Paylaş
Bienal açılışı, Bienal’le ilintili orada burada partiler, güçlü sergiler (mesela en iyisi Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki Zero) ve dahası bugün başlayan ArtInternational.
Tüm bu yoğunluk içinde oradan oraya koşuşturan (ben de dahil) kalabalığa bakınca akla şu sorunun gelmesi kaçınılmaz:
Sanat için sosyalleşmek mi yoksa sosyalleşmek için sanat mı?
Tekerleme gibi oldu ama koşturan kitleye baktığımda ikincisi ağır basıyor gibi.
Misal: Salı gecesi Contemporary fuarını organize edenler, Bienal şerefine Lucca’da hem yemek hem de bir parti verdi. Ve Lucca, belki de daha önce hiç ağırlamadığı kadar karmaşık bir kitleyi o gece ağırladı.
Bir yanda Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer ve Hasan Bülent Kahraman vardı, bir yanda ise Ece Sükan’ın başını çektiği eğlenceli/bohem bir grup: Cüneyt Akeroğlu, Alican İçöz, Ateş Gündoğdu, Melisa Mızraklı ve Arslan Sükan.
Galeri sahipleri de oradaydı elbet: Murat Pilevneli ve Demet Müftüoğlu Eşeli.
“Mekan Top 10 listende bence şu mekan daha çok yükselmeli” diyen sevgili Mustafa Taviloğlu’nu da unutmayalım tabii. Gecenin en parlak isimlerindendi. Yabancı davetlileri es geçmeyeyim. Ama böyle davetlerde yabancıları kendi haline bırakıyoruz nedense. Yine kendi gruplarımızla sosyalleşmeyi tercih ediyoruz.
Peki hiç sanat konuşulmadı mı partide?
Elbette konuşuldu. Bir ara. Mesela, Bienal’in bu sene ya çok iyi olup parlayacağı ya da çok kötü olup yerlerde sürüneceği konuşmalarına şahit oldum. Herkes, “Bekleyelim görelim” havasındaydı.
Kısacası, sosyalleşmek için sanata devam. Gezip gördükçe size anlatmaya da.
Gülşen’in oyuncak silahı
Koreografi öyle gerektiriyorsa, sahnede bir hikaye anlatıyorsan her şey yapılır.
Sanatçı kendini sınırlamamalı.
Dolayısıyla oyuncak silah da şovun bir parçası olabilir.
Hatırlayın, Madonna İstanbul’da da izlediğimiz konserinin bir bölümünde silah kullanmıştı, onunla dans etmişti.
Turnesinin ilk başlarında bu silahlı şovuna tepki almıştı Madonna, ama her zamanki gibi aldırmadı, yoluna devam etti, bildiğini yaptı. Gülşen de önceki gece Harbiye Açıkhava konserinin açılışını Dan Dan şarkısına istinaden silahla yaptı.
Önce Bond videolarını andıran bir videoda gördük Gülşen’i. Ardından pat diye sahnede arz-ı endam etti elindeki silahla.
Etti ama elindeki silahla büründüğü şov kahramanına ya kendisi de inanmadığından ya da aşırı heyecandan tir tir titredi, ürkek bir ceylan gibiydi. Ben bu meseleye, bir de Gülşen’in boyunu endamını fazlasıyla genişleten/kabalaştıran o kırmızı uzun çizmeye takılıp kalmıştım ki, sosyal medyadan silahla ilgili tepkiler geldi. “Silaha karşıyız, nasıl şovunda kullanabilmiş?” diye.
Doğrusu içinden çıkılması zor bir tartışma. Bir de üstüne, “Ülkemiz şiddetli günler yaşarken...” cümlesi kurulursa daha da çıkmaz sokak...
Yine de mesele dönüp dolaşıp inandırıcılığa geliyor. Keşke şovu yapanlar buna daha çok kafa yorsaydı. “Hadi oyuncak silahı eline al, çıkıver” kafası olmasaydı...
Hande Ataizi’ne film tavsiyesi
Hande Ataizi, Vogue dergisine verdiği röportajda, “Leon’un özgür ruhlu olmasını arzu ediyorum. İnşallah iyi bir insan olur, beni de sever. Bilemiyorsun ki. Çocuğun diye seni sevmek zorunda değil” demiş.
Bir anneden bunu duymak zordur. Düşünse-nize hangi anne, “Çocuğum diye beni sevmek zorunda değil” cümlesini rahatlıkla kurabilir?
Hande elbette çocuğu tarafından sevilmek istediğini söylemiş ama sevgiyi boyunduruk altına sokmamış, özgür bırakmış, çocuğunun duygusuna güvenmiş. Bu noktada Hande’ye bir film tavsiyem var. İzlemiş de olabilir. Kevin Hakkında Konuşmalıyız adlı film, bir anneyle (Tilda Swinton nefis oynuyordu) oğlunun zor ilişkisini anlatıyordu. Hem de ne zor!
Bebekken annesinin kucağında zır zır ağlayan psikopat Kevin, babasının kucağında bir meleğe dönüşüyordu ve tüm garezi tuhaf bir şekilde anneye karşıydı. Anneden nefret ediyordu. Düşündüm de. Hande filmi izlemesen daha iyi.
Paylaş