Paylaş
Riyad ve Vaşington’dan gelen haberler dikkatlerin Kaşıkçı cinayeti üzerinde kalmasını sağladı. Bu arada Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın İtalya’da yapılan üst düzey bir Libya toplantısını terk ettiği, Türkiye’nin Sicilya’nın Palermo şehrinde yapılan Libya Konferansı’ndan çekildiği haberleri daha arka planda kaldı.
Kaşıkçı cinayetiyle ilgili ilk çarpıcı haber Riyad’dan, Suudi Arabistan Başsavcısı Yardımcısı’ndan geldi. Suudi Başsavcı Yardımcısı Kaşıkçı cinayeti ile ilgili olarak 11 kişinin suçlandığını ve bunlardan 5’i hakkında idam cezası isteyeceğini açıkladı. Başsavcı Yardımcısı, Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğuna geldiğinde ilk önce Suudi Arabistan’a dönmesi konusunda ikna edilmek istendiğini, ancak Kaşıkçı’nın direnmesi üzerine çıkan kavgada öldürüldüğünü, cesedinin parçalara ayrıldığını ve daha sonra yerel bir işbirlikçiye teslim edildiğini ifade etti.
Suudi Arabistan Başsavcı Yardımcısı’nın ifadelerinden Kaşıkçı cinayetinin emrini Suudi Arabistan Veliaht Prensi Salman’ın eski danışmanlarından istihbarat örgütü üyesi Suud el Kaddani’nin verdiği anlaşılıyor. Başsavcı Yardımcısı Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’a getirilmesi emrini ise Suudi İstihbarat Örgütü Başkan Yardımcılarından Ahmet el Asiri’nin verdiğini belirtiyor. Ortaya çıkan durum Suudi Arabistan’ın Kaşıkçı cinayeti ile ilgili emir verme, azmettirme sorumluluğunu Suud el Kaddani ve Ahmet el Asiri’de bırakacağını artık açıkça ortaya koyuyor. Suudi Arabistan Başsavcı Yardımcısı Veliaht Prens Salman’ın Kaşıkçı olayından haberi veya sorumluluğu olmadığını zaten açıklamış durumda.
Kaşıkçı cinayeti ile ilgili olarak Suudi Arabistan’dan gelen açıklamalarla Türkiye’nin bugüne kadar ortaya çıkarttığı bulgular esasen birbiriyle örtüşmüyor. Suudi Arabistan şimdiye kadar ortaya çıkartılan bulgularla cinayeti artık kabul etmeye zorlanmış görünmekle beraber, Riyad hala cinayetin son anda patlak veren “arbede” sonucu işlendiği “versiyonunu” Dünya’ya kabul ettirme gayreti içinde. Halbuki bütün bulgular cinayetin daha önce Riyad’da planlandığını, cinayetin işlenmesi amacıyla İstanbul’a “tam teşkilatlı” bir grup Suudi yetkilinin gönderildiğine işaret ediyor.
Öte yandan New York Times gazetesinde geçen hafta sonu çıkan bir haber de ABD İstihbarat Örgütünün (CIA) Kaşıkçı cinayetinin Riyad’da Prens Salman’ın bilgisi ve onayıyla planlandığı sonucuna vardığına işaret etti. New York Times gazetesinin bu haberi ABD yetkililerince teyit edilmiş değil. Kaşıkçı cinayetiyle ilgili birçok cevapsız soru hala ortaya duruyor. Bu sorulardan biri de Kaşıkçı’nın işlemlerini niye (çalıştığı ve ikametinin bulunduğu) Vaşington’daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği’ndeki konsolosluk bölümünde yaptırmadığı hususu. Kaşıkçı’nın konsolosluk işlemlerini yaptırmak için İstanbul Başkonsolosluğuna niye yönlendirildiği hususu cevaplandırılması gereken çok önemli bir soru.
Daha önce Kaşıkçı’nın (Prens Salman’ın kardeşi olan) Suudi Arabistan’ın Vaşington Büyükelçisi Halid Bin Salman ile 2 kez telefonda konuştuğu, Vaşington’dan İstanbul’a Büyükelçi tarafından yönlendirildiği haberleri ABD basınında bildirilmişti. Halid Bin Salman’ın bu iddiayı yalanladığı haberleri ise şimdi basında yer alıyor.
Başkan Trump yaptığı açıklamada CIA Kaşıkçı raporunun hazırlandığını, ancak rapor konusunda basında yer alan haberlerin erken olduğunu, raporun Kaşıkçı cinayetine kimin sebep olduğuna ve cinayeti kimin işlediğine açıklık getireceğini ifade etti. Bu raporun bu hafta başında Başkan Trump’a verileceği anlaşılıyor. Kaşıkçı cinayeti ile ilgili bu CIA raporunun büyük ses getirmesi beklentisi yüksek.
