Paylaş
Zirveden önce ABD’nin (eski bir Senatör olan) NATO Büyükelçisi Kay Bailey Hutchison bir Amerikan televizyonuna verdiği demeçte, Rusya’nın Türkiye’yi NATO’dan uzaklaştırmak istediğini, ancak (Türkiye’nin NATO ile güçlü bağları sebebiyle) bunda başarılı olamayacağını belirtmiştir. Esasında Türkiye’nin Batı Dünyasının güvenlik kanadını oluşturan NATO ile bir sorunu bulunmamaktadır. Türkiye NATO’ya üye olduğu 1952 yılından bu yana NATO sorumluluklarını laikiyle yerine getirmiş ve getirmeye devam etmektedir.
NATO Brüksel zirvesi sonucu yayınlanan bildiri de Türkiye açısından olumlu sayılabilecek maddeleri içermektedir. Bildiride Türkiye’nin dikkat etmesi gereken bir madde Karadeniz’le ilgili olanıdır. Karadeniz’de NATO ile Rusya arasında artacak bir gerginlik ve silah yarışı özellikle bölge ülkelerinin yararına olmayacaktır. Diğer yandan Karadeniz’de yükselecek bir gerginliğin (Boğazlardan geçişi düzenleyen) Montrö Anlaşmasını tartışmaya açmak isteyen çevrelerin işine yarayacağı açıktır. Montrö Anlaşması (Boğazlardan askeri gemilerin geçişi bakımından) Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler lehinedir. NATO ile Rusya arasında bölgede artacak bir rekabet Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelerin Montrö Anlaşmasını tartışmaya açma isteklerini de körükleyebilecektir.
Türkiye’nin Batı Dünyası ile ilişkilerinin temelinde yatan ana sorun, Avrupa Birliği’nin uzun bir zamandan beri Türkiye’ye uyguladığı “çifte standartlar” ve “ ayrımcılık” politikalarıdır. Bugün NATO’nun 29 üyesi bulunmaktadır. Bu üyelerden 2’si (ABD ve Kanada) Kuzey Amerika ülkesidir. NATO’nun (geri kalan) 27 üyesinden 23’ü aynı zamanda AB üyesidir. Geri kalan 4 ülke Türkiye, Norveç, Arnavutluk ve (geçen yıl üyeliğe alınan) Karadağ’dır. Bu tablo bile AB’nin (her türlü gerekçeyi kullanarak ve hatta istismar ederek) Türkiye’ye (uzun bir süreden beri) uyguladığı “ayrımcılığı” ve “çifte standartları” ortaya koymaktadır. Türkiye’nin Batı Dünyasının güvenlik bölümü içinde (NATO) yer alması, buna karşılık Batı Dünyasının Avrupa’daki ekonomik ve siyasi bütünleşmesinin (AB) dışında tutulmak istenmesi çelişkili (ve zaman zaman yönetilmesi zor) bir durumu ortaya çıkartmaktadır.
Trump Yönetiminin AB karşıtı olduğu anlaşılan politikalarının ve (önemli bir NATO üyesi) İngiltere’nin AB’den ayrılmasının Türkiye’nin (Batı Dünyası içindeki) bu çelişkili durumunu nasıl etkileyeceği henüz açık değildir. Brexit İngiltere için ciddi bir baş ağrısına dönüşmüş olup, Brexit’in (İngiltere AB ilişkilerinin) nasıl bir şekil alacağı henüz ortaya çıkmamıştır. Brexit tamamlandıktan sonra İngiltere-AB ilişkilerinin Türkiye-AB ilişkileri üzerindeki etkileri konusuna bakmak daha kolay olabilecektir. NATO üyesi olmakla beraber (kendi isteğiyle) AB dışında kalan Norveç’in durumu ise oldukça farklıdır. Çok küçük bir nüfusa sahip olan (5 milyondan biraz fazla) Norveç (tam üyelik dışında) AB ile bütünleşmesini hemen hemen tamamen gerçekleştirmiş gibidir.
Avrupa ülkelerinin içinde bulunduğu şartlar (bu ülkelerde artan yabancı düşmanlığı, islamafobya gibi sorunlar) nedeniyle Türkiye-AB müzakere sürecinin önünü açmak imkanı yok gibi gözükmektedir. Ancak AB’nin önde gelen ülkelerinin Türkiye-AB ilişkilerini rahatlatmak için atılmasını sağlayabileceği adımlar bulunmaktadır. Bu çerçevede (iki taraf için de yarar sağlayacak) Gümrük Birliği Anlaşmasının güncelleştirilmesi ve genişletilmesi görüşmelerinin biran önce başlaması ve tamamlanması, Türk vatandaşlarına AB ülkelerine giriş kolaylıkları sağlanması gibi adımlar ilk akla gelenlerdir.
