15 Ağustos 2010
CEMİYET hayatını canlandıran etkinliklerin önemli bir kısmı yabancı misyon temsilcilikleri tarafından gerçeleştirilir. Bunların en önemlilerinden birkaçı geçtiğimiz yıllarda İngiltere ve Hollanda Kraliçeleri ile Hollanda Veliaht Prensinin ülkemize yaptıklari ziyaretler vesilesiyle verilen davetlerdi.
Bence en ilgi çekici olanı İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth ve eşi Edinburg Dükü Prens Philip’in Türkiye ziyareti için İstanbul’a gelen İngiliz uçak gemisi HMS Illustrious’da Cumhurbaskanı Abdullah Gül ve eşi onuruna verdiği davetti.
Bu muhtemelen uzun yıllardır ülkemizde gerçekleşen en elit davetti.
¡ ¡ ¡
Kabataş Limanina yanaşmiş olan 194 metre uzunluğundaki uçak gemisinin girişinde bizi gemi komutanı karşıladı.
Gemicilerin karşılıklı tek sıra dizilerek oluşturdukları koridordan araçlarımızdan inerken karşılaştığımız Ömer Sabancı ile sohbet ederek geçtik. İkimizin de hisleri bunun son derece etkileyici olduğuydu.
Konsolosluk gorevlileri bizleri önceden planladıkları noktalardaki kokteyl masalarına kadar götürdüler. Bu arada da gemiyi gezdirdiler. Gemide altı helikopter vardı.
Konuklar arasında Ali Babacan, Egemen Bağış, Rahmi Koç, Sinan Tara, Hüsnü Özyeğin, Adnan Polat, önemli basın organlarının genel yayın yönetmenleri de dahil olmak üzere Türk iş ve medya dünyasının zirvesindeki kişiler vardı. Fotoğraf çekmenin kesinlikle yasak olduğu bu davette konuklara içecek ve kanepe ikram ediliyordu.
¡ ¡ ¡
Gemi komutanının eşi masaları dolaşarak konuklara hoşgeldiniz dedi. Goğsünde eşinin üniformasinda taşıdiğı nişanın bir eşini taşıyordu. Konuklar ise koyu bir sohbet içerisindeydi. Biraz sonra Kraliçe ve konuklar onuruna düzenlenen askeri tören başladı. Borozan çalınarak, “Majesteleri Kraliçe” takdimi yapılarak Kraliçe ve eşinin gemiye geldiği haber verildi. Askeri bir birlik bando tarafından çalınan marşlar eşliğinde uzunca süren bir gösteri yaptı.
¡ ¡ ¡
Bütün rituel aynen bir peri masalındaki gibiydi. Önce Prens Philip yanımıza geldi. Ona refakat eden İngiliz Konsolosu kendisine beni tanıttıktan sonra uzunca bir süre sohbet ettik, espriler yaptı.
Daha sonra Kraliçe II. Elizabeth konukların arasinda yürüyerek yanımıza geldi. Beyaz altın gibi saçları, üzerinde sade ama son derece şık bir kıyafet ve kraliyet takılarından bazıları vardı. Bu, Kraliçe II. Elizabeth’in Türkiye’ye 1961 ve 1971 yıllarında yaptığı iki ziyaretten sonra üçüncü ziyaretti. Tarihi bir önem taşıyordu ve bu tarihi davetin bir parçası olmak hoş bir duyguydu.
Yazının Devamını Oku 8 Ağustos 2010
HAFTA içi doğum günümdü. Bu yıl parti vermek, özel birşeyler yapmak gibi bir planım da yoktu doğum günümde. Bodrum’daydım, yakın dostlarla Ramazan öncesi bir uzun hafta sonu geçirmek için. Cuma akşamı Tango Argentina’da güzel bir et yemeği, sonrasında Marina’da canlı müzik, Newold, Küba derken dostum Hosrov “Hadi buradan Bianca’ya gidelim” dedi. Öncesinde uğradığımız My Pavyon’da program bitmiş dağılıyordu ki Hosrov, My Pavyon ve Bianca’nın işletme müdürü Fahri, eşi ve baldızı ile Bianca’ya geçtik.
My Pavyon’da Müslüm Gürses vardı o akşam ve Ankara, İstanbul’dan pek çok kişi onu dinlemeye gelmişti. Burada son günlerin arabesk konusundaki tartışmalarına girmek istemiyorum zira bence son derece gereksizdi bu. Örneğin ben hafta sonları sabahleyin evde yükses sesle klasik müzik dinlemeye bayılırım.
Caz dinlerim, Türk Sanat Müziğini çok severim, üniversite yıllarımda solo da yapmıştım. Solo parçam “Bir kızıl goncaya benzer dudağın” idi. Türk Halk Müziği de severim, “Mihriban” türküsüne, bilhassa da onu Musa Eroğlu’dan dinlemeye bayılırım. Müslüm Gürses’i de, Orhan Gencebay’ı da büyük bir zevkle dinlerim. Kısacası müziği katagorize etmem.
Bianca’da özel akşam
Bianca’da o akşam adeta özel bir parti vardı. Ankara’dan dostlarımız da vardı, çok eğlendik. Ertesi günü Maça Kızı’nda akşam yemeği yedik arkadaşlarımla. Türkbükü’nde Ship Ahoy ve Mavi’nin sesleri kapatıldığı için bomboştu, bir sakinlik vardı burada ama Maki’nin barı geç saatte sessizliğe adeta meydan okuyordu müziğiyle. Ship Ahoy’a en son geçen hafta sonu bir uğramıştım arkadaşlarımla.