Suudi Arabistan’dan geç, eksik ve zaman zaman çelişkili gelen bilgilerin esasen Dünya kamuoyunu tahmin etmediği ortaya. Ama şu ana kadar ortada çıkan diğer bir gerçek de, başta ABD ve Fransa olmak üzere, Batılı ülke yönetimlerinin çoğunluğunun Kaşıkçı olayının bir şekilde, Riyad tarafından ortaya konan versiyon çerçevesinde, kapatılmasını ve Suudi Arabistan’ın cinayetteki sorumluluğunun alt düzeylerde tutulmasını tercih ettikleri. Kendi kamuoylarından, basınlarından, parlamentolarından baskı gelmese bu yönetimlerinin Kaşıkçı olayının üzerinde bile durmayacakları bir gerçek. Ama özellikle Başkan Trump üzerinde Kongre ve ABD basınından gelen büyük bir baskı bulunduğu da izleniyor.
ABD ve Fransa gibi ülkeler Suudi Arabistan’a büyük ölçüde silah satıyorlar. Suudi Arabistan’ın Batı ülkelerinden yaptığı silah ithalatının yıllık 36 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu büyüklükte bir para için birçok Batılı siyasetçinin savundukları iddiasında bulundukları “prensiplerden” kurtulmak isteyeceklerini, Kaşıkçı cinayeti için Suudi Arabistan’la ilişkilerini “tehlikeye sokmak” istemeyeceklerini tahmin etmek zor değil.
Bu konuda Başkan Trump’ın yine daha açık (samimi) olduğunu ifadelerinden anlıyoruz. ABD’nin Riyad’a silah satmaması halinde, aralarında Fransa’nın da bulunduğu, diğer ülkelerin ABD’den boşalan yeri hemen dolduracaklarını açıkça söylüyor. Cumhurbaşkanı Macron ve Fransa Dışişleri Bakanının tutumu Başkan Trump’ın bu sözlerini doğruluyor. Belki de birbirlerini bizim onları tanıdığımızdan çok daha iyi tanıyorlar. Üstelik Trump Yönetimi mevcut Suudi yönetimini Orta Doğu politikasının uygulamasında önemli olarak görüyor. Trump’ın İran karşıtı ve İsrail Başbakanı Netanyahu’ya destek veren Orta Doğu politikalarını sürdürebilmesi için Suudi Arabistan’daki yönetime ihtiyacı var.
Bu hafta başında Başkan Trump’a verileceği anlaşılan CIA raporunun bütün bu tabloyu değiştirme ihtimali yüksek. Suudi yönetimi Başkan Trump’a tam olarak güvenemeyeceğini, Başkan Trump’ın Kaşıkçı cinayetinin bütün yönleriyle açığa çıkartılması konusunda ABD içinde ağır bir iç baskı altında olduğunu muhtemelen görüyor. CIA raporunda varılan sonuçlara göre ABD Başkanı Trump’ın Suudi yönetimine karşı tutumunu tamamen değiştirmesi ihtimali bulunuyor. Bir ABD’li Senatörün ABD’nin er veya geç Kaşıkçı cinayetiyle ilgili gerçeklerle yüz yüze kalacağı yönündeki ifadeleri çok dikkat çekici.
Avrupa ülkelerinin ilgilendikleri bölgesel bir savaş Libya’da yaşanıyor. Geçen hafta İtalya’nın Palermo şehrinde Libya sorununa çözüm bulunması için bir konferans düzenlendi. Türkiye’yi bu konferansta Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay başkanlığındaki bir heyet temsi etti. Ancak, Türkiye esas sorunların konferansa katılan tüm ülkelerin katılacağı bir toplantı yerine, Türkiye’nin davet edilmediği dar kapsamlı bir toplantıda ele alınmasını protesto etmek amacıyla konferanstan çekildi ve Türk heyeti konferans bitmeden Palermo’dan ayrıldı.
Palermo konferansı bu yıl içinde Libya konusunda Avrupa ülkeleri tarafından düzenlenen ikinci konferanstı. İlk konferans bu yılın ilk yarısında Fransa’da düzenlenmişti. Fransa’da düzenlenen konferansa Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, İtalya’da düzenlene konferansa ise İtalya Başbakanı Giuseppe Conte’nin başkanlık etmesi bu iki ülkenin Libya konusuna verdikleri önemi gösteriyor. Hatta Dünya basınında Libya savaşına siyasi çözüm bulunması konusunda uluslararası gayretleri “yönlendirmek” konusunda Fransa ve İtalya arasında ciddi bir rekabet yaşandığı, iki ülkenin de Libya savaşındaki etkisini arttırma hususunda yoğun bir rekabet içine girdikleri konuşuluyor.
Hem Fransa hem de İtalya’nın yapmak istediği esasında Libya’daki rakip iki hükümeti bir araya getirip, ülkedeki iç savaşı durdurmak ve ülkede Cumhurbaşkanlığı seçimini gerçekleştirmek. Mayıs ayında Fransa basınında Cumhurbaşkanı Macron’un şimdi de İtalya Başbakanı Conte’nin Libya’daki iki rakip hükümetini temsil eden Fayez Sarraj ve General Halifa Haftar ile birlikte el sıkışırken çekilmiş resimleri Fransa ve İtalya basınında geniş şekilde yer aldı. Ne Fransızların ne de İtalyanların başarılı olduklarını söylemek ise çok zor.
