Nasıl oluyorsa oluyor, Semra Özal yıllardır aynı yüz ifadesini, aynı kabarık 80’ler saçını, aynı makyajı, aynı gözlüğü, aynı takıları, hatta puroyu yıllardır koruyor/kolluyor.
Zaman değişti, şu oldu bu oldu ama Semra Özal hálá bir papatya kadını.
Oysa ben onun içinde gizli kalmış bir "party girl" olduğunu düşünüyorum.
Hani o ex-first lady’lik halleri, Özal soyadının ağırlığı, papatya kardeşliği olmasa kalkıp elektronik müziklerin çaldığı bir kulüpte zıp zıp zıplayabilir Semranım.
Ama işte yanlış zaman yanlış mekan yanlış boyut, bla, bla, bla...
Semra Özal üzerine bu düşünceler elbette rüyama girmiş filan değil. Geçenlerde kendisini Emre Ertürk’ünHuni Parke’yle ortaklaşa yaptığı projenin partisinde gördüm. Orada uçuştu bu düşünceler. Ve gitmek bilmedi tabii (bir tür Elm Sokağı Kábusu mu?)
Kendisi her zamanki gibi bir masaya kurulmuştu. Yanında eski-yeni jenerasyon papatya dostları...
Partideki "Denge" gösterisi için Amerika’dan gelen iki dansçıyla muhabbet ederken bile istifini bozmadı kendileri. Bir makas bile almadı dansçı çocuklardan...
Ve çok geçmeden Semranım başka bir kapıdan ağır çekimde terk etti mekánı.
Belki de evinde son ses müzik eşliğinde dans etmeye gitmiştir, kim bilir?
ALAKASIZ NOT: Söz konusu partinin yapıldığı Maslak Sun Plaza’nın roof’u nefis bir yer.
Mart ayında açılmış burası. Eğer kışa iyi hazırlık yapılıp deneyimli bir işletmeciyle anlaşırlarsa, İyi bir gece kulübü olabilir. Çünkü manzarası muhteşem. Tavanları yüksek ve aydınlatması şahane.
Bülent Abla taksi sever
Bugün ağır ablalardan gidiyoruz. Sıra Bülent Ersoy’da.
Birkaç gün önce havaalanında gördüm Bülent Abla’yı. Ki görmemek imkansızdı. Dev boyutlarda silindir bir şapkası, geometrik desenli tiril tiril bol bir elbisesi ve tabii simsiyah gözlükleri vardı... Tek başına indi uçaktan ve havaalanından da öylece yalnız çıktı.
Hem de taksinin ön koltuğuna konuşlandı. Sonradan öğrendim, meğer sık sık taksi kullanırmış ve hep ön koltuğa otururmuş. Bu bir Bülent Abla geleneğiymiş...
Leonardo ve Touareg
Hürriyet Cuma’nın "en iyi 10" listesi içinde de yer alan Polonezköy’deki Leonardo’yu yeni keşfettim. İki katlı bir ev Leonardo, ama bahçesi çok büyük ve her şeyi zaten orada yiyip içiyorsunuz... Uzun kahvaltılar için ideal.
Leonardo’yu keşfetmem ise alakasız başka bir mevzuyla ilintili.
O da şu: Yeni Volkswagen Touareg’in test sürüşü için yolum Polonezköy’e düşmüştü. Düşmesine düşmüştü ama bilen bilir, ben araba kullanmasını bilmem.
Tıpkı yayın yönetmenimiz Ertuğrul Özkökgibi (bakınız, doğru gazetedeyim!).
Yine de Touareg’çiler test sürüşünde olmamı istediler ve bir co-pilot olarak bu test sürüşü deneyiminden özetle şunları anladım:
1. Evet bu araç engebeli, çukurlu yolda dahi hiç sarsmıyor insanı.
Rahat rahat dergi/kitap filan okunabiliyor. İyi bir şey yani, tavsiye ederim.
2. Şoförünüz daha önce geçilen bir yolu unutup aniden size şöyle bir soru yöneltebiliyor: "Buradan dönüyorduk di mi?". E tabii dağa/taşa bakmaktan hangi yoldan girildi/çıkıldı/sapıldı dikkat etmediğimden şoförü hep hayalkırıklığına uğrattım, o ayrı...
3. Co-pilotlar derneğini kurmak/örgütlemek, bu derneğin yönetim kurulunda görev almak ve şoförüme arabayı park ederken "gel, gel, sağda yer var, orada dur" demek istiyorum.
Arabalar konusundaki tek idealim budur, şu hayatta.