Bar masası olarak kullanılan variller adeta bitişik olarak kumsala dizilmiş aralarından geçmeye imkan yoktu. Sahilde yürüyüş yapanlar da buradaki kalabalıktan geçemiyorlardı yoldan. Müzik güzel çalıyor ama volumü inanılmaz yüksekti. Yaş ortalaması da çok düşüktü özellikle iskeledeki bar masalarında. Bir akşam Mübariz Masimov’un Yalıkavak’taki Palmalife Otelinde yer alan Da Silvano’da yedik. Da Silvano New York’ta da ünlü bir İtalyan lokantası. Modern, floresan ışıkların hakim olduğu bir dizaynı var. Türk ve Azeri önemli şahsiyetleri ağırlıyor burası.
Yalıkavak lezzetleri
Yemekleri çok lezzetli. Küçük mezeleri güzel. Karışık deniz mahsülleri çorbasını tavsiye ederim. Yemek fiyatları Maça Kızı’ndan düşük. Şarap listesinde sayıca olmasa da yelpaze olarak geniş seçenekler var. 65 liraya makul şaraplar içilebileceği gibi şişesi 18 bin liraya Petrus, 5 bin liraya Chateau Margaux da var. Piyano başında bir sanatçı Türkçe, Azerice, Rusça, İtalyanca, her dilde şarkı söylüyor, sesi güzel. Ama sesi en güzel bana “İyi ki doğdun” şarkısını söylerken çıktı, tarih doğum günüm olan 3 Ağustos’a geçtikten birkaç dakika sonra. Çok mutlu olmuştum bu sürprize, masadaki yakın arkadaşlarımı teker teker öptüm. Pastanın mumunu üflerken de dileğimi tuttum.
Yemekte önemli görevlerde bulunan arkadaşlarımızla memleket meselelerinden siyasete, bölgesel konulardan uluslarası ilişkilere kadar çeşitli konularda keyifli bir sohbet oldu. Oradan otelimize döndük. Sabaha kadar sohbet ettik kalabalık bir grup, zamanın nasıl geçtiğini anlamadık.
Son akşam da klasikleşmiş bir balık lokantası olan Sait’teydik Yalıkavak’ta. Lezzetli mezeleri, balığı kadar Sait Bey’in sohbeti, anlattığı fıkralar, şarkılara eşlik etmesi gecemize renk kattı. Burada Julio Iglesias çalarken arkadaşlarım biraz bizden birşeyler çalmasını rica ettiğinde Sait Bey önce temkinli bir şekilde Sezen Aksu ile başladı. Oradan yavaş yavaş Türk Sanat Müziğine sonra da daha ağır parçalara geçtiler. İnsanların birden havası değişti, müziğe eşlik etmeye başladılar. Bir Bodrum hafta sonu daha bitmişti, ver elini Ankara.
Yazının Devamını Oku 1 Ağustos 2010
GEÇEN pazar Bodrum dönüşü Ankara’dan çok sevdiğim arkadaşlarımla karşılaştım havaalanında. Ankara’yı çok özlediğimi tekrar edip duruyordum. Sıcak bir yaz döneminde Ankara’yı gerçekten özlemiş olduğumun doğruluğunu biraz sorguladılar.
Kendimi işimin dışında kalan zamanlarda dışarı attım. Sık gittiğim bir yer olan Filistin Sokak’taki House Cafe’ye uğradım birkaç kez. Bir akşam her ikisi de çok önemli görevler üstlenmiş olan Hakkı Akil ve Hüseyin Diriöz ile birşeyler atıştırıp sohbet ettik.
Bir akşam üstü de Ömer Aydıner, Ercan Tafulcan, Mustafa Sırrı’nın da aralarında olduğu grupla keyifli zaman geçirdik orada. Ömer’den dünyadaki teknolojik gelişmeler konusunda bir update aldım.
Arjantin Caddesi bir dönem altın çağını yaşadı. Kuki House, Kafemiz, Las Chicas popülerdi. Daha öncesinde Italyan Lokantası Imatti, daha sonra aynı yerde 312 olarak faaliyet gösteren Sushi lokantası bir dönem Arjantin Caddesine damgasını vurdu.
Daha sonra Arjantin Caddesi bir çöküşe uğradı ve insanlar dışarı çıkmaz oldu. O arada “Eyvah Ankara bitti, dışarı çıkacak yer kalmadı” mutsuzluğu kol gezmeye başladı.
Önce Arjantin sonra Filistin
Bir müddet sonra Filistin Caddesi’nde House Cafe, Big Cheffs, Eat’n Joy, Home Store Cafe, Kitchenette ve diğerleri arka arkaya yer almaya başladılar. Arjantin Caddesi’nin eski hareketi Filistin Caddesi’ne geçmişti. Aslında Ankara’da gezmeyi sevenler Filistin Caddesi’ne pek yabancı değillerdi. Rush burada bir dönem popüler bir mekan olarak faaliyet göstermişti. Frends and Trends de yine buraya damgasını vurmuştu.
Kafe bol sayıda ama gece mekanları ne durumda? O konuda biraz sıkıntılı görüyorum Ankara’lıyı. O ihtiyacı da House Cafe önce Salı partileriyle daha sonra haftasonları bahçesini gece kulübün çevirerek bir nebze giderdi. Yıllar önce Beştepe’deki Mayday, Avenue popülerdi. Sheraton Otel’deki Copper Club bir dönem Ankara’nın gece mekanıydı.
