Paylaş
Ülkedeki sokak gösterilerinin arka planında Ürdün’ün geçen sene Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yaptığı anlaşmanın bulunduğuna işaret ediliyor. Ürdün 2016 yılında IMF’den 723 milyon dolar kredi sağladı ve bu krediye karşılık IMF’ e bazı yapısal “reformlar” yapmak konusunda taahhütlerde bulundu. Tartışmalı vergi yasasının da IMF’ in Ürdün’den uygulamaya koymasını talep ettiği “kemer sıkma” politikalarının bir parçası olduğu anlaşılıyor.
Geri çekilen vergi yasası yanında, un ve petrol gibi bazı temel ürünlere devletin sağladığı sübvansiyonların kaldırılmasının (fiyat artışlarının) halkta yarattığı rahatsızlığın, asgari ücretin arttırılması isteğinin, ülkede “yaygın olduğu” ileri sürülen “yolsuzluklara” son verilmesi taleplerinin (ve benzeri ekonomik şikayetlerin) Ürdün’deki son yaygın halk gösterilerinin nedeni olduğu izleniyor.
Ürdün nüfusu 10 milyon civarında, toprakları (çoğu çöl) 90 bin km2’nin biraz altında küçük bir ülke. Ürdün’ün (petrol ve doğal gaz gibi) doğal kaynakları da yok. Buna rağmen Ürdün Orta Doğu’daki gelişmelerde, bölge dengelerinde önemli bir rol oynuyor. Bunun temel sebebi Ürdün’ün jeostratejik konumu; İsrail, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan arasında önemli bir bölgede yer alması, Filistin sorununda (ve İsrail’in “güvenliğinin” sağlanmasında) oynadığı merkezi rol.
Ürdün’ün (bir ülke olarak) kurulması kararı İngilizler tarafından Birinci Dünya Savaşı sonrasında alınmıştır. Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu toprakları İngiltere ve Fransa tarafından paylaşılırken, Filistin İngiltere’nin “payına” düşmüştür. İngilizler Filistin’i Ürdün (Şeria) Nehrini esas alarak ikiye ayırmış, Ürdün Nehrinin doğusunda kalan bölgeyi (Ürdün Nehrinin ötesi anlamına gelen) Mavera-i Ürdün (Transürdün veya Şark’ül Ürdün isimleri de kullanılmaktadır) adıyla yeni bir ülke haline getirmişlerdir.
Ürdün 1949 yılına kadar Mavera-i Ürdün (Transürdün) Emirliği adını kullanmış, 1949 yılında ülkenin adı Haşimi Ürdün Krallığı olarak değiştirilmiştir. Ülke (kurulduğu) 1921 yılından 1946 yılına kadar İngiliz “koruması” ve “kontrolünde” kalmış, İngiltere 1946 yılında Ürdün’e bağımsızlık tanımıştır. Ürdün’ün başında (kurulduğu 1921 yılından bu yana) Haşimi soyundan gelen bir kraliyet ailesi bulunmaktadır.
İngilizler 1921 yılında (yeni oluşturdukları) Ürdün ülkesinin başına (Osmanlı İmparatorluğuna karşı Arap ayaklanmasını başlatan) Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah’ı getirmişlerdir. Abdullah, Ürdün’ün 1921 yılından (Kudüs’teki saldırıda bir Filistinli tarafından öldürüldüğü) 1951 yılına kadar yönetmiştir. Bu yıllar İngiltere ile Ürdün arasındaki (bugün de devam eden) yakın bağ ve ilişkilerin kurulduğu dönemdir.
Abdullah’tan sonra Ürdün’ün başına Kral Talal geçmiş, Talal Ürdün tahtında çok kısa kalmış, 1952 yılında tahta geçen Kral Hüseyin ülkeyi 1999 yılına kadar yönetmiştir. Bugünkü Ürdün Kralı (1999 yılında tahta geçen) Hüseyin’in oğlu 2. Abdullah’tır. Ürdün’ü 47 sene yöneten Kral Hüseyin, Arap Dünyası’nda en fazla bilinen, tanınan, Arap tarihinde ve Arap-İsrail çatışmasında önemli bir rol oynayan Arap liderleri (Nasır, Hafız Esad, Saddam, Kaddafi, Arafat) arasında yer almaktadır.
Ürdün’ün Orta Doğu’da ve Arap Dünyası içinde önemini ortaya çıkartan husus İsrail-Arap çatışmasında bir “ön plan” ülkesi olması ve Filistin sorunu konusunda oynaya geldiği roldür. Bugün Ürdün nüfusunun (en az) yarısının Filistin asıllı olduğuna işaret edilmektedir. Ülkede 350 bine yakını (resmi) kamplarda olmak üzere 2 milyona yakın Filistinlinin yaşadığı bilinmektedir.
