Paylaş
Onların taleplerini daha açık bir biçimde ifade edebilmesi için, daha demokratik bir zemin ve ortam gerekiyordu. Kısmen böyle bir ortam oluştu. Şimdi bu ortamda söylediklerini, yaptıklarını yadırgıyoruz. Bu da doğal.
Ama lütfen, en başa dönmeyelim! Yani, taleplerini onlar adına biz tanımlamaya çalışmayalım. Yıllarca, birçoğumuz, Kürtlerin taleplerinin “insan hakları ve demokrasi” olduğunu söyleyip durdu. Bunlar öncelikli ve hepimizin ortaklaşacağı taleplerdi, burada buluşmak doğaldı, ama bundan ibaret değildi. Ama artık, aynı şeyi “barış” talebi için yapmayalım, o eşik geçildi.
TESCİL İSTİYORLAR
Barış talebinde ortaklaşmamız da doğal, ama “barış”ın koşulları konusunda kim ne kadar ortaklaşıyor sorusunu daha fazla havada bırakamayız.
Kürtler veya onlar adına siyaset yapanlar, kimliklerini “tescil” ettirmek istiyor, Kürtler adına kolektif haklar ancak böyle bir tescil üzerine kurulabilir. Dahası, bu kolektif haklar sadece kültürel haklar değil, “kendilerini yönetmek” dedikleri, sınırı bir şekilde çizilecek siyasi özerklik talepleri var. Bunu konuşacağız.
Dağdan inenler, savaşmaktan yoruldukları, emekliye ayrılmak istedikleri veya Türkiye’nin uluslararası destekle sağladığını düşündüğü bir ortamda PKK’nın bittiğini düşündükleri için değil, “lider”lerinin talimatı ile indiler. Karşılayanlar da, çocuklarına, kardeşlerine kavuştukları, onları alıp evlerine çekilmeyi düşündükleri için değil, mücadelelerinde mesafe kazandıklarını düşündükleri için sevinçle karşılıyorlar.
Hükümetin, gelişmeleri, silahsızlandırma ve milletin bütünlüğünü yeniden tesis etmek çerçevesine sokmaya çalışması da doğal, Kürtler adına siyaset yapanların, bu çerçeveye razı olmaması da doğal. Bu noktada, artık ciddi bir siyasal tartışmanın tam göbeğindeyiz. Geçiştirmenin ve geçiştirmenin bin bir yolunu bulmanın âlemi yok.
“PKK bitti!” masalına inanan inansın. Veya velev ki bitsin, harekete geçirdiği dinamikler örgütün bitmesi ile bitecek değil. Bunu söylemek, siyasal-toplumsal süreçleri hiç bilmemektir. Örgütü ve temsil ettiği siyasal hareketi sadece liderinden ibaret sanmak da başka bir sorun. En kötüsü, liderini Osmanlı’ya başkaldırmış “isyancıbaşı”yla bir tutup, onunla pazarlıkla işin biteceğini sanmak ancak modern toplumsal-siyasal hareketlerle feodal devrin isyanlarını birbirine karıştırmakla mümkün.
TESADÜF DEĞİL
Nihayet, beğenelim beğenmeyelim, bir siyasal hareketin toplumsal tabanını hiçe saymak, dünyayı sadece güçlülerin pazarlıklarının yönettiğine inanmak, toplumu, Kürtleri ve Türkleri adam yerine koymamak, belli bir zihniyet dünyasının ürünü. Bu zihniyet dünyasının adı bellidir, demokrasi ile uzaktan yakından alakası olamaz.
Öcalan’ı affetmeyi telaffuz edenin, kirli savaşın düşünce babalarından biri olması tesadüf değil. Bu kafa, sadece devlete, devlet aklına, güce ve gücün siyasetine inanan bir kafa. Dün, “Kurşun atan da, yiyen de bizdendir, hadi Anadolu çocuğu git öl” demekte tereddüt etmez. Bugün, “Devlet affeder, tebaasına söz düşmez, affedilen davasını satar istirahata çekilir, Türk veya Kürt, gerisine halt yemek düşer” diye düşünüyor olabilir. Kafa bu olabilir ama olay bu değildir.
Paylaş