Ama birkaç kült yerden sözetmeden geçemeyeceğim. Bir tanesi yıllarca Ankara’nın rock barı olarak faaliyet gösteren Manhattan. Perşembe ve haftasonu akşamlarının yeriydi burası. Salata yıllarca Ankara’ya hizmet verdi. Reşit Galip Salata bir numaraydı, şimdi Satsuma olarak faaliyet gösteriyor. Mesa Salata ise devam ediyor. Bu kadar yıl Özgül’ün işinin başında durması ve başarılı personeli sayesinde ayakta durdu.
Flat’in mimarisi şık ama sıkışık
Şömine çok güzel bahçesi ve canlı müziğiyle yaz akşamlarının seçimiydi. Zeki Bar bir klasik oldu Ankara’da. Yıllardır hizmet veriyor. İşletmesi halen çok iyi. Canlı müzik çalınan bu mekanda yıllardır aynı personel büyük bir ciddiyetle hizmet veriyor. Double’u Çayyolu’nda popüler oldu, halen gözde. Arjantin Caddesi’nde geçen hafta Flat’in açılışı vardı. Bu gece kulübü bir ihtiyaca cevap verebilecek belki. Mimarisi şık ama kullanışlı değil. İçerideki merdiven ve basamaklar mekanın etkili kullanılmasını engelliyor, sıkışık. Müşteri profili pek oturmuş değil henüz ama müzik güzel çalıyor. Kısa zaman içerisinde oturacağını düşünüyorum buranın.
Yeme-içme sektörü deyince Ankara’nın gizli kahramanları da var.
Borrdo’nun şefi 12 yıl gemideydi
Ankuva’da özellikle Bilkent öğrencilerine hizmet veren, lezzetli ev yemekleri sunan Borrdo’nun şefi Temel Arslan son derece mütevazı. Ekibinin başında akşama kadar koşturuyor, akşamları da Bilkent Sports International içerisindeki Salus’ta hizmet veriyor. Yıllardır tanırım Temel Bey’i, koyu Galatasaraylı. Adnan Polat’ın beni ofisimde bir ziyareti sonrasında öğle yemeğini Borrdo’da yemiştik. O gün bu gündür selam gönderir Adnan Ağabey’e.
Temel Bey’in Miami yazımı okuduktan sonra bana 12 yıl Miami’de yolcu gemilerinde yiyecek-içecek müdür yardımcılığı yaptığını söylemesi doğrusu beni şaşırttı. Yiyecek içecek konusunda geniş bir bilgisi ve deneyimi var. Ama Borrdo’nun yönetici ortağı olduğunu yıllar sonra yeni öğrendiğim Temel Bey işin sırrının ekibinin başında bir komi, bir garson gibi çalışması olduğunu söylüyor. Mesai bitip kasanın başına geçince patron olurum diyor. İşte size Ankara’nın tevazu sahibi gizli kahramanlarına bir örnek.
Seviyorum Ankara’yı...
Yazının Devamını Oku 25 Temmuz 2010
ANKARALI yaz aylarında, deniz kenarında olmamasının da etkisiyle sayfiye beldelerine kaçar. Bunlardan bir tanesi de şüphesiz Bodrum. Yıllardır giderim Bodrum’a. O zaman şehir içindeki mekanlar gözdeydi. Gölköy ve Türkbükü ise yeni yeni parlıyordu. Gece çoğu zaman Şaziye’de Kenan Doğulu dinleyerek bitiriliyordu. Han ise Türkçe canlı müzik çalan gözde bir mekandı. Sonra Türkbükü giderek yoğunlaştı, şehir biraz popüleritesini kaybetti.
Bende bu yoğunlaşmanın zaman içerisinde yerini tersine bir trende bırakacağı, yeni arayışların ortaya çıkacağı beklentisi vardı. Alaçatı bu arada ortaya çıktı. Bodrum’da canlı müzik yapılan Marina popüler bir yer oldu. Tango Argentina Yalıkavak Marina’dan Bodrum Marina’nın karşısına taşındı. Sanayici Kazım Bey şehir yaşamından sıkılıp Yalıkavak Marina’da teknesinde yaşamaya başladığında Cefi Kamhi başta olmak üzere arkadaşlarına hergün yemek yapmaya başlayınca bu marinanın sahibi Cefi Bey ona burada boş bir dükkanı tahsis ederek lezzetli yemeklerini burada hazırlamasını sağlamış.
Sokakta müzik eşliğinde yemek
İlk lokantasını bu şekilde açan Kazım Bey daha sonra Bodrum Marina’nın karşısındaki bir binada Tango Argentina’yı açmış. Binanın önündeki masalarda sokakta yemeğinizi yiyor, bir trionun çaldığı müziği dinliyorsunuz. Binanın üstündeki teras kale manzaralı, daha sakin. Biz önce yemeğimizi terasta yedik, kahve için aşağıdaki bir masaya indik. Giriş katındaki şarap bölümüne girip şarabınızı seçiyorsunuz dilerseniz. Tango’da nefis et yemekleri yapıyorlar. Han ise yine Marina’nın işletmecisi tarafından restore edilerek Newold adıyla gece kulübü olarak yeniden açıldı. Şu an Bodrum’da en popüler mekan.