NATO Zirvesi’nde Türkiye’yi temsil eden Cumhurbaşkanı Erdoğan Brüksel’de önemli ikili temaslar da gerçekleştirmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüştüğü NATO üyesi ülke liderleri arasında Trump da bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı, ayrıca, aralarında Almanya Başbakanı Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, İtalya Başkanı Conte, Yunanistan Başbakanı Çipras’ın da bulunduğu liderlerle (ikili düzeyde) bir araya gelerek (NATO Zirvesi marjında) birçok konuyu görüşmüştür.
Trump’ın 3 ayaklı Avrupa ziyareti (Brüksel NATO Zirvesi, İngiltere “çalışma” Ziyareti ve Helsinki Trump-Putin görüşmesi) sonucu ortaya çıkan tablo Trump Yönetimi altındaki ABD ile Avrupa arasındaki ilişkilerde ciddi gerginliklerin ve sarsıntıların ortaya çıktığını göstermektedir. ABD’nin AB (ve Almanya) ile yeni bir döneme giren ilişkileri, Brexit sonrası İngiltere-ABD ve İngiltere-AB ilişkilerinin alacağı şekil Ankara için (Avrupa ve Transatlantik ile ilişkiler açısından sorun değil) yeni durumlar ve fırsatlar ortaya çıkartabilecektir.
AB’nın önde gelen ülkelerinin “Soğuk Savaş’ın” bitiminden sonra Türkiye’ye gösterdikleri (Türkiye’yi Avrupa ekonomik ve siyasi bütünleşmesinin dışında tutan) “ayrımcı” tutumun (ve bunun sebeplerinin) Ankara’da iyi bir şekilde değerlendirilmekte olduğuna şüphe yoktur. Ankara’nın Rusya’nın Avrupa için tekrar bir “tehdit” haline gelmesi, ABD’nin (Trump Yönetimi altında) Almanya liderliğindeki Avrupa’daki gelişmeleri sorgulayan tutumu, İngiltere’yle ilgili gelişmeler önümüzdeki dönemde Türkiye’nin dış politikası için de yeni gelişmeleri ortaya çıkartabilecektir.
Başkan Trump’ın Helsinki’de Rusya Cumhurbaşkanı Putin’le yaptığı görüşe uzun zaman konuşulacak gibi görünmektedir. Trump’ın (görüşme sonrası yapılan basın toplantısında) Rusya’nın 2016 ABD Başkanlık seçimlerine müdahalesi konusunda açık bir tepki göstermemesi, bu konuda ABD kurumlarının bulgularından çok Putin’in ifadelerini destekler bir pozisyon alması ABD içinde sert eleştiriler ve Trump’ın Putin karşısında “çekingen” ve “zayıf” kaldığı suçlamalarına yol açmıştır. ABD’de Trump’ın Putin karşısında niye “kararlı” bir tutum alamadığı sorusu ortaya atılmakta ve bu soruya yanıt bulunmaya çalışılmaktadır. Rusya’nın 2016 Başkanlık seçimlerine (ve ABD iç politikasına) müdahalesi konusu Vaşington-Moskova ilişkilerini daha bir süre daha (olumsuz bir şekilde) etkileyecek gibi görünmekte, bu konu uluslararası sorunlarda (Trump’ın istediği gibi) ABD-Rusya işbirliği yapılmasının önünde (aşılması güç) ciddi bir engel olarak ortaya çıkmaktadır.
Türkiye açısından bakıldığında Trump-Putin görüşmesinde ele alınan en önemli konu Suriye’dir. Görüşme gerçekleşmeden İran’ın Suriye’deki etkinliğinin azaltılması karşılığı Trump Yönetiminin Suriye’den çekilmeyi planladığı yorumları basında yer almış, ABD’nin Suriye’de Şam rejiminin kontrolü tamamen sağlamasına karşı olmadığı, ancak İran’ın Suriye’deki varlığı ve etkisinin azaltılmasını istediği değerlendirmeleri ağırlık kazanmaya başlamıştır.
Trump-Putin görüşmesinde Suriye konusunda bir “anlaşmaya” varıldığı yönünde henüz bir işaret bulunmamaktadır. Görüşmeden sonraki basın toplantısında Trump ve Putin’in ifadeleri Suriye konusunun (daha çok İsrail’in güvenliği açısından) ele alındığına, konunun iç savaşın yarattığı insani sorunlar açısından gündeme geldiğine işaret etmektedir.
