GEÇENLERDE Sanem Altan Vatan gazetesindeki köşesinde (8 Aralık), öğrenci protestolarına iktidarın gösterdiği tavra ilişkin çok güzel bir yazı yazdı.
12 Eylül referandumu öncesi, Başbakan’ın darbe sonrası idam edilen gençlerin mektuplarını okurken ağladığını hatırlatarak, ‘Başbakan sadece ölenlere mi ağlar?’ diye soruyor. YÖK protestosu esnasında, polisin dövdüğü gençler için, Başbakan’ın ‘yaşayana hiç insafı yok mudur?’ diyor.
Aslında bu soruyu biraz daha derinleştirmek lazım. ‘İnsaf’ meselesi bir yana, ‘bu iktidar, hep ölülerle mi barışacak, demokrasi ölü muhalifler kurulan ‘sanal diyalog’lar, ‘sanal uzlaşma’lar üzerinden mi kurulacak?’ diye sormak lazım.
Gerek Başbakan, gerek diğer iktidar partisi mensupları bunu hep yapıyor. Demokratikleşme ve toplumsal barış adına, gelmiş geçmiş ne kadar tartışmalı mevzu, kişi varsa, çoğu ile barışılıyor. Güya geçmişle hesaplaşılıyor. Muhafazakar sağ siyasetin de içinde olduğu geçmiş kavgalar esefle yad ediliyor, ‘hakkı yenmiş’, ‘zulme uğramış’lara iade-i itibar ediliyor. Nazım Hikmet gibi sembol isimler dillerden düşmüyor. En son, ölüm yıldönümü münasebeti ile, Ahmet Kaya aynı şekilde gündeme geldi.
Hiç önemsiz deÄŸil elbette, ama ölüyle barışmak, ölünün farklı fikriyle uzlaÅŸmak kolay. Mesele dirilerle barışmanın yolunu bulmakta, dirilerin farklı fikirlerine tahammül etmekte. Oysa, mevcut iktidarın dirilerle olan münasebeti, ölülerle olanın sahiciliÄŸini bile gölgeler mahiyette. Â
Bırakın farklı fikri, bırakın muhalefeti, mevcut iktidarın ‘gözünün üzerinde kaşın var’ diyene tahammülü yok. Son derece tuhaf bir takım siyasi analizlere dayanarak, iktidarın her yaptığına mazeret bulan, her yaptığında demokratikleşmenin izlerini süren, en olmayacak şeyleri ‘bu işte bir demokratlık var’ diye yorumlayanların bazıları bile, artık ya samimiyetle, isyan, ya da ‘ayıp olmasın’ diye itiraz edecek noktaya geldiler.
‘Gık’ diyen, ‘Ergenekoncu’, ‘darbe tezgâhçısı’, bir adım ötesinde ise,‘bu ülkenin düşmanlarının içimizdeki uzantısı’ diye yaftalanabiliyor. Bu tür siyaset ve siyaset söyleminin adı bellidir; otoriterlik! ‘Otoriterliğin, diktatörlüğün sivili olmaz’ diyenlere, teoriden bahsettik, tarihten, başka ülkelerden örnek verdik olmadı. Umarım yaşayarak öğrenmek zorunda kalmazlar.
Unutmayalım, bir çok durumda, otoriter siyasetlere giden yollar ‘iyi niyet’ taşları ile döşenir. Yine unutmayalım, otoriter siyasetlerin tek maduru muhatapları değil, aynı zamanda ve eninde sonunda sahipleridir. Bu açıdan her devrin iktidarını pohpohlayarak körleşmesine katkıda bulunanlar, en kötü düşmanlarıdır.
Umarım tez elden bu gidişe karşı uyaracak, itiraz edecek daha çok insan çıkar. Çıkmazsa ne olacağı belli, hayat en iyi öğretmendir, ama her öğretmen ‘iyi’ değildir.