Bu yıl Emre Bianca’yı Bodrum’da Bitez çıkışına, Virgin Otel’in sahiline taşıdı. Bianca’nın kulübü yine popüler olacak anlaşılan. Öyle olunca da şehirde Doria, The Marmara ve Marina Vista çok talep görecek oteller. The Marmara’ya açıldığı 1999 yılında beri giderim, iç mimarisi ve manzarasıyla güzeldir, Marina Vista özellikle tekne sahiplerinin tercihi... İki yıl önce Moevenpick Otel olarak açılan, bu yıl faaliyetine Doria olarak devam eden otel ise Newold ve Bodrum Marina’ya on, Bianca’ya beş dakika mesafede yer aldığı halde otele geldiğinizde bir sakinlik içerisinde buluyorsunuz kendinizi. Çok iyi bir işletmesi, harika bir manzarası, shuttle ile on dakikada ulaştığınız bir plajı var.
“Ankaralı”lar yuvadan uçuyor
Gölköy ile Türkbükü belediyelerinin birleşmeleriyle oluşan Göltürkbükü’ne gelince Maçakızı’nın restaurant’ı halen gözde, yemek sırasında Sedat Ergin, Nihat Özdemir, Oğuz Çarmıklı, Osman Müftüoğlu gibi Ankara’lı pek çok dostla karşılaştım. Barı ise Pazar akşam üstü partilerinin mekanı halen. Yıllar önce Ankara Gaziosmanpaşa’daki Attar Sokak’ta Xanadu Bar’ı işletirken tanıdığım, sonra Overall ve Jazz Club’ı işleten Savaş Tütel Overall’u Türkbükü’nde açtı. Ankara’lı bir işletmecimiz daha yuvadan uçacak gibi. Gölköy’deki eski Havana, sonraki adıyla Bianca, Fashion Havana Beach Club olarak faaliyetine devam ediyor. Güzel yemekler sunan ana restaurant’ının yanı sıra eski yerinde yine bir Rum meyhanesi yeralıyor. Geçen Cuma burada Fashion TV 2010 Uluslarası Modellik yarışması olan ‘Fashion TV Global Model Search’ vardı. Arkadaşımla önce bir şeyler atıştırdık. Yan masada Fashion TV’nin Polonya doğumlu başkanı Michel Adam arkadaşlarıyla yemek yiyordu. İri bedenine üzerinde parlak Fashion TV armaları bulunan siyah bir bluz giymişti.
Yirmi ülkeden 35 model podyumda
Daha sonra modellik yarışması için beni ve arkadaşımı podyumun karşısında, aralarında Michel Adam, İvana Sert ve yakın dostum Tevfik Gür’ün de olduğu juri üyelerinin oturduğu kanepenin hemen arkasında hazırladıkları locaya oturttular. 20 ülkeden 35 yarışmacı önce mayolarla teker teker podyumda yürüyerek jüri üyelerinin önünden geçtiler, sonra toplu geçip, daha sonra bir defile yaptılar. Sıra on finalistin ve nihayetinde modellik kraliçesinin seçimine gelmişti. Yarışmacılarda heyecan had safhadaydı.
Alex oyların sayımı sırasında mini bir konser verdi.Sibel Tüzün ise sonuçlar acıklandıktan sonra. Benim favorim Venezuella’lı model Gabriela Conception ikinci, Rus Model Alina Kreklina birinci oldu. Bu yıl Yalıkavak’ta Mubariz Masimov’un açtığı Palma Life Resort’un içerisinde ünlü İtalyan lokantası Da Silvano bir yenilik. Bodrum deyince de denizi olmayan şehrimiz Ankara’da Gölbaşında yelkenli tekne kullanmayı öğrenerek buralara yelken yarışına giden ve Bodrum, Marmaris’te dereceye giren arkadaşlarımızı anmadan geçemeyeceğim. Umarım kısa zamanda yelkenci arkadaşım Mustafa Sırrı’ya verdiğim sözü yerine getirme fırsatı bulur bir Ankara teknesi ile bu yarışlardan birine katılır, sizlere de izlenimlerimi aktarma imkanı bulurum.
Yazının Devamını Oku 11 Temmuz 2010
MOSKOVA’ya da yaz geldi. Ara sıra Moskova’ya giderim. En son buz gibi soğuk bir kış gününde gitmiştim. Bu ise işlerimin dışında kalan zamanları keyifli geçirmeme pek izin vermemişti.
Bu hafta bunaltıcı bir sıcak vardı. Ama insanlar rahat kıyafetler içerisinde, sokaklarda, mekanların teraslarında yazın keyfini çıkarıyorlardı. Güneşli hava binaları aydınlatıyor, şehrin güzelliğinin gözönüne çıkmasına izin veriyor.
Kızıl Meydan’daki Ritz Otel’de kaldım yine, Tverskaya Caddesi’nin sonunda.
İlk firsatta da otelin yakınında, Bolşoy Tiyatrosu’nun yanında yer alan TSUM magazasına gittim. Batılı Prada, Gucci, Brioni, Miu Miu, Alexander Mc Queen gibi tasarımcıların ürünlerini satan prestijli bir mağaza.
Geçen sefer Maserati bu kez Bentley vardı
Arka kapısında bu mağazanın müşteri kitlesine hitap edecek bir otomobil sergilenir. Geçen sefer burada Maserati bir otomobil vardı, bu sefer Bentley’in en yüksek performansa sahip dört kapılı otomobili Continental Flying Spur Speed modeli.
