Paylaş
Cezayir’de toplumun önemli bir bölümü tarafından desteklendiği anlaşılan öğrenci gösterileri ve işçi eylemleri ülkede yapılması öngörülen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin Cezayir için doğuracağı sonuçları şimdiden “belirsiz” hale getirmiştir. Seçimlerin ertelenmesi yönündeki talepler bu hafta başında karşılanmakla birlikte, ülkedeki belirsizlikler ortadan kalkmamıştır. Cezayir’deki gelişmeleri 2010’lu yıllarda diğer Arap ülkelerindeki huzursuzluk, sokak gösterileri ve patlayan “Arap Baharıyla” karşılaştıranların sayısı artmaktadır.
Cezayir’deki göstericilerin talebi 20 yılı aşkın bir süreden beri ülkeyi yöneten, iktidarı elinde bulunduran Abdülaziz Buteflika’nın adaylıktan çekilmesi, 18 Nisan seçiminin yeni adayların ortaya çıkması için ertelenmesi, ülke Cumhurbaşkanlığı seçiminin yeni adaylarla yapılması olmuştur.
Gösterilerin genişlemesi ve bütün ülkeye yayılması üzerine, bu hafta başında Cumhurbaşkanı Buteflika adaylığını geri çektiğini açıklamış ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ertelemiştir. Ancak, Buteflika iktidarda kalmaya devam etmektedir. Ülkede seçimlerin ne zaman yapılacağı belli değildir. Buteflika’nın yeni hükümeti kurmakla şimdiki içişleri bakanını görevlendirmesi ile ülkede yeni bir anayasa yapımından bahsetmesinin göstericileri memnun etmediği görülmektedir.
Cumhurbaşkanı Buteflika Cezayir’de çok uzun bir zamandan beri iktidardadır. Sorun 82 yaşındaki Buteflika’nın 2013 yılında geçirdiği kalp krizinden sonra sağlığının bozulması, felçli kalarak tekerli sandalyeye mahkum kalmasıdır. Buteflika uzun bir zamandan beri halk arasına çok ender çıkabilmekte, sağlık durumunun ülkeyi yönetmesine izin vermediği ileri sürülmektedir. Bozuk sağlık durumuna rağmen Cumhurbaşkanı Buteflika’nın bir süre önce 18 Nisan seçimleri için tekrar (5. kez) aday olduğunu açıklaması Cezayir’deki olumsuz gelişmeleri başlatmıştır.
Cezayir’de birçok kişi kararları artık Buteflika’nın kendisinin almadığına, Buteflika’nın arkasında “bilinmeyen başka güçlerin” bulunduğuna, ülkeyi esasen bu “güçlerin” yönettiğine inanmaktadır. İlerleyen yaşına, sağlık durumuna rağmen Buteflika’nın iktidarda kalmaya devam etmesi bu “güçlerin” kim olduğu, Cezayir’i esasında kimin veya kimlerin yönettiği konusundaki tartışmaları alevlendirmektedir. Bir Arap ülkesinin daha istikrarsızlığa, daha kötüsü çatışmaya sürüklenmesi Arap Dünyası için büyük bir talihsizlik olacaktır.
Cezayir 2010 yılında Arap Dünyası’nı saran Arap Baharı’ndan fazla etkilenmemiştir. Ancak Cezayir 1992-2002 yılları arasında yıkıcı bir iç savaş yaşamış, ülke bu iç savaştan çok olumsuz şekilde etkilenmiştir. Cezayir iç savaşı ülkenin 1962 yılından bağımsızlığını kazanmasından sonra yapılan ilk serbest seçimleri İslami Selamet Cephesi’nin (FIS) kazanması, ancak iktidarı FIS’e vermek istemeyen Ordunun 1992 yılında askeri bir darbe ile yönetime el koymasından sonra patlak vermiş, Cezayir aynı yıl darbe yönetimi ile çeşitli İslamcı gruplar arasında yaşanan, 10 yıl kadar süren ve 100 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği bir iç savaşın içerisine sürüklenmiştir.
