Cumhurbaşkanlığı adayı olarak tek geçtiğim “Sevgi İnsanı” liderimizdibine kadar haklı. Demokrasilerin parlamentoya ihtiyacı yok. Dolayısı ile parlamenter denen kuru kalabalığa da ihtiyacı yok.
550 maaşlı adamı bir binaya dolduracaksın da ne yapacaksın?
Kararları zaten başımızda duran “Sevgi İnsanı” alıyor. Kırk yılda bir Kamer Genç kürsüye çıkıp, ileri geri konuşacak da ortamı gerecek. Kürsüye yürümek için adam lazım olacak.
Geçiniz efendim! Atılacak taş, bağırtılacak demokrasi kurbağasına değmez. Biz kalkınmamıza bakalım.
On iki senedir bizi şefkatle yöneten o “Sevgi İnsanı” bunları bildiği için “Parlamentoyu aradan çıkaralım, parası cebimize kalsın” diyor. Muhalefetin kafası buna bir türlü basmıyor.
Yıllardır “parlamenter demokrasi” denen sistemi inceliyorum. Cumhurbaşkanı seçmeden önce bir kez daha bu uygulamanın altını çizmek, kurduğu “One Minute” adlı örgütle memleketimizi gayet güzel yöneten o muhterem zatın dikkatine sunmak istedim.
Gerçi bir sevgi insanı olan o mübarek zat işin farkında. O yüzden parlamentoyu by pass etmiş. Kafasına göre takılıyor. Memleket komisyondan komisyona sürünüp vakit kaybetmiyor.
Parlamenter sözcüğü kelimenin kökeni açısından “parlamenter” sözcüğünden türemiştir. Biz eskiden bunlara “mebus” diyorduk. Çok partili hayata geçince, bu lafı sündürüp, daha yakışıklı dursun diye “milletvekili” demeye başladık.
Siyaseten kıvama gelen şahıs partisinin lideri tarafından aday gösterilip, milletvekili yapılır. Yani parlamenter olur. Sıradan vatandaşlardan ayrılsın diye ona büyük bir rozet verilir.
Türkiye’deki köşe yazarlarının duayeni (*) olarak Sabah refikimiz için yapılan “Medya Havuzundan” dolayı gurur duyuyorum. Özellikle de içinin su yerine parayla doldurulması ayrıca takdire şayandır.
Nereden bakarsanız bakın. Bu para dolu havuz Türkiye’nin kalkınma gücünü, yarattığı ekonomik mucizenin büyüklüğünü gösterir. Şahsen o havuzda çimmeyi çok isterdim.
Bu havuz müjdesini aldığımdan beri Mehmet Barlas’ı kıskanmıyorum, dersem yalan olur.
Geçen aydı galiba. Aynaroz’a gidip, tarihi manastırı gezmiş. “Bakire Bahçesine..” girmiş. Rahibelere el işareti yapmış. Kutsal emanetleri denetlemiş. Sanki kendisine Onüçüncü Havarilik teklifi gelmiş gibi anlatıyor ha anlatıyor.
Yediğine, yazdığına karışmam ama kıyafetine fena halde ayar oldum.
Giymiş pembe ceketini. Altında kanarya sarısı pantolon. Mor gözlükler. Ayağındaki o rengarenk şey ayakkabı mıydı, söktüremedim. Kendisine şekil yapmaya meraklı olduğundan, ayakkabı niyetine iki adet fronboğazlı pastaya basmış da olabilir.
Hristiyanlık aleminin kutsal mekânında “Metroseksüel Erkekler Cumhuriyetinin Başkonsolosu…” gibi dolanıyor.
Babıali’de rüzgâr gibi estiğim zamanlarda bir gazeteci böyle giyinip habere çıksa turistler dahil bütün Sultanahmet peşine düşerdi.