DOKUZUNCU Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in çok güzel bir sözünü anımsarız. “Bu milletin bir tek ordusu var” der. Onun üzerinde titremek, itibarını korumak herkesin borcudur anlamına gelir bu söz. Ama onun üzerinde titreme borcu sadece sivillerin yahut siyasilerin değil, askerin de üzerindedir.
Varlığımızın, bağımsızlığımızın en büyük teminatı olan ordumuzu son zamanlarda çok hoyratça tartışıyor hatta hırpalıyoruz.
Buna Silahlı Kuvvetlerimiz konusunda hiç de iyi niyetli olmayan çevreler kadar, kendi içinden çıkmış, "demokrasi"yi "hukuk devleti" kavramını hiç hazmetmemiş kişiler de sebep oldu.
Nitekim bakın... Bir gazeteyi açıyorsunuz, eski Genelkurmay Başkanı’nın Başbakan’la Mayıs 2007’de Dolmabahçe’de yaptığı ve içeriği kamuoyundan saklanan görüşmenin tartışıldığını görüyorsunuz.
Ötekini açınca karşınıza Genelkurmay’ın bir biriminde iki ay önce hazırlandığı ileri sürülen ve düpedüz meşru rejimi hedef alan bir belge çıkıyor.
Yeri gelince ayrıntılı olarak değineceğiz. Şimdi kısaca söyleyelim:
Eğer Türkiye’de "hukuk devleti" gerçekten varsa, bir Genelkurmay Başkanı’nın Başbakan’la yaptığı görüşmenin "mezara kadar saklı kalması" diye bir şey söz konusu olamaz. Çünkü "görev"le ilgili bir konuşmanın içeriği onların değil "kamunun" malıdır.
Tamam, "devlet sırrı" sayılacak bir içerikten söz ediliyor olabilir. Ama onun da yolu, söz konusu konuşmanın yazılı hale getirilmesi ve gizlilik kaydıyla devletin envanterine aktarılmasıdır. Zamanı gelince -diyelim 30 sene sonra- açıklanır. Kamuoyu da bunun "hukuk devleti"ne uygun bir işleme tabi tutulduğunu bilir. Dolmabahçe’de "hukuk devleti"ni yok sayıp Genelkurmay’da "hukuk devleti"nden dem vurursanız, kimseyi samimiyetinize inandıramazsınız. Bu bir.
İkincisi de Silahlı Kuvvetlerimiz’in itibarını beş paralık eden iddialar, soruşturmalar ve tavırlardır.
Dursun Çiçek isimli kıdemli Deniz Kurmay Albay’ın "İrticayla Mücadele Eylem Planı" başlıklı bir belge hazırladığı iddiası, gerçekten Silahlı Kuvvetlerimizin itibarına, onun demokrasiye ve hukuk devletine bağlılık iddialarına vurulmuş ağır bir darbedir.
Böyle bir durumda Genelkurmay Başkanlığı’ndan beklenen en doğru hareket, olayın en dinamik şekilde soruşturulmasıdır. Bunun yapılmadığı söylenemez. Ama o yetmez. Kamuoyu lafı dolandırmadan yapılan açıklama bekler. Nasıl "Soruşturmada şu ana kadar elde edilen delillerden askeri savcılık, iddia edilen belgenin Genelkurmay Başkanlığı’nın herhangi bir biriminde hazırlandığına ilişkin bir kanaate ulaşamamıştır" denilmesinde sakınca görülmediyse aynı şekilde "Albay Dursun Çiçek bu belgeyi kendisinin hazırlamadığını söylemiştir" de denilebilirdi, aksi söz konusuysa "Albay Çiçek şunları söylemiştir" de denebilirdi. Çünkü "belgenin sahte olup olmadığına ilişkin kriminalistik inceleme" yapıladursun, ortada adı geçen ve konuyla ilgili sözleri birinci derecede önem taşıyan biri vardır.
Galiba çoğumuz her şeyi çok biliyoruz da asıl bize lazım olanları bilmekte zorlanıyoruz.