimdi yeni Taksim Meydanı projesinde tüm meydan baştan aşağı beton, yani granit (ya da başka bir malzeme kullanılsa da fark etmiyor) olacağına göre endişelenmemek/granit toto oynamamak elde değil.
Yeni meydan taşları acaba kaç yağmur sonrası fırlayacak yerinden diye...
- TOPÇU KIŞLASI VE BİR AVM RÜYASI
Düne kadar, “Onaylanan Taksim Projesi’ni durdurun, dünyadan kent uzmanlarını çağırın, seminerler yapın, uluslararası yarışmalar yapalım” diyen Hıncal Uluç önceki günkü yazısıyla beni şaşırttı.
Çünkü projenin Topçu Kışlası’yla ilgili bölümüne dair şunları söylemiş:
“Tabii AVM yapacaksın. Hem de bu ülkenin en müthiş AVM’sini.
Öyle bir cazibe merkezi olarak yapacaksın ki, en başta çocuklar koşacak, oyun parklarına, tematik parklara... Anne babalar dünyanın en çarpıcı markaları arasında dolaşırken.”
Uluç bu yazdıklarına gerçekten inanıyor mu acaba?
Bir kere Taksim’e yapılan AVM’ye dünyanın en çarpıcı markalarının girmeyeceği ortada. Demirören’e Virgin dışında giren oldu mu?
Ne yazık ki hayır.
En iyi markalar İstinye Park’ta ve hâlâ Akmerkez’de.
Çocuklar için tematik oyun parkları da pek hoş bir hayal tabii.
Ama bunun için illa AVM yapılması mı gerekiyor?
Ayrıca hangi AVM’nin böyle bir duyarlılıkla hareket ettiği görülmüş?
Sonuçta AVM ticari bir işletme. Duyarlı davranmak zorunda hiç değil. Her şeyi bir yana bu ülke zaten “müthiş” AVM’lerle dolu.
Yeni ve “müthiş” bir tanesi daha eksik olsa fena olmaz mı?
Ve neden kimse oranın “müthiş bir park” olarak yenilenip geleceğe öyle kalmasından yana değil? Yoksa yeşil alan para kazandırmayan, sıkıcı, ama tam aksine nefes aldıran bir yer olduğu için mi?
Marilyn hangisi?
Marilyn ile Bir Hafta filminden çıkınca karar veremiyorsun.
Marilyn Monroe’ya acımalı mıyım yoksa tam aksi, aslında MM olmayı sevdiği ve bunu insanlar üzerinde zekice kullandığı için ondan azıcık da olsa nefret mi etmeliyim?
Çünkü insanı öyle iki arada bir derede bırakıyor ki Monroe.
Bir yanıyla ürkek bir kedi gibi.
Ona biraz ilgi göstereni sarıp sarmalıyor, gerçeğini tanımasına izin veriyor, hep yanında istiyor.
Sonra yavaş yavaş geri çekiliyor, kapılarını kapatıyor, MM olmanın hazzı ve hüznüyle yaşamayı tercih ediyor, bunu seviyor.
Bu ikilemi yaşatması açısından ilginçti film.
Michelle Williams’ın MM performansı da gayet iyiydi.
Beeves’in hiperaktif et kralı
Son günlerde bir et çılgınlığı hakim şehirde. Dükkan’dı, Nusr-et’ti derken etle uğraşan genç insanların açtığı restoranlar giderek daha çok ilgi görüyor, popüler oluyor.
Yıllardır gidilen o eski kebapçı modeli restoranlardan ise yavaş yavaş uzaklaşılıyor. Bu yeni kulvarın son temsilcilerinden biri de Şaşkınbak-kal’daki Beeves Butcher Steak House.
Mekanın genç sahibi Sidar Budak yeni et akımına dair ilginç şeyler söylüyor:
“Et kültürü dendiğinde hep bol baharatlı, çok pişmiş kebap akla gelir. Halbuki et saf haliyle yenmeli. O zaman gerçek tadı anlaşılır. Kebap şeklinde yediğimizde etin gerçek tadını alamıyoruz. Son dönemde sıkça açılan steak house’larla ete bakış açısı değişmeye başladı.
Önümüzdeki 10 yılda kebap out, steak in olacak. Bir de eti hep döverek, çok pişirerek mahvediyoruz. Oysa et dövülmez, baharatlarla canı yakılmaz ve çok pişirilmez.”
ÇİFTLİĞİ DE VAR!
Beeves’in en önemli özelliği, etlerin Budak’ın çiftliğinden geliyor olması. Kars ve Gebze’de hayvan çiftlikleri olan Budak, onlarla birebir ilgileniyor. Aşılardan seruma kadar her şeyi kendisi yapıyor.
Hiperaktif bir et kralı yani... Anadolu Yakası’nda hayli şöhretli olan Beeves’i pek yakında Avrupa Yakası’na da açmaya hazırlanıyor Budak. Tam zamanıdır derim.
Paylaş