Hesap sormayı öğrenmedikçe

METEOROLOJİNİN uyarılarına aldırış etmememizin, kış gerçeğine karşı zamanında ve yerinde önlem almayı hálá öğrenememiş olmamızın faturasını hepimiz ödüyoruz.

Ama hepimiz adına en büyük, en anlamlı ve en acı faturayı ödeyenler, okuldan karnesini alıp eve dönerken ölen İstanbullu 9 yaşındaki Kemal Atalay'la Erzurumlu 16 yaşındaki Hüseyin Şahan oldu.

Türkiye'nin her tarafı perişan... Karadeniz kıyılarındaki Samsun ile Akdeniz kıyısındaki Antalya, aynı acımasızlıkla döven, onunla yetinmeyip felaket getiren rüzgarla ve ölçüsü kaçmış yağışlarla boğuşuyor.

Balıkesir'in mağduriyeti Kayseri'den... İstanbul'un burnunun dibindeki Hadımköy'de, Haramidere'de soğuğa ve kara esir düşenlerin yaşadığı felaket, Erzurum'dakilerden aşağı değil.

Dünya şehri dediğimiz, 2000; 2004; 2008 olimpiyatlarına aday gösterince boyumuzun ölçüsünü aldığımız, yetmiyormuş gibi şimdi bir de 2012 için hava atmaya başladığımız İstanbul'daki durum ise -belki- hepsinden vahim:

Önceki akşam karnelerini almış binlerce -belki on binlerce- yavru evlerine altı saatte, sekiz saatte ulaşamadılar. Analar babalar ‘‘okul servisi’’ beklemekten bitap düştüler.

İşinden evine dönemeyen, hastasına doktor çağıramayan, otobüs, dolmuş, taksi bulamayan, çareyi kilometrelerce yolu yürümekte arayan insanların düştüğü çaresizliği hissedebiliyor musunuz?

Bu durum çok kötü...

Ama bu durumda faturayı hemen birinin önüne koymaya hakkımız yok. Keza hemen ‘‘Biz adam olmayız’’ edebiyatına da gerek olduğunu hiç düşünmüyoruz. Çünkü bu çaptaki kış, kar, soğuk, fırtına dünyanın neresinde olursanız olun üç aşağı beş yukarı buna benzer zorlukları, çaresizlikleri davet eder.

Ama bu gerçek, ‘‘tedbirsiz’’ davranma hakkını kimseye, özellikle Belediye Başkanlığı gibi, Mülki Amirlik gibi, Bakanlık gibi üst düzeyde sorumluluk üstlenmiş kişilere vermez.

Tam tersine... Bu durumda tüm o yetkililerin ‘‘fırtına geçince unutulur’’ diye düşünmeyip görüne görüne gelen bu şiddetli kış ve fırtına öncesinde ne gibi önlemler aldıklarını, o önlemlerle neyi ne kadar önleyip hangi sorunu niçin çözemediklerini kamuoyuna açıklamaları gerekir.

Saydam yönetim, demokratik sistemin temel ilkelerinden biri olan hesap verme görevi ancak bu suretle yerine getirilmiş olur.

Tabii saydamlığa bel bağlamak, yetkililerin hesap vermesini istemek bekleyerek olmaz; onları bilgi vermeye, hesap vermeye zorlayan mekanizmaları işletir, sivil toplum örgütlerini harekete geçirirseniz olur.

İşleyen demokrasi bunu gerektirir.

Hemen belirtelim:

Sadece İstanbul için konuşmuyoruz. Türkiye'nin her tarafındaki yerleşim yerlerinde insanlarımız artık bu hesabı sormayı öğrenmeliler. Aksi halde bundan sonraki felaketlere aynı çaresizlikle katlanmaya razı olmalılar.
Yazarın Tüm Yazıları