Bilinen bir gerçek var. Sinemacılar korsan DVD ve VCD’lerden dertli.
Bugüne kadar bana bu sıkıntısından bahseden pek çok kişiyle konuştum. Ama inanın, şimdiye dek derdini bu kadar derinden hissettiren kimse olmamıştı.
Organize İşler bu hafta vizyona giriyor ya. Filmi senaryo yazarı, yönetmeni ve başrol oyuncusu (ben yazarken yoruldum, kendisini enerjisi için tebrik ediyorum) Yılmaz Erdoğan’la konuşmak üzere BKM’ye gittim.
Filmin cümlesi, İstanbul’un kuşbakışı görüntülerini sinema salonlarına taşıyacak olan helikopter çekimleri, Numan’ın (Yılmaz Erdoğan’ın oynadığı karakter) 11 ya da 12’sinin Ocean’s 11 ya da Ocean’s 12’le bir alakasının olup olmadığı, Cem Yılmaz’ın rolü derken, söz döndü dolaştı, mutlaka uğraması gereken yere, gişe beklentisine geldi.
İşte o noktada Yılmaz’ın rengi, ses tonu birden değişiverdi.
Oklarının ilk hedefi sinema salonlarıydı, şöyle sordu; "Gişeden söz ederken sinema salonlarının cebe indirdiklerini, tam-öğrenci bileti hırsızlığını sayacak mıyız?"
Vizontele ve Vizontele Tuuba’da başına gelenleri anlattı; "Bir şehrimizden gelen rapora göre filmimi izleyenlerin yüzde 98’i öğrenciymiş. Olacak şey mi bu? Hiç mi yetişkin insan yaşamaz bu şehirde?"
SİNEMA MADENCİLİKTEN SONRA EN ZOR İŞ
Yılmaz’ın korsanı es geçeceğini düşünmüyordum, ki zaten öyle de oldu; "Sinemacılar ayrı çalıyor, korsan mal satanlar ve alanlar ayrı" dedi, "Korsana para yatıranlar fakir edebiyatı yapıyor. Onlar fakir de sinemaya gidip, bilet alanlar petrol zengini mi? Paraları yetmiyor diye gidip her şeyi çalsınlar o zaman!"
Gördüğünüz gibi Yılmaz Erdoğan çok dertli, hatta o kadar dertli ki, işi evlerinde korsan DVD bulunduran arkadaşlarıyla ilişkisini kesmeye kadar götürüyormuş.
"Ben hırsızlarla dost olmam, hırsızların evine gitmem" diyerek şöyle devam etti; "Sinema, madencilikten sonra en zor iştir. Herkes dinlenirken biz çalışırız. Kısacık bir çekim için sıcak soğuk demeden, saatlerce sette bekleriz. Emek harcayan adamlardan para çalıyorlar, bu hırsızlığı yapanların hiç birine hakkımı helal etmiyorum."
Yılmaz Erdoğan o gün o kadar içten konuştu ki (bu röportajı Cumartesi günü Kanal D’de yayınlanacak olan Sinema programında izlerseniz, bana hak vereceksiniz), çekimde görev yapan arkadaşlardan biri çıkarken dayanamayıp aynen şöyle dedi: "Yılmaz bey, itiraf ediyorum, bugüne dek ben de korsan DVD ve VCD’lere para verdim. Ama size söz veriyorum, bir daha yapmayacağım."
Bir kişi bir kişidir tabii, ama umarım arkadaşımız bu konuda tek kalmaz.
Hollywood 2005’e ağlıyor
Her ne kadar geleceğe bakalım desek de, yıl sonu geldiğinde geçmişe bakmak adetten. 2006’ya yaklaşmakta olduğumuz şu günlerde, Hollywood’da herkes 2005’in ne kadar kötü bir yıl olduğunu konuşuyor.
Raporlar, Amerika’da sinema sektörünün 1997’den beri en kötü yılını geçirdiğini göstermekte. Gişede de geçen yıla oranla yüzde 7.3’lük bir kayıp olmuş.
Aralık ayında vizyona girerek sektörü biraz da olsa canlandıran King Kong ve Narnia Günlükleri’nin etkisiyle bu kaybın yüzde 6’lara inmesi söz konusu. Ama bu durum bile çok iç açıcı değil.
Düşüş, ev sinemasına olan ilginin artmasına ve 2005’in filmlerinin seyirciyi memnun etmemiş olmasına bağlanıyor.
Hollywood, 2006’da umutlarını Görevimiz Tehlike 3, Da Vinci Şifresi, X-Men 3 ve Pixar animasyonu olan Cars’a bağlamış. Koca Hollywood, kötü gidişata sadece bu dört filmle dur diyecekse, vay haline!
Körfez Savaşı’ndaki kavanozkafalılar
Sam Mendes’in Körfez Savaşı’nı konu alan filmini ön gösteriminde izledim. Adı Jarhead, yani Kavanozkafa.
Kavanozkafa, Amerikan askerlerinin kendi kendilerine taktıkları bir isimmiş. Bu isme, o dönem orduda moda olan bir saç tıraşı ilham vermiş. Filmdeki ana karakter bu takma adın arkasında yatan bir nedenin de orduda görev yapan bazı boş kafalı askerler olduğunu ima ediyor. Yorum yok tabii, biz aktarmakla yetinelim.
Filmden anladığımız kadarıyla Körfez Savaşı’ndaki Amerikan askerleri Çöl Fırtınası sırasında fazlasıyla sıkılmışlar. "Irak’lılara günlerini göstermek istiyoruz" diye slogan atarak çöle indikten sonra tek yaptıkları şeyin mastürbasyon, varoluş tartışmaları, mastürbasyon ve yine mastürbasyon olduğunu anlıyoruz.
Adamlar çölde öyle bir sıkılmışlar ki, aylar sonra düşmana ateş etme şansı elde edip, son anda gelen bir emirle bundan vazgeçmek zorunda kaldıklarında sinir krizi geçirebiliyorlar.
Oscar’lı yönetmen Sam Mendes, savaş sahnelerine yer vermeden bir savaş filmi çekmiş. Savaş karşıtı bir film nasıl olur diyorsanız, Jarhead’i bir kenara not edin. Film önümüzdeki aylarda vizyonda olacak.
Bunu biliyor muydunuz?
Akbank Kısa Film Yarışması’nda En iyi Kurmaca Film, yönetmenliğini Mehmet Bahadır Er’in yaptığı Zilzal, En İyi Belgesel Film ise yönetmenliğini Behiye Yılmaz’ın yaptığı Bir Çift Kanadın Peşinde oldu.