Uzun bir süre İsrail’deki bazı çevreler ve özellikle (katı) Siyonist Yahudiler, Filistin bağlantıları nedeniyle (tamamen yanlış tarihi ve demografik esaslara oturtulsa da) Ürdün’ün Filistinlilerin devleti olduğunu, Filistin’in (esasında) 1921 yılında (İngilizler tarafından Araplarla Yahudiler arasında) bölündüğünü ileri sürmüşlerdir. Ürdün Nehrinin batı yakasında yaşayan Filistinlilerin temel haklarını, asırlar boyu süren varlıklarını hiçe sayan ve “Ürdün Seçeneği” adı verilen bu “görüş” bugün bile (aşırı Yahudi çevrelerce) savunulabilmektedir.
Geçmişe baktığımızda Ürdün-İsrail ilişkilerinin daima sorunlu olduğu ve İsrail’e karşı nasıl bir politika uygulanacağının Batı yanlısı (ve Batı’yla özel ilişkiler içinde olan) Ürdün Yönetimi için daima bir ikilem yarattığı izlenmektedir. Ürdün’ün (kuruluşundan sonra) İngiltere ile tesis ettiği yakın bağlar zamanla ABD ile yakın ve karmaşık bir ilişkiye dönüşmüştür. Ürdün yönetiminin Batı ile olan (yakın) bağları ile Ürdün halkının Filistin davasına olan desteği ve Filistin halkıyla bağları arasında ilginç bir çizgide kaldığı, (babası) Kral Hüseyin gibi (şimdiki) Kral (2.) Abdullah’ın da bu ikilem içinde politikalar ürettiği görülmektedir.
Ürdün-İsrail ilişkileri geçmişte zor dönemlerden geçmiştir. Ürdün ilk Arap-İsrail Savaşı’na (1948) katılmış, bu savaş sırasında (o dönemki İngiliz mandası) Filistin topraklarının bir bölümü (Batı Şeria ve Doğu Kudüs) Ürdün kontrolüne girmiştir. Kralı Hüseyin (Batı’yla olan bütün bağlarına rağmen) İsrail’in kurulmasından sonraki yıllarda (Batı aleyhtarı ve Arap milliyetçisi ) Mısır lideri Nasır’la (İsrail’e karşı) yakın işbirliği yapmış, Ürdün ikinci Arap-İsrail Savaşı’na da (Mısır ve Suriye ile birlikte) katılmış, İsrail bu savaş (1967) sırasında Ürdün (Şeria) Nehri’nin batısındaki tüm toprakları (Batı Şeria ve Doğu Kudüs) işgal etmiştir. Ürdün üçüncü Arap-İsrail savaşına (1973) ise katılmamıştır. Ürdün 1996 yılında barış anlaşması imzalayarak (Mısırdan sonra) İsrail’i tanıyan, İsrail’le siyasi ve ekonomik ilişkiler kuran ikinci Arap ülkesi olmuştur.
Amman’ın İsrail’e bakışı 1996 yılından sonra da inişli çıkışlı olmayı sürdürmüştür. İsrail’in “Oslo Süreci’nden” giderek uzaklaşması, “iki devletli çözüm” yerine (Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da) genişlemeyi ön plana çıkartan politika ve uygulamaları Ürdün için (dış politikada) yeni sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ürdün 1988 yılında Batı Şeria (ve Doğu Kudüs) ile bütün “siyasi bağlarını” kestiğini açıklamış, bununla birlikte (Mescid-i Aksa ve Kubbetüs Sahra Camilerinin bulunduğu) Harem-i Şerif’in yönetiminde Ürdün’ün bazı sorumlulukları devam etmiştir.
ABD’de Başkan Trump’ın yönetime gelmesinden sonra Kudüs ile aldığı kararlar üzerine İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) İstanbul’da yaptığı iki (olağanüstü) zirve toplantısına Ürdün Kralı Abdullah (bizzat) katılmış; Ürdün (ABD ile olan yakın ilişkilerine rağmen) Başkan Trump’ın Kudüs ve ABD’nin (İsrail) Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararlarına açık ve üst düzey tepki veren (ender) Arap ülkeleri arasında yer almıştır. Mısır ve Suudi Arabistan gibi (Arap) ülkelerinin 2017 Aralık ve 2018 Mayıs ayında yapılan İİT İstanbul Zirvelerine “Dışişleri Bakanı” düzeyinde katılmayı tercih etmelerine karşılık, Ürdün’ün “Devlet Başkanı” düzeyinde katılması (ABD bağlarına rağmen) Filistin sorununun Ürdün için koruduğu önemi ortaya koymaktadır.