TSUM’da bildiğimiz tasarımcıların daha iddialı, göze çarpan kolleksiyonlarına daha çok yer verilir. Arka sokağında Vogue Cafe ile Mr. Lee Cafe yer alır. Vogue yaklaşık yedi yıl önce Vogue yayıncısı Conde Nast ile Moskova’nın en iyi lokanta işletmecilerinden Alexander Novikov tarafından açılmış elegant bir kafe. Yüksek tavanları ve Avrupa tarzını yansıtan şık bir dizaynı var. O zamandan bu zamana çizgisini bozmadı, müşteri kitlesini muhafaza etti. Moskova’nin yeme içme kültürünün gelişmesinde anahtar bir rol oynadı.
Clinton’ın aşçılığından Moskova Vasantha’ya
Mr. Lee yeni, Vogue’un üst katında yer alıyor, sahne spotları kurulmuş kapısında. Merdivenlerin olduğu bu kapıya girerken sahneye çıkıyor gibisiniz. Asya mutfağı sunuluyor.
Vasantha Cafe hemen Vogue’un biraz ilerisinde yer alıyor. Burası yeni açılmış yazlık çok şık bir mekan. Tarihi bir binanın pasaj gibi olan bir bölümüne yapılmış. Büyük kemer girişinde dev bir kapısı var. İçeride sutunları, heykelleri ile bir sanat eseri. Füzyon mutfağı var. Yemekleri lezzetli. Sri Lanka doğumlu, Bill Clinton’un dört yıl süreyle aşçılığını yapmış Hintli şef Vasantha bu kafenin şefliğini yapmak üzere Amerika’dan davet edilmiş. Avrupa ve doğu yemekleri sunuyor.
Yine Novikov’un başarılı bir lokantası Nedalyn Vostok ‘not far east’ yani uzak olmayan doğu konseptli. Füzyon Asya yemekleri sunuyor. Lokantanın tam ortasındaki altıgen büyük açık mutfakta yemekleri onlarca mutfak personeli hazırlıyor. Arkasında şık bir terası var.
Moskova’nın özel yedi kız kardeşi
Yemek çıkışında yaz yağmuruna yakalandık, çok keyifliydi.
Ritz Otel’in 12.katında yer alan O2 Lounge şehrin gözde mekanlarından. Çelik konstrüksiyon yüksek bir tavanı var. Terası harükulade, Kızıl Meydan ve Kremlin Sarayı’na bakıyor. Bence dünyadaki sayılı spotlardan biri.
Kremlin Sarayı zaten çok göz alıcı bir yapı. Ayrıca Stalin tarzında yapılmış yedi gökdelenden oluşan, 1947-1953 yılları arasında inşa edilmiş ve yedi kızkardeşler olarak anılan binalar şehrin özel yapılarından. Bunlar ortak bir mimariye sahip. Birisi Dışişleri Bakanlığı olarak faaliyet gösteriyor.
Şehrin tarihi dokusunu binalarından, meydanlarından görebiliyorsunuz. Klasik binalar günümüzün gözde markalarıyla buluşmuş.
Metro istasyonları farklı iç dizaynlarıyla görülmeye değer. İnsanları aristokrat, eğitimli. Kültür ve sanat yaşamlarının bir parçası. Güzel bir şehir Moskova, özellikle de yazın.
Yazının Devamını Oku 4 Temmuz 2010
BİR süre önce yakın dostum İlhan İl beni ilginç bir yeme-içme deneyimine davet edeceğini söylemiş ve 28 Haziran akşamını rezerve etmemi rica etmişti. İlhan, Ankara’da bir gurme kulübü olarak kurulmuş Connoisseur Club of Ankara’nın üyesi. 20 üyeli bu kulüp gurme kurallarını uyguluyor. Temel amacını seçilen mutfakların en iyi özelliklerinin öğrenilmesi ve değerlendirilmesi ve bu bağlamda hazırlanan yemeklerin tadılması olarak belirlemiş. Yılda beş yemek düzenliyor. Bu beş yemekten ikisi yabancı, biri yöresel, biri deniz ürünleri, biri de tarihi bir mutfak oluyor.
İlhan’ın benim bu deneyimi yaşamamdaki arzusu sonuncuda yatıyor. Bu yemeklerinde Hitit mutfağı tadılacaktı. Ankara’da yemeğin yapılacağı otelde önce bir kokteyl için buluştuk. Sohbet sırasında büyük ekranlı televizyonda bir konser dvd’si çalıyordu. Bu Ankara’da daha önce düzenlenmiş olan, adını Hitit İmparatorluğu’nun başkentinden alan Hattuşa konserinin kaydıydı.
Hitit şifrelerinin izinde
Orkestra bizim Anadolu ezgilerini Hitit sazlarıyla modernize edilmiş bir şekilde seslendiriyordu. Hitit tabletlerinde bizim bağlamamızın, hem de ucunda püskülü sarkan bir şekilde kazınmış şekli bu arada ekrana yansıyordu.
Anadolu medeniyetleri bana her zaman heyecan vermiştir. Dört bin yıl önce Anadolu’da yaşamış Hititlerin yemeğini yiyecektik. Ama bu nasıl olacaktı? Bunun cevabını Ankara’da eğitimini tamamladıktan sonra Çorum’a eğitmen olarak giden Hitit yemekleri uzmanı Asuman Albayrak verdi. Hitit yazılarının deşifre edilmesi ile ortaya çıkan ipuçlarından yola çıkarak yaptıkları deneyler sonucu bunu gerçekleştirmişlerdi.