Türk kamuoyu Cezayir’i daha çok bu ülkenin Fransa’ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesiyle tanımaktadır. Fransa’nın Cezayir’deki sömürge yönetimi 132 yıl sürmüş, Cezayir 1962 yılında 12 yıl süren bir savaştan sonra bağımsızlığını kazanabilmiştir. Cezayir, Fransız sömürge yönetimi altına 1830 yılında, Fransa’nın Cezayir’i Osmanlı İmparatorluğu’ndan almasıyla girmiş; Fransız işgali Cezayir’de 1525 yılında Barbaros Hayreddin Paşa’nın Cezayir şehrini almasıyla başlayan Osmanlı yönetimini sonlandırmıştır.
Cezayir’in Fransa’dan bağımsızlığını kazanabilmesi için yapılan mücadele bugün bile hem Cezayir hem de Fransa’da etkilerini sürdürmekte, inceleme ve tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Cezayir kaynakları ülke bağımsızlık savaşındaki kayıpları 1,5 milyona kadar çıkartmaktadır. Cezayir 1962 yılında bağımsızlığını kazandığında 900 bin kadar Avrupalı yerleşimci ve yerel işbirlikçileri ülkeden ayrılmak zorunda kalmış, Cezayir’le Fransa arasında diplomatik ilişkilerin kurulması bile ancak bağımsızlıktan 2 sene sonra mümkün olabilmiştir.
Bağımsızlığını kazandıktan sonra Cezayir uzun bir süre tek parti yönetimi altında kalmış, ülkede çoğulcu, çok partili bir Anayasa ancak 1989 yılında kabul edilebilmiştir. Yeni Anayasa’nın kabulünden sonra yapılan ilk çok partili serbest yerel seçimleri 1990 yılında FIS’in kazanması, FIS’ın bu başarısını 1991 genel seçimlerinde de tekrarlaması üzerine Ordu seçim sonuçlarını iptal ederek, askeri darbeyle iktidara el koymuş, Cezayir bu kez bir iç savaşa itilmiştir.
Şimdiki Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika 1999 yılından beri bu makamdadır. Buteflika 1963-1979 yılları arasında Cezayir Dışişleri Bakanlığı görevinde de bulunmuş, bağımsızlıktan beri ülke siyasi hayatında rol oynayan bir şahsiyettir. Buteflika’nın arkasında Ordu üst kademe yönetiminin bulunduğu tahmin edilmekte, Genelkurmay Başkanı’nın da aralarında bulunduğu Ordu üst yönetiminin Buteflika’yı desteklediği bilinmektedir. Genelkurmay Başkanı Ahmed Gaed Salah’ın kısa bir süre önce Cezayir’in yine bir iç savaşa sürüklenmesine izin verilmeyeceği yönündeki ifadeleri Butefkila’ya destek ve göstericilere bir uyarı olarak yorumlanmıştır.
Şimdiye kadar uluslararası toplum Cezayir’deki gelişmeleri dikkatle ama bir ölçüde uzaktan izlemektedir. Afrika’ya ve eski sömürgelerine “ilgisi” çok “yakından” devam eden Fransa bile Cezayir gelişmeleri karşısında şimdilik oldukça “sessiz” görünmektedir. Fransa’da 1,5 milyon kadar Cezayir asıllı nüfus bulunmakta, Paris dahil Fransız şehirlerinde Cezayir asıllıların Buteflika aleyhtarı gösteriler düzenledikleri haberleri artmaktadır. Buna rağmen Fransa dikkatli davranmakta, Cezayir’de “taraf tutmaktan” özenle kaçınmaktadır.
Seçimlerin sorun yarattığı diğer bir ülke olan Venezuela’da ise durum oldukça farklıdır. Venezuela sorunu Cumhurbaşkanı Nicolas Maduro ile kendisini “geçici” Cumhurbaşkanı ilan eden (muhalefet lideri) Juan Guaido arasında bir iç mücadele olmaktan çıkmış, ABD’nin ve komşu ülkelerin (Kolombiya ve Brezilya) soruna karışmalarıyla uluslararası bir mesele haline dönüşmüştür.
