Paylaş
Biz neyi eksik veya yanlış yapıyoruz?
Öncelikle şuna bakmak lazım, biz kucağımızda tuttuğumuz potansiyele güveniyor muyuz? Güvenilen çocuk, güvenen ve güvenilen yetişkin olur; huzurludur, güler yüzlüdür, umut dolu ve mutludur. Zira doğan her bir çocuk potansiyel bir filozof, sanatçı, düşünür, bilim insanıdır. Bazı toplumlara bakıyorsunuz birçok sanatçı, filozof, düşünür çıkmış, bazı toplumlarda ise çöl gibi, yok! “Allah niye vermemiş bunlara?” diye düşünürsünüz, ama mesele “Allah’ın vermesi” meselesi değildir. Mesele toplumun çiftçiliği meselesidir. Bu nedenle her anne baba, kendi çocuğunun çiftçisi olmak zorundadır.
Anne-babalar çocuktan ne istiyor?
Onun, gelecekte çok başarılı biri olmasını. Ancak bu isteğin sınırını çizemiyor. Hiçbir anne-baba kötü niyetli değil. Hepsi de çocuğunun bağımsız, özgür, kendi ayakları üzerinde duran kişiler olmasını istiyorlar. Niyet, yola çıkmak için önemli bir adım, ama bunun arkasında hangi bilginin olduğu, o yola devam edebilmek için çok önemli. Oysaki bizde ‘korku kültürü’ hâkim. Ancak ‘sevgi kültürü’ hâkim olduğunda her şey değişecek.
Nasıl bir korku kültürü?
Asırlardır gelen bir kültür bu… Bir anlam verme sistemi. Korku kültüründe en temel değer, güçlü olmak. Mesela bizim kültürümüzde damada “İlk gece gözünü korkut, kadın kısmına yüz verilmez. Çocuğu uyurken öp, ne karını şımart ne çocuğunu” derler. Geline ise “Kız, güzel olmuşsun ne yazar bahtın güzel olsun. Erkekler kadir kıymet bilmez. Nikâhta ayağına sen bas ki senin dediğin olsun. Kadının fendi, erkeği yendi” derler. Yani herkes güçlü olma peşinde. Peki, biz aile mi oluşturuyoruz yoksa savaş mı başlatıyoruz? Nedir bu güç savaşı? Bu bakış açısı var olduğu sürece, müthiş bir potansiyel olan çocuk gelişemez. Çünkü onun gelişebilmesi için beslenmesi lazım. İşte o besin sevgi, saygı, güven ve ilgidir.
Biz çocuk yetiştirirken varoluşa değil de bilgiye mi ağırlık veriyoruz?
Kesinlikle! Hâlbuki çocuk yetiştirme, salt bir bilgi işi değil, bir varoluş işi. Şimdiye kadar yazılan birçok kitapta bilgi var. Oysaki insan, varoluşu itibarıyla dört temel prensibe ihtiyaç duyuyor: Sevgi, saygı, ilgi ve tanıklık! İşte ben bu kitapta buna dikkat çekmek istedim. İnsan biyolojik ve zihinsel bir varlık. Her birimizin hayatının bir anlamı var. Çocuğun yapısında da o anlam içinde duygusallık var. Çocuğu gönülden candan sevmek gerekir ki duygu gelişsin. Eğer bu sağlanamazsa, o çocuk da gelişemez. İmkânı yok! Bunun için sevginin nasıl bir gıda olduğunu anne-babalar bilmelidir.
Buna ‘varlık felci’ diyebilir miyiz?
Evet, çok güzel bir tanımlama. Tam da budur! Bir insanın her şeyi olabilir. Parası, bilgisi, her şeyi… Fakat sevgisi yoksa o bir felç durumunu ifade eder. Anne babalar, çocuklarının felç olmasını istemiyorsa, sevgiyi oldukça iyi bir şekilde vermelidir çocuğa.
Kitapta, her anne-babanın sadece çocuk yetiştirmediğini, aynı zamanda içinde yaşadığı topluma yurttaş yetiştirdiğini söylüyorsunuz… Farkında mıyız bunun?
Farkında olmalıyız. Mesela bir ormana bakın… İçinde ağaçlar var, hayvanlar var. Hepsi farklı farklı, ama müthiş bir ahenk içinde yaşıyorlar. Üstelik ormandaki her birey, o ormana uyumlu bir şekilde yetiştiriyor yavrularını. Yani yine varoluş hikâyesi. Ancak insanlar aynı durumda değil. Her insan varoluşunun gücünü keşfetmeli ve içinde yaşadığı topluma özgür yurttaşlar yetiştirmeli. Çocuğunu dayakla terbiye eden bir toplumda demokratik hayatın oluşması olanaksızdır. Dayak, azar ve utandırma, korku-kaygı kültürünün terbiye arayışıdır. İşte bu, çocuğu kısıtlar, ona duvarlar örer.
Peki, çocuk gelişimine duvarlar örmemek için ne yapmamız gerekir?
Bir defa her çocuğu, potansiyel sahibi küçük bir insan olarak görmek gerekir. Anne-babanın, bu küçük insanın gelecekte kendisi ile ilgili kararları kendisinin verebileceğini peşinen kabul etmesi gerekir. Ona destek olmakla, onun, anne-babanın istediği kişi olması dayatmasının arasında çok büyük bir fark bulunuyor. Çocuğa saygı göstermek gerekir. Geliştiren insan modeli, bunu gerektirir. Kalıplayan insan modeli ise, çocuğu her anlamda kalıba sokar, anne-baba kendi kafasındakileri çocuğa dayatır. Akıllı anne-baba, çocuğun davranışına yönelmez, çocuğa yönelir. Çocuğun davranışını çocuk yönetir, anne baba yönetmeye kalkışmasın. Bence, bir anne babanın hedefi şu olmalıdır: Çocuğum öyle biri olsun ki, her koşulda kendi ayakları üzerinde durabilsin, iyi olanı doğru davranışla hayata uygulayabilsin. Bu nedenle çocuğa sevgi verilmeli, saygı gösterilmeli, önemsenmeli çocuk. Anne-baba ilgili olmalı ve en önemlisi de tanıklık etmeli ve örnek olmalı.
Paylaş