Kral Midas’ın tatlı birası
Bu bana yıllar önce Amerika’da özel bir yemekte tadımlık olarak ikram edilen Midas birası deneyimini hatırlattı. Frigyalıların Kralı Midas’ın mezarından çıkarılan bu biraların kalıntıları arkeolojik ve biyolojik çalışmalar neticesinde günümüzde yeniden üretilmiş. Biraz tatlı ama oldukça lezzetliydi.
Asuman Hanım dikdörtgen masanın etrafında oturan kulüp üyeleri ve konuklara öncelikle yemekle ilgili bilgi verdi, deneyleri nasıl yaptıklarını anlattı. Ekmekler taze mayadan yapılıyor, aynı gün pişiriliyor, bu nedenle pişirildikten sonra da fermentasyona devam ediyor. Ekmek, bal ve et ağırlıklı bir mutfak.
Tarihi bir deneyim yaşayacağımız bu mönü için lezzet konusunda büyük bir beklenti içerisinde olmamamız önceden ikaz edilmişti. Ama zaten ben tadını beğenmediğim bir yemek için “güzel değil” değil de “tadı benim damak zevkime uymadı” demeyi ve böyle düşünmeyi yıllar önce öğrendiğim için merak tarafı ağır basıyordu.
Ballı kırmızı şarap
Yemekte bal karıştırılmış kırmızı şarap servis edildi. Bunun için de Kalecik yöresinde üretilen Kalecik Karası üzümünden elde edilen şarap kullanılmış.
Mönüde kalın ekmek eşliğinde bezelyeli püre, koyun peyniri ve incirli kalın somun ekmek, ballı şarap soslu, haşhaşlı ekmek ve bal soslu, bezelyeli ballı ekmek başlangıç olarak yer alıyordu. Sonra bizim yufka ekmeğe benzeyen ince ekmek eşliğinde koyun ciğeri ve yüreği sunuldu. Ana yemekte kalın ekmek eşliğinde şarapla lezzetlendirilmiş kuzu eti ve zeytinyağı ve bal sos eşliğinde tam buğday unu ile hazırlanan kuzu eti vardı. Tatlı olarak pekmez ve cevizin birleşimi eşliğinde bir hamur tatlısı vardı. Günümüzün teknolojik yaşam tarzı için bu kadar kalori yüklemesi belki biraz fazla gelmişti ama dört bin yıl önceden gelen bu lezzeti tadmak gerçekten ilginç bir deneyim olmuştu.
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2010
ANKARA’da yazla birlikte, “yaz partileri” de başladı. Emre Dökmeci Gölbaşı Edit Lakeside’da Ömer Uluç, Burhan Doğançay ve Mehmet Güleryüz’ün resimlerinin sergilendigi bir davet verdi. O gün yağan yaz yağmuruna rağmen keyifli bir akşam oldu. Levent Güdüllüoğlu Home Store’da, Beril ve Can Çavuşoğlu Panora Alışveriş Merkezi’ndeki Mac Athletic Club’ın terasındaki havuzbaşında birer yaza merhaba partisi verdi.
Ankara’lıların yazlık yerlere tatile gittigi bu günlerde ben de sizleri biraz yazlık şehirlerde dolaştıracağım. Bu pazar şu anda yazımı yazdığım Miami’den biraz sözedelim. Chicago’da yaşayan Amerikalı bir arkadaşımın düğünü vesile oldu gelmeme. Bir hafta otelde olacaklarını ve bu zaman zarfinda tekne turu, müze, golf, spa gibi aktiviteler düzenleyeceklerini düğün davetiyesinde haber veriyordu. Aslında Monaco’da Prens Albert’in balosuna gidecektim, aranjmanlarımı da yapmıştım ama bu sosyal açıdan daha ilginç geldi. Madrid uzerinden uçarak kendimi düğünün yapılacağı Sunny Isles Beach’teki otelimde buldum.
Miami’de “para” turu
Bu bir hafta süresince South Island’a gidip Downtown Miami’de tekne turu, şehir turu yaptım, malikanelerle kaplı adacıkların etrafında, şehrin içinde, limanda dolaştım. Turlarda rehberlerimiz yolculuk boyunca orada yaşayan ünlülerden, evlerinden ve bunların fiyatlarından sözedip, sürekli para konuştular. Bu Miami’de şöhret ve maddiyatın ne kadar ön planda olduğunun bir tezahürüydü. Kız tarafı geleneksel Amerikalı, erkek tarafı geleneksel Yunanlı, ama davetliler çeşitli milletlerdendi. Bu çesitlilik tatile de renk katti. Miami, gökdelenlerle müstakil evlerin karışımından oluşuyor. Çeşitli yörelerde yoğunlaşmış gökdelenler bu nedenle fazla gözü rahatsız etmiyor. Nikki Beach halen South Beach’te gözde beach clublardan. Sushi ve deniz ürünleri öğle yemeklerinde özel bir yer tutuyor. La Piaggia daha küçük bir beach club ama aksam üstü beach partileri daha elit bir kalabalık topluyor. The Ritz Carlton, Four Seasons gibi bazi otellerin havuzları ve havuzlarının olduğu bahçeleri kendilerinden ön planda. Buralarda da beach partileri yapılıyor, geceleri barlarinda eğlenceler düzenleniyor. Hepsinin ortak özelliği, DJler çok güzel müzik çalıyor. Bir anlamda Bodrum Türkbükü’nü anımsatıyor partiler. Hotel Delano en bu otellerin en ünlüsü. Otelin lobisi tam bir parti mekanı olarak dizayn edilmis, barlar ve restaurantlar var. Yüksek volümlü müzik çalıyor. Bahçesinde büyük bir yüzme havuzu, onun bir tarafında bungalovlar, diğer tarafında localar var.
