Paylaş
İSTANBLUE’NUN REKLAM FİLMİ
İstanblue’nun İstanbul’un semtleriyle gece hayatı karelerini birbirine zekice “denk düşüren” filmi gerçekten eğlenceliymiş. Yaratıcılarına tebrikler. Özellikle “Avcılar” kısmı için!
MAHSUN’UN PAULO COELHO ZİYARETİ
Malum, Paulo Coelho “Elif” adlı yeni romanı için İstanbul’a teşrif etti ve basınla ilk buluşmasını da Pera Palas’ta yaptı. Basın toplantısının sonlarına doğru gelen bir isim ise herkesi şaşırttı: Mahsun Kırmızıgül.
Bu ziyaretin sebebi elbette, “Mahsun, Elif romanını film yapmak istiyor” şeklinde yorumlandı.
Filmlerine “yazan-yöneten-oynayan” şeklinde üçlü imza atmaktan hoşlanan Kırmızıgül eğer Coelho’nun kitabını sinemaya uyarlarsa, “yazan” etiketinden vazgeçmiş olacak.
Bence aklında böyle bir şey varsa yapsın. Hiç düşünmesin.
AHU YAĞTU’NUN TASARIMLARI
İstanbul gece hayatında özel partiler genelde hafta içi yapılır. Ya salı ya da perşembe gecesi filan.
Ahu Yağtu’nun ev sahipliğini üstlendiği Slim Trends ise bu kuralı yıktı. Cuma gecesi W Lounge’da gerçekleşti parti.
Tam da derbinin olduğu gece yani.
İlk başlarda maç nedeniyle boş olan mekan 23.30’dan sonra birden doldu. Ve çok geçmeden Ahu’nun tasarladığı kıyafetler sergilenmeye başlandı. Değişik bir üslupla üstelik.
Dönen bir platformun üzerine çıktı mankenler.
Ve üzerlerinden geçen lazer ışığının altında robot gibi kımıldamaksızın kıyafetleri sergilediler. İyi fikirdi.
Kıyafet demişken, uzay gemisi hostesi gibiydi çoğu kıyafet.
Tamam, elbette hayatımda hiç uzay gemisi hostesi görmedim. Ama bilim kurgu filmlerinin gözü kör olsun.
Bu konuda genel bir imaj yerleştirmişler işte kafamıza...
İki kadın, bir donör ve evlilik
Bizde “İki Kadın Bir Erkek” adıyla gösterime gören “The Kids Are All Right”, üzerine bol bol konuşulacak filmlerden.
Çünkü filmde iki lezbiyen kadının kurduğu aile ve onların yaşadıkları her bir çatışma, “normal” diye bilinenin sıkı birer alternatifi. Ütopyası. A’nın Z versiyonu.
Ama roller yine hep aynı kalıyor, o başka. Nasıl mı?
Buyrunuz filmle ilgili düşüncelerimi sıralıyorum yüksek sesle...
- Evli ve çocuklu çift lezbiyen de olsa, aralarındaki rol dağılımı yine heteroseksüel çiftlerin düzenindeki gibi oluyor. Bir taraf evi çekip çeviriyor, yani para kazanıyor. “Aile reisi” ve dominant oluyor. Diğer taraf ise (çok istekli olmasa da) evde oturup çocuklara bakıyor.
- Para kazanan taraf tüm aileyi kontrol etmekten müthiş bir haz alıyor, egemen olmak, güçlü hissetmek en sevdiği şey. Her şeye karışıyor. Evde kalan ve daha çok duygusal olan diğer taraf ise kendine olan güvenini yitirdikçe yitiriyor, dibe yuvarlanıyor.
- Neyse ki yıllar sonra ortaya çıkan sperm donörü, yani çocukların babası ortalığı karıştırıyor. İki kadının kurduğu hayat bir anda altüst oluyor.
Çünkü çocuklar ve ezik/duygusal kadın bu donör/babanın yaşam tarzına bayılıyor.
“Aile reisi” esas kadın ise bu durumdan nefret ediyor.
Bu aileyi kuran, ekonomik olarak büyüten kendisi olduğu için fena halde heyheyleniyor, gıcık oluyor, kapitalizme lanet ediyor.
Tıpkı heteroseksüel evliliklerde olduğu gibi...
- Peki bu filmden çıkan sonuç?
Evlilik, ister heteroseksüel ister gay çift arasında gerçekleşmiş olursa olsun fark etmez, herkesi aynı kalıba sokar. Rolleri keskinleştirir ve insanların kişiliklerini değiştirir/eritir.
Ama araya çocuklar girdiği için onların hatırına bu İŞ devam ettirilir.
Paylaş