Esasen Trump Yönetiminin Şam rejiminin (Rusya destekli olarak) Dera bölgesinde kontrolü ele geçirmek için başlattığı askeri operasyonlara ne ABD ne de İsrail’den bir tepki gelmemesi, Şam rejiminin (ABD’nin güvencesinde kurulan bir çatışmasızlık bölgesi olan) Dera’yı rejim muhaliflerinden kolaylıkla temizlemesi Rusya-ABD ve İsrail arasında Suriye konusunda görüşmelerin bir süreden beri devam ettiğini ortaya koymaktadır.
İsrail Başbakanı Netanyahu kısa bir süre içinde 3 kez Moskova’ya giderek Putin’le görüşmüştür. Trump Yönetiminin Suriye politikasında İsrail’in etkisinin arttığı da anlaşılmaktadır. Başbakan Netanyahu açıkça Şam rejimi ile bir sorununun bulunmadığını, Esad ailesinin Suriye’yi yönetmeye devam edebileceğini, İsrail için önemli olan hususun İran’ın Suriye’deki (İsrail için tehdit olarak algılanan) varlığı, Tahran-Şam-Hizbullah arasındaki işbirliği olduğunu zaten (uluslararası kamuoyu önünde de) ifade etmiştir. İsrail’in Halep yakınlarındaki (İran tarafından kullanılan) bir askeri üsse hava saldırısı düzenlediği yönündeki haberler Suriye üzerinde başlayan İsrail-İran çatışmasının (genişleyerek) devam ettiğini göstermekte, gerek İsrail gerek ABD’nin Rusya ile Suriye’de (İran’ın etkisini büyük ölçüde azaltacak) bir mutabakata varmaya çalıştıklarına işaret etmektedir.
Trump-Putin Zirvesinden hemen önce Cumhurbaşkanı Erdoğan (NATO Zirvesinde zaten yüz yüze görüştüğü) Trump’la bir telefon görüşmesi yapmıştır. Bu telefon görüşmesinde ağırlıklı olarak Suriye konusunun ele alındığı anlaşılmaktadır. Münbiç Anlaşmasının uygulamaya konulması süreci halen devam etmektedir. Ankara ile Vaşington’un (Münbiç’ten sonra) PYD/YPG kontrolündeki Doğu Suriye’yi ele alması, Suriye’deki siyasi çözüm konusunda görüşmeye başlaması önem taşımaktadır.
Trump-Putin Zirvesinden sonraki basın toplantısında Rusya Cumhurbaşkanı Astana Sürecinin devamının önemine değinmiş, (Rusya, İran ve Türkiye’nin yürüttüğü) Astana Sürecinin genişletilebileceği yönünde ifadelerde bulunmuştur. Trump Yönetimi’nin bu aşamada İran’ın içinde bulunduğu (geçmişte de soğuk baktığı) Astana Sürecine katılmasının çok zor olacağı ortadadır. Astana Süreci’nin bundan sonraki Zirve toplantısının Tahran’da yapılması beklenmektedir.
Suriye konusunda bu aşamada Türkiye için en önemli sorun, Şam rejiminin (Ürdün sınırındaki Dera bölgesini kontrol altına aldıktan sonra) İdlib’e dönmesi ihtimalidir. Şam rejiminin (rejim karşıtı muhalefetin elindeki son çatışmasızlık bölgesi olan) Türkiye sınırındaki İdlib’te girişeceği askeri bir operasyon Ankara için ciddi problemler yaratma potansiyeli taşımaktadır. Her şeyden önce Türkiye’nin İdlib’te 12 (askeri) gözlem noktası bulunmaktadır. Bu durumda İdlip’e bir saldırı Türkiye ile Şam rejimi arasında doğrudan bir çatışma riskini ortaya çıkartmaktadır. İdlib’te (son çatışmasızlık bölgesi olması sebebiyle) yoğun bir nüfus birikimi meydana gelmiştir. Bölgeye yapılacak bir rejim saldırısının Türkiye sınırına doğru yeni bir sığınmacı akımını başlatması olasılığı da yüksektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Helsinki (Trump-Putin) Zirvesinden kısa bir süre önce Rusya Cumhurbaşkanı Putin’le de bir telefon görüşmesi gerçekleştirmiştir. Bu telefon görüşmesinin de ana konusunun Suriye olduğu açıklanmıştır. Ankara’nın İdlib’e bir rejim saldırısının yaratacağı ciddi sonuçları hem Moskova hem de Vaşington’la ele aldığına şüphe yoktur. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Putin’in 25-27 Temmuz tarihlerinde Johannesbourg’da (Güney Afrika Cumhuriyetin’de) yapılacak BRICKS toplantısında bir araya gelmeyi kararlaştırdıkları bildirilmiştir. BRICKS üyesi olmamakla beraber Türkiye’nin de bu toplantıya (diğer birkaç ülke ile birlikte) davet edildiği anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi BRICKS G-20 içindeki 5 ülkenin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) kuruduğu bir örgüttür.
Paylaş