Ürdün’deki son olayları bu ülkenin Başkan Trump’in ABD’de iktidara gelmesinden sonra aldığı (Başbakan Netanyahu’yu tatmin etmeye yönelik) kararlara destek vermemesine bağlayanlar bulunmaktadır. Vaşington’un Trump’ın damadı (ve Orta Doğu Danışmanı) Jared Kushner tarafından (Başbakan Netanyahu’nun istekleri doğrultusunda) hazırlandığı bilinen bir planın Filistinlilere kabul ettirilmesi için Arap ülkelerinin desteğini istediği bilinmektedir. Suudi Arabistan (ve müttefikleri Bahreyn, Mısır ve BAE) Başkan Trump’ın Filistin Sorununu (Filistinlilere rağmen) çözme konusundaki bu tutumu karşısında muğlak ve belirsiz davranmakta, kendi halklarının Filistinlere olan desteği ile (İran karşısında) müttefik olarak baktıkları ABD ve İsrail arasında sıkışmış görünmektedir. Bu nedenle Riyad’ın Ürdün’ün (Kudüs kararları ve yeni Filistin planı karşısındaki) son tutumundan çok hoşnut olmaması ihtimal dahilindedir.
Ürdün’deki son olayları Kral Abdullah üzerindeki baskının arttırılması olarak görenlerin sayısı az değildir. Bununla birlikte Suudi Arabistan (ile Kuveyt ve BAE) Ürdün’e (tekrar) kredi sağlamak için (2,5 milyar dolar) harekete geçmişlerdir. İsrail’in güvenliği çerçevesinde Ürdün’e büyük önem veren ABD gibi Suudi Arabistan’ın da Ürdün’deki istikrarsızlığın (Ürdün ve bölge için) doğuracağı belirsizlik ve sonuçlar konusunda endişe duyduğu anlaşılmaktadır.
Geçmişe baktığımızda Ürdün ile Filistinliler arasındaki ilişkilerin de çok rahat olmadığı, Ürdün Filistin ilişkilerinde de inişler ve çıkışlar yaşandığı izlenmektedir. 1948 Savaşı’ndan ve Ürdün Kralı 1. Abdullah’ın Doğu Kudüs’te bir Filistinli tarafından öldürülmesinden bu yana Ürdün ile Filistinliler arasındaki ilişkilerin (özellikle Amman’ı) tedirgin edici bir yanı olmuş, Amman Ürdün’de artan Filistin varlığından ve Filistin kuruluşlarının Ürdün’ü (İsrail’e karşı silahlı direnişleri için) bir üs olarak kullanmalarından rahatsızlık duymuştur.
1948 Savaşı’ndan sonra Ürdün Filistin halkının İsrail ile çatışmasının (Filistin direnişinin) ve Arap-İsrail çatışmasının ön cephe ülkesi haline gelmiştir. Filistin Kurtuluş Örgütü kurulmasından sonra Ürdün’e yerleşmiş, 1967 Savaşı’ndan sonra FKÖ’nün İsrail’e karşı direnişi yine Ürdün üzerinden yürütülmüştür.
FKÖ’nün Ürdün’deki etkinliğinin artması ve Ürdün egemenliğine meydan okuyan bir duruma gelmesi Ürdün-FKÖ ilişkilerini bozmuş, Ürdün silahlı kuvvetleri ile Filistinli gerillalar arasında 1970 yılında başlayan silahlı çatışmalarda çok sayıda Filistinli ve Ürdünlü hayatını kaybetmiştir. Sonuçta (1971 yılında) FKÖ (siyasi yönetimi ve silahlı güçleri) Ürdün’den ayrılmak ve Lübnan’a gitmek zorunda kalmıştır.
Ürdün ile FKÖ ilişkilerindeki zorluklara rağmen, Ürdün (İsrail’le ilişkilerde) genel Filistin çizgisinden ayrılmamış, Ürdün’ün İsrail’i tanıması (ancak) FKÖ’nün 1993’te Oslo Sürecini kabul etmesinden (ve Filistin Geçici Yönetiminin kurulmasından) sonra 1996 yılında gerçekleşmiştir. Ürdün’ün Filistin sorunu, genel İsrail-Arap ilişkileri ve bölge dengelerindeki önemli rolü bugün de aynen devam etmektedir. 2011 yılından bu yana Ürdün (Filistin Sorunu yanında) Suriye Sorununda da rol oynamaktadır. Ürdün’deki Suriyeli sığınmacıların sayısı 700 bin civarındadır. Amman Suriye’de (Ürdün sınırındaki) Daraa çatışmazlık bölgesinde (kısmı) istikrarın sürdürülmesinde (ABD ile işbirliği içinde) etkili olmaktadır.
Paylaş