Venezuela’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri (Aralık ayı yerine erken bir tarihe alınarak) 20 Mayıs 2018 tarihinde yapılmış ve şimdiki Cumhurbaşkanı Maduro’nun seçimi kazandığı ilan edilmiştir. İlan edilen bu seçim sonucu (seçime hile karıştırıldı iddialarıyla) Venezuela içinde muhalefet partileri ve başta ABD olmak üzere bazı dış güçler tarafından tanınmamış ve yeni bir seçim çağrısı yapılmıştır.
Ancak Mayıs 2018 seçim sonucu üzerinden Cumhurbaşkanı Madura (ilk 6 yıllık döneminin bittiği) 9 Ocak 2019 tarihinde yemin ederek 2. 6 yıllık Cumhurbaşkanlığı dönemine başlamıştır. Venezuela muhalefeti ne Mayıs 2018 seçim sonucunu, ne de Maduro’nun 2. dönem Cumhurbaşkanlığını tanımamaktadır. Muhalefete göre Mayıs 2018 seçimleri normal koşullar altında yapılmamış olup, seçim sonucu ve Maduro’nun 2. dönem devlet başkanlığı “meşru” değildir. Muhalefet geçici bir yönetim kurulmasını ve ülkenin süratle yeni bir seçime götürülmesini istemektedir.
Bu doğrultuda Maduro’nu 2. dönem Cumhurbaşkanlığı için yemin etmesinden iki hafta kadar sonra muhalefet lideri (Venezuela Parlamentosu Başkanı) Juan Guaido kendisini “geçici” Cumhurbaşkanı ilan etmiştir. Venezuela’da “işleri” daha da karıştıran husus Parlamento’da muhalefetin çoğunlukta olması ve Cumhurbaşkanı Maduro’nun Parlamento’nun “meşruluğunu” tanımamasıdır. Maduro da “alternatif” bir Parlamento oluşturmuştur.
Şu anda Venezuela’da (fiilen) 2 Cumhurbaşkanı ve 2 Parlamento bulunmakta, Venezuela iki yönetim ( Maduro ve Guaido) arasında şiddetli bir mücadeleye sürüklenmiş görülmektedir. Venezuela Ordusunun desteğine sahip olan Cumhurbaşkanı Maduro ülkeyi kontrol edebilmekte, ülkede fiili kontrol Cumhurbaşkanı Maduro’nun elinde bulunmaktadır.
Venezuela’da durumu daha da karıştıran husus ülke içindeki “iç iktidar mücadelesine” dış güçlerin karışması, hatta bu mücadelenin dış güçlerce başlatılmasıdır. Esasen Cumhurbaşkanı Maduro ve taraftarları ülkedeki bu olayların sebebinin ABD’nin Maduro’yu devirmek amacıyla Venezuela’ya karşı başlattığı ve yürüttüğü ilan edilmemiş bir “savaş” olduğunu savunmaktadır.
ABD, Maduro’yu devirmek istediğini gizlememekte, Venezuela’ya karşı kapsamlı siyasi ve ekonomik yaptırımlar uygulamakta, Guaido’yu “meşru” Venezuela Cumhurbaşkanı olarak tanımakta ve Maduro’yu Guaido’ya karşı alabileceği (tutuklama gibi) tedbirler konusunda ağır şekilde uyarmaya devam etmektedir. Trump Yönetimi Guaido’nun tutuklanması halinde Venezuela’nın (Maduro’nun) “ağır sonuçlarla” (muhtemelen yeni yaptırımlarla) karşılaşacağı tehditleri devam etmektedir.