Güne göre hareket
Mekanların ise diğer pek cok şehirde oldugu gibi hareketli olduğu günler var. Tıpkı Ankara´da Salı akşamları Filistin Caddesi´ndeki The House Cafe’nin, Cuma akşamları Kitchnette’in olduğu gibi. Delano oteli gecelerin en popüler mekanı. Gece kulübü olarak da Mynt halen gözde. Ancak oradaki kalabalik pek benim tarzım değil. Alışveriş için de Bal Harbour çok keyifli bir yer. Prada, Brijoni, Paciotti, Chanel gibi magazaların yanısıra Sax Fifth Avenue´nun de mağazası bizim İstinye Park’ın açık bölgesindeki konsepte benzer şekilde peşpeşe dizilmiş. Adventura ise büyük bir alışveriş merkezi. Burasi orta-üst gelir grubuna hitap eden bir yer. Marka yelpazesi oldukça geniş. Abercrombie and Fitch bırakın alışveris yapmayı içinde yüksek volümlü çalan müziği, parfüm kokusu ile vakit geçirmenin keyifli olduğu bir mağaza zinciri. Aslinda genç kesimi hedeflediği halde daha üst yaş gurubunda da popüler oldu.
Okyanus burada cok dalgalı değil, dolayısıyla Pasifik gibi bir sörf cenneti değil ama zaman zaman fırtına çıkıyor. Bir gece otelin balkonunda bir grup fırtınanın etkisiyle oluşan şimşek ve yıldırımları izledik uzun süre. Çakan şimsekler adeta bir sahne gösterisi oluşturdu. Bazi davetliler gökyüzündeki bulutların şekillerini kahve falı bakar gibi yorumlamaya calıştılar. Bu aslında yeni evlenen çiftin üçüncü düğünüydü. İlki resmi nikah olmuş Chicago’da, ikincisi yine orada, Katolik Kilisesinde, üçüncüsü ise bu. Cumartesi sabahi Yunan Ortodoks Kilisesinde yapılan nikah töreni geleneklerine uygun olarak oldukça uzun sürdü. Düğün yemeğine kadar yine önceden bir davette tanışmış olduğum ama bu seyahatte bana kardeşim diye hitap edecek kadar samimi olduğumuz Fransız dostum Jacques’le Nikki Beach’e kaçtık. Diğer davetlileri ekip gündüzleri beach clublara, akşamları da gezmeye gitmemiz kıskançlık krizlerine yol açmıstı. Akşam otelde smokinleri giyip şampanya ikram ettikleri kokteyle indiğimiz zaman bir sürpriz bekliyordu bizi. Smokin ve rugan papuçlarla yine fotoğraf ve video çekimi için kumsala alındık. İnsanlar halen denize ve havuza girerken o sicakta yine uzun süren bir fotoğraf faslından sonra içeriye girebildik ve oturma düzeninde yemeğe basladık. Yemek boyunca bazı davetlilere küçük şiirler, İncil’den bölümler okuttular. San Fransisco’da oturan, Ermeni asıllı davetli Petros’un adını benim “Büyük şişman Yunan düğünüm” diye tercüme edebileceğim “My Big Fat Greek Wedding” filminden alıntı yaptığı “Erkekler baştır, kadinlar ense, başı ense çevirir” sözü peşinden pek çok espriler getirdi.
Yazının Devamını Oku 20 Haziran 2010
ANKARALI yemeği içmeyi, gezmeyi sever, iyi de bilir. Dünya’nın en eski gurme degustator kuruluşu Chaine des Rotisseurs’ün Türkiye örgütünde çok sayıda Ankara’lı üye de yer alır. Zaten Ankara’da bir şubesi de vardır. Chain de Rotisseurs 1248 yılında Fransa’da kurulmuş, yeme-içme kültürünün geliştirilmesi, sofra adabının iyileştirilmesi konusunda önemli bir rol oynamıştır. 1789 Fransa ihtilalinden soylu sınıfa mensup Chaine üyeleri de nasibini almış, çoğu üyesi kafasını giyotinde kaybetmiş olan Chaine kapatılmıştır.
Chaine 1950 yılında Fransa’da tekrar faaliyete başlamış ve dünyanın pek çok ülkesinde şubeler açarak uluslarası bir hale gelmiştir. Halen 70 civarında ülkede 25,000 kadar yemek, içmek konusunun kıymetini bilen ve ortak bir ilgisi olan profesyonel ve profesyonel olmayan Chaine üyesi vardır. Profesyonel üyeler seçkin otel, lokanta sahipleri, önemli şefler ve otel yöneticileri, şarap üreticileri gibi meslekten kişilerden, profesyonel olmayan üyeler ise toplumda yer sahibi olan, yeme-içme konusunda belirli bir konumda olan kişiler arasından seçilmektedir.