Son dönemlerde Libya’nın Avrupa için öneminin sadece petrol üretici bir ülke olmaktan çok öteye arttığı izleniyor. Afrika’dan Avrupa’ya sığınmacı akını Libya ve Akdeniz üzerinden Avrupa’ya varıyor. Avrupa iç savaş nedeniyle Afrika’dan Avrupa’ya sığınmacı akımını durdurma konusunda Libya’nın işbirliğini sağlamakta büyük zorluk yaşıyor. Türkiye ve Balkanlar ile Fas ve İspanya üzerinden Avrupa’ya giden sığınmacı yollarının (koridorlarının) kontrol altına alınmasından sonra Libya, Akdeniz ve İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaşan sığınmacı yolunun da bir şekilde kontrol edilmesi, Avrupa ve özellikle aşırı milliyetçi ve mülteci karşıtı bir hükümet tarafından yönetilen İtalya için daha da önem kazanmış durumda.
İtalya’nın Kasım ayı başında Palermo’da düzenlediği konferansa verdiği önem Roma’nın başlangıçta bu konferansta aralarında Putin ve Trump’ın da olduğu Dünya liderlerini bir araya getirmek istemesinden anlaşılıyor. Her ne kadar ne Putin ne de Trump Palermo toplantısına katılmadılarsa da Rusya’yı konferansta Başbakan Medvedev temsil etti. Konferansa gelen isimler arasında Tunus ve Mısır Cumhurbaşkanları ile Cezayir Başbakanının da bulunması dikkat çekiciydi. İtalya’nın Afrika’dan gelen sığınmacı akınını önlemek amacıyla Tunus ve Mısır ile işbirliğini aradığı, hatta İtalya’nın, Mısır’da öldürülen bir İtalyan öğrenci nedeniyle şuanda Roma-Kahire ilişkilerinin zor bir dönemden geçmesine rağmen, Mısır Cumhurbaşkanı Sissi ile sığınmacıların Mısır üzerinden ülkelerine geri dönmesi konusunda bir anlaşma yapmaya çalıştığı haberlerine Avrupa basınında rastlanıyor.
İtalya’nın Libya’ya ilgisi esasen yeni de değil. Libya’nın İtalya’nın kolonyal geçmişinde oynadığı rol iyi biliniyor. Libya ise Arap Baharının ülkeyi etkilediği 2011 yılından beri savaş ve istikrarsızlık içinde. Tipik bir Arap diktatörü olan ve ülkesini 40 yıldan uzun bir zaman katı bir aile rejimi altında yöneten Kaddafi’nin devrilmesi ve Sirte’de öldürülmesiyle birlikte, Libya 7 seneyi aşan bir zamandan beri savaş ve istikrarsızlık içinde bulunuyor. 2015 Yılı sonunda ülkede Milli Uzlaşı Hükümeti kurulması yönünde varılan anlaşma da 3 yıldır uygulanamıyor.
Bugün Libya’da biri Trablus’ta diğeri Tobruk’ta bulunan iki ayrı hükümet var. Bu iki rakip ve çatışan hükümet dışında ülkenin bazı bölgeleri yerel aşiretlerin veya DEAŞ’in kontrolünde. Libya nüfusu, Suriye ile Irak ve Yemen’den farklı olarak, mezhepsel ve etnik olarak bölünmüş değil. Ama Libya’da ülkenin aşiret yapısı siyasi hayatta büyük ve olumsuz bir rol oynuyor. Bu durum Libya savaşını anlamayı da zorlaştırıyor. Aşiretlerin sıklıkla taraf değiştirmesi Libya’daki savaşı ve savaşa siyasi çözüm bulma çalışmalarını daha da zor hale sokuyor. Aynen Suriye, Irak ve Yemen olduğu gibi Libya’da da ülke nüfusunun tümünü kapsayacak bir Libyalı üst kimliğinin ortaya çıkartılamaması bugün ülkenin önünde en önemli sorun olarak duruyor.
Türkiye, Libya sorununa siyasi çözüm çalışmalarında Birleşmiş Milletlerin daha fazla rol oynamasını, ülkedeki siyasi sürecin Libyalılar tarafından yönlendirilmesini istiyor. Ankara, Trablus hükümeti Başbakanı Sarraj’ın Kasım ayı başında Türkiye’ye yaptığı ziyarette izlendiği gibi Libya’da aktif olmaya, taraflarla temasını arttırmaya çalışıyor. Palermo toplantısında da üst düzey temsil edilmeyen Trump Yönetiminin Libya ile fazla ilgilendiğini söylemek ise zor. Rusya’nın Libya’yı mevcut haliyle daha çok, Libya savaşını da çıkartmakla suçladığı, Avrupa’nın bir sorunu olarak gördüğü anlaşılıyor. Mısır ve BAE ise Tobruk’taki hükümeti destekliyor, General Haftar’a destek sağlıyor. Mevcut haliyle Libya sorununa siyasi bir çözüm bulunması çok zor gözüküyor.
Paylaş