Paylaş
Ee tabii dev ekranın ve üç boyutlu izlemenin keyfi başka oluyor.
Ama şimdi yazacaklarım havamızı söndürecek.
Japonlar filmi 4DX formatında gösterime soktu.
Yani üç boyutlu görüntünün yanında hareket eden koltuklar, rüzgar, su ve koku gibi efektler de var.
Tony Stark yumruk yediğinde koltuklar da sağa sola, aşağıya yukarıya sarsılıyor, filmde hava soğuduğunda izleyicilere soğuk hava üfleniyor. Arada yüzünüze su damlaları püskürtüyorlar, ortama farklı kokular yayılıyor.
Iron Man 3’ü sanki içindeymiş gibi izlemenin de bir maliyeti var tabii; normalde 18 dolar olan bilet çıkıyor 28 dolara.
10 dolar dördüncü boyuta geçmek için kimseye engel olacak bir fark değil tabii.
Hatta bu fark can acıtmasın ve ayak alışkanlığı olsun diye, 28 doların içine bedava mısır ve kola koyan sinemalar da varmış Japonya’da.
Bundan iyisi Şam’da kayısı herhalde.
Bakın nasıl okunuyoruz
Pazar günü THY uçağındayım.
Yan koltuğumda oturan başı kapalı, 55 yaşlarındaki bir kadının elinde Hürriyet Kelebek var.
Tamer Karadağlı röportajının olduğu sayfaya geldiğinde ben de çaktırmadan pür dikkat kesiliyorum.
Önce Tamer’le ikimizin fotoğrafına uzun uzun bakıyor.
Baştan aşağı süzüyor ikimizi de.
Sonra başlıklara göz atmaya başlıyor.
Eyvah! Başlıklara bakıp geçecek galiba.
Yok, devam ediyor.
Bir oh çekiyorum.
İnsanın yazısını okuyan birini gözetlemesi ne kadar da stresli bir şeymiş.
İlk okuduğu kutu, “karşı cinsle hep iyi anlaştım” başlığı altında olan.
Pek bir takılıyor oraya.
Sonra satır satır okuyor tüm yazıyı.
Bayağı sürüyor fotoğrafları detaylı bir şekilde inceleyip, yazıyı okumayı bitirmesi.
Dayanamıyorum, gidiyorum yanına, “Bu röportajı yapan benim, merak ettim, en çok neresi ilginizi çekti?” deyiveriyorum.
Şöyle bir bakıyor bana, “Sen ne güzel kızmışsın, fotoğraflara baktım da, belin ne kadar da inceymiş” diyor.
Bu olayla bir kez daha kanıtlandı ki, Hürriyet Kelebek’in fotoğrafları büyük kullanıp, hakkını vermesi işe yarıyor.
Çünkü, açık kapalı, genç, yaşlı fark etmiyor, kadın kadına bakıyor, inceliyor, üzerinde kafa yoruyor.
Sadece kadına değil, erkeğe de bakıyor, “Tamer de zayıf görünüyor, yazında okudum hiç de spor yapmıyormuş üstelik, Allah vergisi demek ki, maşallah” diyor.
Bu arada, Tamer Karadağlı’nın kızıyla olan ilişkisine ve boşandıktan sonra kızını hayatının merkezine koymasına da bayıldığını ekliyor.
Bir okuruma böylece dokunmuş, onunla sohbet etmiş oldum.
Keşke arada sizinle de buluşsak, yazılar, fotoğraflar üzerine yüz yüze konuşsak, fikirlerinizi dinlesem.
Olmaz mı acaba?
Siz de bir düşünün, bir formül bulursanız yazın bana.
Sanatçılar kedi köpek gibidir!
Sezen Aksu, “Sanatçılar kedi köpek gibidir” dediğinde, “Hah” dedim, “İşte içlerinden biri, birbirlerine nasıl baktıklarını, aralarındaki rekabeti ve husumeti kabul etti”...
Meğerse Sezen Hanım iyimser tarafından yaklaşıyormuş olaya.
“Sanatçılar kedi köpek gibidir. Sevilmeye, şefkate muhtaç insanlardır. Nasıl hayvanlar ayaklarımızın dibinde dolaşır ve ‘bizi sev’ derler, sanatçılar da tıpkı öyledir. Neredeyse Allah rızası için insanlara ‘Beni sev’ diye yalvaracağız” diye açıkladı durumu.
Genelde aynı evde büyüyen ve birbirlerini bebekliklerinden beri tanıyan kedi köpeklerin iyi anlaşma şansı vardır.
Ama bilinen kural şudur; kedi ve köpek birbirini yer, biri hırlar, dişlerini gösterir, diğeri tıslar, tırmalar, pati atar.
Sanatçılar da, eğer çok iyi dost değillerse birbirini yer, müzik listelerinde, konserlerde, albüm satışlarında, haber olma konusunda, ödül törenlerinde vs, vs...
Yani siz Sezen Hanım’ın “sanatçılar kedi köpek gibidir” cümlesini, aynı benim yaptığım gibi, halk arasında bilinen anlamıyla yorumlayabilirsiniz.
Paylaş