Yeme-içme adabı için yemin töreni
Erkek üyeler “Şövalye” olarak adlandırılmaktadırlar. Seçme lokantalarda görevli üyeler tarafından sıkı bir elemeden geçirilip, monü seçimi ve tadımından sonra onaylanan yemekler düzenlenmekte, yıllık gala yemeği öncesindeki törende üyeliğe teklif edilenler arasından kabul edilenlerin induction yani giriş seromonileri yapılmaktadır. Giriş başka bir ülkenin Chaine başkanı tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu yıl Amerika Birleşik Devletleri Chaine des Rotisseurs Başkanı bu vesileyle ülkemizdeydi. Standart Chaine yemek kıyafeti olan smokin ve yemek kıyafetleri içerisindeki adaylar sırasıyla üyeliğe kabul edildiler. Başkan sahnede elindeki kılıcı uzatarak adayın sol omuzuna dayıyor, üye sağ elindeki kılıcı 45 derecelik bir açıyla aşağıya doğru uzatıyor ve yeme-içme adabına, üyeler arasındaki saygı ve dayanışmaya uyacağına yemin ediyor. Başkan da onu Şövalye veya Dame des Rotisseurs veya mesleğine göre bir isimle üye olarak atıyor. Ben Çırağan Sarayı’nda düzenlenen bu yılki törende Şövalye olarak 8 yılı benden beklenen bir şekilde tamamladığım için benzer bir ritüel ile Officier yani “subay”lığa terfi ettirildim.
Chaine kuralı: Sofrada tuz ve karabiber olmaz
Yemeklerde smokinin üzerine boynumuza astığımız madalyonun, üzerinde zincir olan kurdelaları üyelik tipine veya üyenin seviyesine göre farklı renkler taşır. Bana yıllardır taşıdığımın yerine farklı renkler taşıyan yenisini verdiler. Ankara’dan, Istanbul’dan, İzmir’den, Antalya’dan ve yeni faaliyete geçen Adana’dan adaylar üyeliğe kabul edildiler. Türkiye’nin bu yörelerinden, bazılarını uzun zamandır görmediğim bazı dostlarımı bu vesileyle yeni üyeler arasında görmek beni çok mutlu etti. Hem dünya aslında ne kadar küçük diye bir kez daha aklımdan geçirmemem de mümkün değildi. Sonra alkollü ve alkolsüz içecekler konusunda bir degustatör topluluk olan, yine Chaine des Rotissuers’ün bir parçası olan Ordre Mondial des Gourmets Degustateurs’ün induction seromonisi yapıldı. Kurucu üyeleri arasında yer aldığım Türkiye Ordre Mondial’in induction töreninde yabancı bir ülke Chaine başkanının elinde kılıç değil bu kez bir asma dalı vardır ve adayları bununla üyeliğe kabul eder. Tören sonrasında diğer Chaine yemeklerinde olduğu gibi önce kokteyle geçildi. Burada şampanya, şarap ve küçük atıştırmalıklar ikram edildi, sohbetler edildi. Derken oturma düzeninde yemeğe geçildi. Ben doğal olarak Ankara’lı dostlarla yerimi aldım. Chaine kuralları hatırlatıldı. Sofrada tuz ve karabiber bulunmaz, şefin bunları yemeğe en doğru miktarlarda koyduğu kabul edilir. Cep telefonları konsantrasyonu bozmasın diye kapatılır. Su servisi ancak talep edenlere yapılır, masada bulundurulmaz.
Kahveler gelmeden sigara-puro içilmez
Tatlı bitip kahve servisi yapılıncaya kadar sigara, puro gibi tütünlü maddelerin tüketilmesine izin verilmez, aksi tadirde bu yemek ve şarabın lezzetini yeterince almaya engel olacaktır. Hoş kapalı alanda sigara yasağından sonra bu yemek sırasında kendiliğinden oluşan bir durum haline geldi ama dışarıda sigara içmek de aynı etkiyi göstereceği için buna da izin verilmez.
Altı, yedi çeşit yemek ve her yemekle eşleştirilen şarap sırasıyla garsonların masaya gelip büyük bir disiplin ile önce hanımlara, sonra beylere aynı anda servis etmesiyle yenmeye başlanır. Sıcak bir şekilde servis edilen yemeğin soğuyup lezzetini kaybetmemesi için sofra adabındaki yemeğe başlamak için masadaki herkesin servisi yapılsın kuralı burada uygulanmaz, yemek hemen yenmeğe başlanır. Ancak servis öncesi monüdeki yemek ve şaraplarla ilgili üyelere ve eşlerine detaylı bilgi verilir. Yemek sırasında da yemek ile şarabın ve bunların birbirleriyle olan uyumunun sohbeti yapılır. Yemek bittikten sonra sıra tüm servis ve mutfak elemanlarının tek sıra halinde salona gelip üyeler tarafından taltif edilmeleri ve alkışlanmalarına gelir. Takdir edilmek her zaman çok güzel bir duygu değil midir? Hele gurme bu topluluğa yemek hazırlayıp servis yapmak ve beğenilerini kazanmak yeme-içme profesyonelleri için stres ama aynı zamanda bir mutluluk ve motivasyon kaynağıdır. Gecenin sonunda restaurant veya otele Chaine des Rotissuers’un girişte duvarlarına gururla asarak ayrıcalıklarını vurgulayacakları ahşap üzerine metal ile işlenmiş, üzerinde eski Fransız kralının verdiği Kraliyet armasının da yer aldığı Chaine ambleminin olduğu plaket takdim edilir. Bir Chaine yemeğinin daha sonuna gelinmiştir. Bu yazıyı yazarken karnım acıktı, ben şimdi arkadaşlarımla yemeğe gidiyorum.
Yazının Devamını Oku