Venezuela sorununun, ülkenin karşılaştığı problemlerin hızlı ve geniş bir şekilde “uluslararasılaştırılması” ilginç bir gelişmedir. ABD’nin açık bir şekilde Guaido’yu desteklemesi üzerine AB ülkeleri de sıraya girmişler ve AB’nin önde gelen ülkeleri Guaido’yu desteklediklerini açıklamışlardır. Rusya ve Çin ise Maduro’yu “meşru” Cumhurbaşkanı olarak kabul etmeye devam etmekte, Maduro’nun yanında yer almaktadır. Moskova ve Pekin’den Venezuela’nın iç işlerine karışmama uyarıları gelmektedir.
Güney ve Orta Amerika ülkeleri de Maduro ve Guaido “destekçileri” olarak bölünmüş, bu ülkelerin çoğunluğu Guaido’yu “meşru” Cumhurbaşkanı olarak tanırken, (Meksika ve Küba’nın da aralarında bulunduğu) daha az sayıdaki ülke Maduro’yu desteklemeye devam etmiştir. Maduro için bir şanssızlık geçen yıl meydana gelen iktidar değişikliklerinden sonra Güney Amerika kıtasında ABD’nin etkinliğinin artmasıdır. Nitekim Brezilya, Arjantin ve Şili gibi önde gelen Güney Amerika ülkeleri (ABD’nin oluşturduğu) Guaido yanlısı cephe içinde yer almıştır.
Venezuela’nın sınır komşusu olması sebebiyle Brezilya’nın tutumu bu çerçevede önem kazanmış, (son iktidar değişikliğiyle ABD’ye yaklaşan) Brezilya diğer komşu Kolombiya’yla birlikte, Trump Yönetimi’nin Venezuela’ya yönelik Maduro’yu iktidardan düşürmeye yönelik politikalarında, ön safhada bir rol oynamaya başlamıştır.
Venezuela bir süreden beri ciddi bir ekonomik kriz içinden geçmektedir. Ülke ekonomisi yüksek enflasyonun etkisiyle küçülmekte, ülkede gıda maddeleri ve ilaç sıkıntısı çekilmektedir. Son olarak ülkenin hemen tümünü etkileyen elektrik kesilmesi Venezuela için ekonomik sıkıntıları daha da büyütmüştür.
Cumhurbaşkanı Maduro ülkenin ekonomik durumundan ABD ve Amerikan yaptırımlarını sorumlu tutmakta, ABD’nin Venezuela’ya karşı ekonomik bir savaş yürüttüğünü savunmaktadır. Guaido ise Venezuela’daki durumun Maduro hükümetinin yanlış politikalarının bir sonucu olduğunu savunmakta; Venezuela’da Hugo Chevez’den (1998’den) bu yana süren sosyalist politikaların ülkeyi bir felakete sürüklediğini, Venezuela’nın dış Dünya’dan kopmasına neden olduğunu ileri sürmektedir.
Cezayir ve Venezuela’nın ortak bir yanları ekonomilerinin büyük ölçüde petrol ve doğal gaz üretimine ve ihracatına dayanmasıdır. İki ülke de OPEC üyesidir. Venezuela Dünya petrol ve doğal gaz üretiminde 11. ve 29. sıralarda yer almakta, bu ülke bugün Dünya’da en fazla bilinen petrol rezervine sahip ülke olarak tanınmaktadır. Cezayir Dünya petrol üretiminde 18. ve doğal gaz üretiminde 9. sıralarda bulunmakta, doğal gaz rezervleri zengin bir ülke olarak bilinmektedir.
Cezayir’deki iç çekişme henüz uluslararası bir boyut kazanmamış olmakla birlikte, bu iç çekişmenin sonucu Arap Dünyası ve diğer Arap ülkelerindeki gelişmeleri etkileyebilecek bir nitelik taşımaktadır. Venezuela ise artık ABD dış politikasında bir odak noktası, ABD-Rusya ve ABD-Çin ilişkilerinde önemli bir yer tutan bir sorun haline gelmiştir. Venezuela’daki gelişmelerin (Maduro-Gualido mücadelesinin) alacağı yön ABD’nin Güney Amerika politikalarını ve Dünya’daki uluslararası dengeleri etkileyebilecek sonuçlar doğurabilecektir.
Paylaş